Sunday, July 19, 2009

Gün 30




Bugün, sabah kahvaltıdan hemen sonra Gonca'lara gittik, Dallas'a. Cocuklar oynadilar. Daha dogrusu Nazlı ve Leyla rahat rahat, keyifli oynadilar ama Nehir biraz zorlandı. Bazen aralarına girmekte, bazen ablasını paylaşmakta. Neyseki nasıl olacak derken, Gonca Nehir için yaşına uygun oyuncaklar getirdi. O da biraz bizim yanımızda, arada "ablalarla" oynadı.

Ve bugün nasıl olduysa, nasıl mı oldu, dün gece üç buçukta uyanıp, geri uykuya çok zor dönüp, uykusuz kalması nedeniyle, saat bire doğru, aç mı falan derken, Nehir üç aylık olana kadar yaptığım gibi kucağımda, ayakta, uyuyakaldı. Ve sanırım geldiğimizden beri ilk kez, başka bir evde, başka bir yatakta uyudu. Öğle uykusunu!!! Bu hem güzel bir ara, hem de mızmız olmayan Nehir'in aralarda ortaya çıkması için vesile oldu!

Gonca yine, poğaçalar, köfte ve pilav, harika bir roka salatası gibi, yemek hazırlığı olmasın, dışarıda yeriz diye konuşmuş olmamıza rağmen hazırlık yapmıştı! Afiyetle yedik. Metehan'ın, bak o sırada Nehir uyanmıştı ellerine sağlık demeyi unutmuştum, şimdi diyeyim, yapmış olduğu Türk kahvelerini içtik.

Sonra bir kitapçıya gittik. Gonca bizim kitapçı merakımızı bildiği, ve onlar da sevdikleri için, bu kez ama bağımsız bir kitapçıya götürdü bizi. Ne kadar da güzel oldu. Ney York, Boston'daki küçük dükkanları saymazsak, bu çok farklı idi hem Borders'dan, hem de Barnes and Nobles'dan. Ben çok kitap bakmadım, çocuk bölümündeki yerdeki minderlerde çocukları izledim daha çok. Ama bana Avrupa'dayım hissini verdi. Çok sevdim. Nehir bütün çantaları alıp, okulculuk oynadı, stuffed animal lar ile oynadı, kitap okumaktan ziyade. Leyla ona bir kitap alayım diye, özellikle de bir Pokemon kitabının "çaktırmadan" reklamını yapıp durdu, ama bugün almayalım, orada okuyalımda direttim, "ha öyle mi ne güzel" yorumlarıyla sınırladım tepkilerimi.

Derken içeri girer girmez ortadan kaybolmuş baba-ama bir şey diyemiyorum, Metehan'la "laflayarak" kitap bakmışlar, babaya çok iy geldiğine eminim- ortaya çıktığında, onları çocuklarla bırakıp, ben de biraz dolaşayım derken, karşıma yine ihtiyacım olan bir kitap çıktı. "The Anatomy of Hope". Harvard'lı bir biliminsanı kronik hastalardan yola çıkarak, "umut" kavramını anlatıyor. Bakalım nasıl bir şey. Benim için ilginç, çünkü bugünlerde düpedüz umut doluyken ben, ah bu kez hayat ben afallatmasın derken, belki kendimi anlama olanağı verir. Bir gün önce RMH'de o kadınla konuşurken de "umut" konu olmuştu.
Neyse merak ediyorum.

Ama tabi önce beyaz dizimi bitireyim!! Hande'cim bu kitap güneyli bir Amerika'lı kızın, "kuzey"e koleje gidip, sonra NY'taki hayatını anlatıyor. Aslında Amerika içindeki, bu kuzey güney farkı kısmı hoşuma gidiyor. aksanını değiştirişi, "naif"liği, yani kaybetmeden önce vs. vs. vs. Biraz fazla local bu anlamda. Ama bitireceğim, çünkü kıza ne olacak sonunda merak ediyorum.

Nerde kalmıştım, kitapçıdan sonra bir anda bana Nişantaşı'nı (Abdi İpekçi caddesinin geniş ve tabi tenha hali) hatırlatan dükkanlar ve restoranlar olan bir yerde, küçük bir gölet etrafında dolaştık. Bu sayede çocuklar, artık saat altı olmuş, güneş biraz etkinliğini azaltmışken dışarıda oynamış oldular. Fotoğrafı Gonca gönderince ekleyeceğim. Çok şirindiler üçü.

Artık saat, altıyı geçiyordu, bari bir şeyler yiyelim öyle yola çıkalım istedik çünkü Nehir'in de Leyla'nın da arabada uyuyacağı kesindi, ve hastaneye dokuzda gelecektik. Yakında bir bistroda yemek yedik. Ve saat sekizde yola çıktık. Gonca'lara bir kez daha teşekkür ediyorum, bizim için harika bir pazar oldu. Gonca da Metehan da, Nazlı da çok çok tatlılar, ve çok denk düştüğümüz bir aile oldular!

