Wednesday, December 30, 2009

Yeni Yıla Girerken İliklerimize Kadar Temiziz

Son test de beklediğimiz gibi iyi çıktı.

Nehir tedaviden temiz çıktı.

Soruyorlar bana, "Kızınız iyileşti mi?"

"Ne desem", desem de, "Çok şükür şimdi çok iyi", deyiveriyorum. Başka söze de gerek yok.

Sevgili yorumcular! Bana tatlı tatlı pozitiflik aşılamanızı çok seviyorum. İnsanın, ya da bir kadının ne kadarı duygudan, ne kadarı akıldan ne kadarı hormonlardan oluşuyor bilmiyorum. Çünkü aynı durum içinde/karşısında başka "hal"ller içine girebiliyoruz, kolaylıkla. Şimdilerde zor bir dönemden geçiyorum, "normal"leşme yolunda. Sanıyorum "meşguliyet"ler lazım bana. İş. Spor. Ve bol bol temiz hava. Doğada olmak her şeyi unutturuyor.

Lodos ya da başka bir hava koşulu engel olmazsa biz yeni yıla İstanbul'da ama İstanbul'da değil bir yer, adada, gireceğiz. Sevgili Özgecan'ın "hadi gelin" demesiyle. En güzel geziler, anılar programsız başlayanlardır misali. Temiz hava solumak, sohbet etmek umudu ile.

Yenı yılın programsız, plansız mutluluklar getirmesini dilerim herkese. Sağlıklı tabi. Hep sağlıklı. Hep sevgili.

Hadi bakaım 2010.

Monday, December 28, 2009

Döndük

Rötarmış derken 18 saati süren bir yolculukla döndük.

Her şey bir yana son ilik testi daha belli olmasa da, özellikle MIBG içimize su serpti.

Nehir de ben de oldukça yorulduk. Perşembe günü Nehir hafif bir öksürüğe başladı. Derken cumartesi gecesi hafif ateşi çıktı, burun akıntısı arttı. Artık "normal" çocuk doktoruna terfi ettiğimiz için (yeayyyyy), sevgili Barabaros Bey ile konuşup, Nehir'i de muayene ettirdikten sonra reçetemiz: ıhlamur, günde iki saat temiz hava. Açık hava uygulaması aksa da yapmaya çalışıyoruz. Evi de 18 derece tutacakmışız. Bu komik oldu. Çünkü evimiz gerçekten de eskiden hiç ısınmazken, çift cam sonrası biraz daha iyi hale gelmişti. Meğer, gelmemeliymiş. Hatta bu Houston dönüşü, 18.5 derece olmuştu arıza sonucu, biz de üç günün sonunda ancak ısıtmıştık.

Keyfimiz iyi.

Keyfimizin balık sırtında bir keyif olduğunu bilmek beni zorluyor. Bununla birlikte yaşamayı öğrenmek gerek ama bu çok zor.

Bu gidişimiz Christmas'a denk geldiği için klinik hediye ile doluydu. Bir gün tam Nehir ağlamış, klinikten çıkarken bir arabada oyuncaklar görünce, bir tanesini alıverdim. Başındaki orta yaşlı kadın, Nehir'i sordu. "Nöroblastom" dedim, "Hangi derece?" diye sorunca, nöroblastomu bild,ğini anladım. Derken elindeki küçük kağıda gözüm ilişti. Torununu kaybetmişti, nöroblatomdan. Kağıttaki fotoğrafa bakayım derken, çocuğun adını da okudum. Harley idi. Harley'in anneannesi noel zamanı diğer kanserli çocuklara hediye vermek için gelmişti. Derken ben Nehir'in adını telaffuz edince o da birden "Oooh, Harley's girlfriend!", "Harley'in kız arkadaşı" dedi. Ayaküstü sohbet ettik.

Öncesinde ise yazamamıştım. Yazmamıştım. Nehir'in accutane'i de bitirdiği günlerde bir ölüm haberi duymuştum. Joseph Luna. Hani ilik naklindeyken dedesi ile tanışmıştık. Bize çok moral veren, gerçekten de çok pozitif bir aileydi. Joseph'i kapıdan görmüştüm odasında. Sonradan New York'ta bulunduğunu okumuştum başka bir blogta. Bu iyi bir habere benzemiyordu. Çok uzun süren bir mücadele sonunda...

Şaşırdım.

Bir başka çocuk ise ikinci "nüks" ile uğraşıyor. Babası uzun süredir yazmamıştı. Yazmış. Çocuk kanseri ile ilgili araştırma azlığının sonucu kitlenen bir durum bu. Yaygın olan yetişkin kanserleri ile ilgili önemli bütçeler ayrılırken, "az" sayıdaki çocuk kanseri için yeterli olmuyor bütçeler. daha çok yol almak gerekli. Tabi bu Amerika. Türkiye'de olan tedavilerin uygulanması ve iyi bir şekilde uygulanması aşamasına gelmeliyiz. Yiz kim acaba? Bu işin sorumlusu kim olacak? Neyse bu konu batak.