Dönüşte doğrudan hastaneye geldik, yani ben kızlarla indim, baba eşyamızı getirdi. Nehir arabada uyumuş, uyandığında pek istekli davranmamıştı hastane işine ama asansöre binip de, yukarı çıkmaya başlayınca, camlı asansör, ne hoşuna gittiyse gitti, ve neşesi yerine geldi, neredeyse. Neredeyse çünkü onu muayene etmek isteyen hemşireye gözlerini kapatıp yana dönerek, ve uyku taklidi yaparak tepki verdi. Ben acaba odayı temizlemediler mi diye şüphe içinde olduysam da, iyi haber, çıktığımız odaya geri geldik. Kürkçü dükkanı. Biraz endişeliydim. Ama ben de Nehir gibi odaya girince sanki daha rahatladım. Hep böyle oluyor, girince içeri buradaki ritme, işlere ayak uyduruyoruz. "Abloşki yanıma gel" diye seslendi ablasına ve Mahmut gelene kadar, ablasıyla alışık oldukları gibi TV izlediler.

Nehir'i odaya getirince, bugün hastaneye gelmeden duşa sokacağımız aklıma geldi, acaba baba gelmeden odada yıkar mıyım diye, denedim ama Nehir hiiç pas vermedi. Bana yardım etmek isteyen Leyla "Ama Nehir banyo çok güzel, bak ayının cave inde gibi oluyorsun, hadi gel" deyince, ona "Sen yıkan orada "dedi önce, sonra Leyla yatağa oturunca yanına, "Hadi yıkanalım" dedi. Biz ciddiye aldık. Baktık, elini duş yapmış, yatakta "yıkanıyor"!!!

Hadi bakalım şu yarını atlatınca bu iş bitmiştir!!! Kalanlar hep tekrar olacak!!!! Kızımın iyi bir tepki vermesini, yan etkileri iyi atlatmasını, "manage" edilebilir tepkiler şeklinde kalmasını diliyorum.

Nehir'im sağlıklı ve mutlu. Ablası "kahvaltıdan hemen sonra gelicez Nehir" diye ayrıldı yanından.

LeylaNot: Leylacım sen çok tatlısın. Bu kez de banyoyu çok beğendi. Küveti, bir şekidle bütün tasarlamışlar, sanıyorum temizliği daha iyi oluyor, seramiğe göre, ayının inine benzetti. Fakat her zamanki Leyla haliyle bunu Nehir'e heyecanlı heyecanlı anlatırken, odadaki hastabakıcı, buradaki adıyla carepartner, gülmeye başladı, Türkçe bilmemesine rağmen, mimiklerine!

HandeNot. Yaparız tatlım! Yalnız ben ne zaman saç yaptırmışım da saçım bozulmasın diye havuza girmemişim!! Bizim akşam programları, konserler, bir zamanlar kartaldık, onlara da çok şükür, saçlarımı taramak yettiydi bugüne kadar. Ha, ama havuza hiç girmem o ayrı : ))) Denizkenarı hayallerine ağırlık verelim lütfen!!!! Beyaz dizileri yeniden aradığınıza inanamıyorum, nostaljinin dibi budur!!!! Bizim kitapçılar bu kadar açık seçik kategorize etmiyorlar, burada tüm geyiğiyle, bir "summer reading" bölümü var, hafif esintiler dolu, bir de dündü sanırım, "love" bölümü vardı, ohoooo, pembe pembe, beyaz beyaz, macera macera. Bir şey diyeyim mi, bugün "Love and Prejudice" ı gördüm de, "tek geçerim!

FotoNot: Gonca fotoğrafları göndermiş, teşekkür ederim, ekledim hemen! Nehir kendine göre olan bir tane değil de ablaların okudukları kitaplardan birini almış eline, gözleri kapalı, Leyla Pokemonları öğreniyor, Nazlı, Leyla, Nehir şirin şirin bakıyorlar. Hadi "cheese" deyince, Nehir hemen gülüyor!

2 comments:

  1. Zeynep'ciğim,

    Günlerdir kafamı toplayıp birşeyler yazmaya çalışıyorum sonra yazdıklarım anlamsız geliyor ve vazgeçiyorum derken konu uzmanlık alanım "beya diziye" gelince sular seller gibi yazmaya başladım :)