İkinci nüksle uğraşan baba hislerime tercüman olmuş. Nasıl iki ayrı dünyada olduklarını. "Normal" hayatta olamadıklarını anlatmış.

Doğru.

Benim de zihnim bırakmıyor peşimi. Şimdiki kontroller tamam, sırada Mart ayı var. Nasıl soruları dizilmiş beynimde duruyor. Beklenmedik anlarda beni esir alıyor.

Baba ile cumartesi akşamı yemek yerken, bir anda nasıl da mutlu olduğumuzu, ama mutluluğumuz içinde eskisi gibi gevşeyemediğimi anladım. Sarsıldım. Her an elimden alınabileceğimi biliyorum, ailemizin.

Biliyorum TR gibi bir yerde zaten yaşam her an pamuk ipliğine bağlı. Sevgili Nurhan'ın annesi gibi otobüsten inerken ezilebilir, bir gece gelen depremle her şeyinizi kaybedebilir, ya da yanan ucuz kömürün sinsi dumanı ile yavaş yavaş zehirlenirsiniz.

Yeni yıla daha iyi bir ruh hali ile girmeli.

Nehir'in hastanede değil de evinde olduğunu bilerek. Leyla'nın kilometrelerce uzakta değil de yanımızda olduğunu bilerek. Ailemizin bir arada olduğunu, Nehir'in tedaviden başarı ile çıktığını bilerek, ilik nakli sonrası altı ay içide temiz kaldığını bilerek.

Çok şükür.

Nehir'im sağlıklı ve mutlu.

Friday, December 18, 2009

Yeayy

Dunku up-u-zun gunden sonra...sabah beste uyanip, 9'da yagmurlu Houston trafiginde klinike varip, aksam 18.45'te cikmis iken...Nehir'in testleri biraz uzun surunce, caktirmadan tedirgin olmustum.

Aksam once Altay konser verdi, derken Nehir "sira ben" deyip o da sarkilarini soyledi. Kapanisi ise ikisi birlikte yaptilar. Gorulmeye degerdi.

Uzatmadan

Dr Russell aradi..."Nehir's scans look beautiful" yani sonuclar guzel dedi...cok sukur.

CT Scan'de bobreginin radyoterapiden isin almis oldugu anlasilmis. Fonksiyonda sorun olmazmis. Ama tumor yokmus.

Raporlari okuyup, Ozlem'le konusunca daha iyi anlarim. Bu tedavinin Nehir'e belli bir maliyeti olacak ama simdilik yasamsal bir etki gormedik. Bu cok cok iyi.

Simdi bu ilk scan haftasindan temiz cikmanin hafifligi var.

Pazartesi ilik testi var ama o endiselendirmiyor. MIBG bizim icin en onemli test idi.

Cok sukur. Nehir'ime kocaman bir masallah.

Wednesday, December 16, 2009

Testler devam

Hic yazamam diyordum ama Ilgin'in bilgisayarindan notlar duseyim.

Birincisi Ilgin'larda olmak cok keyifli. Nehir ve Altay tatli sert oynuyorlar. Nehir dort yasindaki Altay'i bol bol taklit ediyor. Ilgin ise yemekleri ve evsahipligiyle bizi oldukca rahatlatiyor.

Neden mi...

Pazartesiden beri sabah sekiz aksam dort klinik ve hastanedeyiz.

Ilk gun damar yolu actilar. Nehir hic aglamadi!!! Sonrasinda uc tane kan alma yine tum gunumuzu aldi. Bobrek testiydi yaptiklari. Ilk gunun surprizi tum testlerin saatlerinin haberim olmadan degistirilmis olmasiydi. Hepsi ogleden sonraya alinmis. Bu da uyutulmak icin ac bekleyen bir Nehir demek.

Sali gunu, dun, kemik taramasi yapildi.

Bu sabah ennn sonunda isitme testi yapildi. Bir kayip var ama henuz konusmasini veya dil gelisimini etkileyecek bir seviyede degil. Kus seslerini bizden farkli duyuyor.

Genel halimiz iyi, bir Nehir bir ben agliyoruz.

Skayet yazisi olmasin diye uzun yazmayacagim ama bana sormadan cuma gunku ilik testini iptal etmisler. Gerekce, Cook's a gonderecekleri fazladan ornekleri cuma gunu goturemiyor oluslari imis. Bu durumda pazartesi yedege yazdirdilar.

Ben

"bana sormadan"
"Ben study mitudy anlamam, bu testi isterim"
"bu kadar zaman akliniz nerdeydi"
"sizin yarattiginiz sorunun cozumu biz neden oluyoruz"

gibilerinden baslayip iki gundur klnikte aglayinca, bir guzel, bugun cozduler. Cuma olmasa da pazartesi artik yedek degiliz. "Insallah"

Nehir ise aslinda hic fena degilse de zaman zaman tantrum derecesinde agliyor. Ornegin, bu sabah isitme testi oncesi uyusun diye agizdan ilac vermeye calistiklarinda ornegin.