    Aslında herşeyin başı Barbara Cartland'dır, hatırlayın. O pembe elbiseleri, tüller ve pembe giymiş finosu ile arka kapaktaki fotografı ve sonunda hep "mavi kanlı" çıkan fakir ama gururlu ve de tabii ki namuslu genç kızlar. Annemin evde bu tür kitapları okuma yasağı sonucu ve bana Samed Behrengi'nin Küçük kara balık, arkadaş gibi kitaplarının alınması bile beni yıldırmadı ve anneanneme gidip gizli gizli "çelik gözlü yakışıklı prensleri"n olduğu Barbara Cartlandları okumama engel olamadı. Sonraki yıllar hemşire, sekreter, öğretmen ama namuslu ingiliz kızları hayatımıza girdi ve tabii onların varlıklı yakışıklı ve sert erkekleri.... Yıllardır aklımda bir araştırma konusu var; "beyaz dizilerin değişen kadın profilleri ve toplumsal etkileri" bu araştırmanın aklıma gelmiş olmasının bir sebebi; okuduğum kitapları "yüce bir amaç- bilimsel" neden ile doğrulamak! ve ikincisi de bizim kuşakları koca seçiminde nasıl etkilediğini görebilmek, her ne kadar "benim çelik bakışlı, asilzade" bir kocam yok ama bilinçaltımda neler yaptığını merak ediyorum :))Ayrıca yeni beyaz dizileri takip edenler bilir; artık genç kızlarımızın sağlıklı bir cinsel yaşamları var, aktif işleri ve bağımsız kadın rolleri ön planda yani zaman değişiyor ve kitaplarda buna uyum sağlıyor ama benim gönlüm "utangaç, masum ingiliz kızları" olan eski beyaz dizilerden yana. Neyse taksim civarında eski kitap satan bol yer var :)

    Gördüğün gibi "bildiğim yerden çıkınca" nasıl yazabiliyorum... Öteki konularda yazamadım ama senin yazdıklarının etkisi epey oldu... "tevekkül" ve "kaybetme korkusu", bence bunların anlamları ve etkisi kişinin yaşadğı tecrübeler ile yaş faktörü ile değişiyor. Bazen yaşlanmaktan rahatsızlık duyuyorum ama sonra bana getirdiği "wise" halleri seviyorum. 20 yaşında bisine "tevekkül" etmenin önemini söylesen, arada kaynayıp gider. 40 yaşınsa ise etkisi farklı oluyor. Yani "göreceli" olma durumları... "Umut" ise farklı bence, her yaş ve durumda "umut" var olmalı, 20 yaşındaki ile 40 yaşındakinin "umut"ları farklı olsa da "umut" hissetmeleri aynıdır bence. Sen şu kitabı okuyunca artık konuya daha detaylı öğreniriz. Atıp tutmak oluyor benmki si :)

    Nehir'in halleri, Leyla'nın ablalıkları hastanede bile olsa "aile"yi yaşayabilmeniz ve 30 günün su gibi akıp bitmesi :) Nehir'in sağlıklı, mutlu ve neşeli haberleri içimizi aydınlatıyor. Zamanın bu kadar hızlı geçmesi hissini yaratması da ayrı bir felsefi konu ama sonuçta Hande'nin saydığı gibi 94 gün kaldı ve 30 günü geçti... Döndüğünüzde havuz ve deniz sefaları için biraz soğuk olsa bile alternatifler derhal oluşturulucaktır, emin olabilirsin. Mesela "şömine başında toplu beyaz dizi okuma gecesi" :) şaka bir yana siz bir dönün sizi etkinlik sarhoşu yapacağız...

    Kocaman sevgiler ve öpücükler
    Ayda

    ReplyDelete
  2. Ayda, cok hosuma gitti, 'somine basi toplu beyaz dizi okuma gecesi!!!!!!!!! Kizlar giyin pijamalari, acin kitaplari!!!!!!!!!

    Zeynep'cim, benim sac uyarim senin icin degil. Ben dedim ya herkesi toplayacagim diye, eh sen de bilirsin bizim high school ekibinde sacina ozen!! gosterenler vardir :) Ama canim benim, bir gun de boz su havuza girmem prensibini, inan cok eglendik coluk cocuk!!!! Yani sen eglencenin disinda kalacaksin diye uzuluyorum, yoksa ben Nehir'imi ve Leyla'mi alirim vallahi hic sormam bile!!

    Ama tabi deniz hayalleri/planlari kesinlikle var. Once Antalya Olympos, sonra Canakkale'de cok guzel bir otel duydum. Kucuk, temiz ve harika bir denizi olan, Kum Otel. Ve daha aklima gelmeyen bir suru yer buluruz, yeter ki keyifler yerinde olsun!!!! Ben her sene, bizim ailenin kuzenleri ve buyukleri (toplam 12 oda) ile birlikte haftasonu gezileri duzenliyorum. Bu sene de Bozcaada'ya gidiyoruz, Agustos sonunda. Eger memnun kalirsak bir de Bozcaada turu yapariz. Yani program iste sen benden, coooooook...

    Bugunun daha dogrusu bu haftanin dilegi, Nehir'imin en hafif sekilde atlatmasi tedavinin bu bolumunu... Hepinize ve en cok da Nehir'ime kolay gelsin insallah bu hafta...

    Opuyorum hepinizi... Birbirinize iyi bakin...

    ReplyDelete