Tum bu ana kiz aglama krizleri derken bugun klinikte bugun Rus asilli, evlat edinilmis tatli bir kiz Nehir'e yeni yil hediyesi verdi. Nehir'in yuzu guluverdi. Cikista ise' bugun nisbeten erken, bir bucukta cikinca, Istanbul'a gittik. Ve bu kez iki tabak sutlac yedik kizimla!

Yarin CT scan ve MIBG var... en uzun ve en onemli test gunumuz.

...

Saturday, December 12, 2009

Houston, geliyoruz!

Bu gece, ya da daha doğrusu sabaha karşı yine Houston yollarına düşüyoruz.

Nehir'den seçmeler:

"Anne, ben doktora gitmek istemiyorum"
"Anne, ben uçaktan korkmuyorum, neden?" "Uçaklar robot değil mi?"
"Annenin kucağında dinleyecekler beni"
"Ben hasta değilim"

...

Benim açıklamalarım:

"Hemşire ablaları göreceğiz"
"Fotoğraf çekecekler"
"Altay'ı göreceğiz, Nursen Teyze'yi göreceğiz, hayvanat bahçesine de gideriz, sütlaç yemeğe de gidelim mi?"

Nehir, gözleri parlayarak, "Sütlaç paylaşalım mı?"

Pazartesiden cumaya testler var, her gün hastanedeyiz. Haftasonu gezip, pazartesi resmi raporları alıp, hayırlı haberlerle salı günü yola çıkmayı umuyorum.

Bu akşam sonunda yılbaşı ağacımızı süsledik.

Leyla soruyor:

"Neden ağaç süslüyorlar"...Ben bizim adet değil aslında diye açıkladıktan sonra.
"Tepesine neden yıldız konuyor?"

Hmmm.

Biz hep birlikte süsleri asarken iyi vakit geçirdik. Tüm ışıkları kapatıp, izledik.

Testlerden yana endişeli değilim, ama yolculuk, ve Nehir'in test süreçleri konusunda gerginim hafiften. Yapacak bir şey yok. Bu da geçecek. İyi haberlerle alıp gelince, yeni yıla sağlıklı ve mutlu girmenin heyecanını taşıyacağız.

Nehir sağlıklı ve mutlu...resmi olarak öğrenmeye gidiyoruz.

Bilgisayarımı "hafif" gitmek için bırakıyorum. 23 Aralık'a kadar yıllık iznimin bir kısmını kullanıyor olacağım, ana-kız.

Bugün Arzu, "Sağlıcakla gidin, sağlıcakla gelin"dedi. Evet, siz de sağlıcakla kalın!

Not: Tüm iyi dilekleriniz için teşekkür ediyorummm!

Tuesday, December 8, 2009

Resmi Olarak Tedavi Bugün Bitti!!!!!


Nehir bu akşam son doz Accutane'ini aldı.

Bu demekki resmi olarak tedavi bugün bitti.

31 Ekim 2008 : Kitlenin bulunuşu

08 Kasım 2008 : Nehir Nöroblastom, Aşama 4, yüksek risk, Biyopsi ve kateter takılışı (Houston)
08 Kasım 2008 : Saat 17.10 Birinci tur kemoterapi başlangıcı
19 Kasım 2008 : İlk hastane çıkışımız
19 Kasım 2008 : Üç saat sonra yüksek ateşle hastaneye geri dönüş.
19 Kasım 2008 : Saçının dökülmeye başladığı gün
24 Kasım 2008 : Hastane çıkış

02 Aralık 2008 : İkinci Tur Kemo
07 Aralık 2008 : Hastane Çıkış

19 Aralık 2008 : Enfeksiyon, hastaneye yatış
26 Aralık 2008 : Üçüncü Tur Kemoterapi
29 Aralık 2008 : Hastane Çıkış

06 Ocak 2009 : İlik Nakine Yönelik Kök Hücre Toplanması

16 Ocak 2009 : Dördüncü Tur Kemoterapi
22 Ocak 2009 : Hastane Çıkış

04 Şubat 2009 : A m e l i y a t
10 Şubat 2009 : Ameliyat sonrası hastane çıkış

12 Şubat 2009 : Beşinci Tur Kemoterapi
17 Şubat 2009 : Hastane Çıkış

10 Mart 2009 : Radyoterapi Gün 1

12 Mart 2009 : N e h i r 2 Y a ş ı n d a

25 Mart 2009 : Radyoterapi 12.doz

02 Nisan 2009 : İlik Nakli İçin Hastaneye yatış ve Birinci Kemo
06 Nisan 2009 : İlik Nakli Öncesi Dördüncü Gün ve Son Kemoterapi
09 Nisan 2009 : Saat 10.00 İlik Nakli
24 Nisan 2009 : Hastaneden çıkış

16 Haziran 2009 : L e y l a 8 Y aş ı n d a

19 Haziran 2009 : Antibody tedavisi başlangıcı (Fort Worth)
22 Haziran 2009 : Birinci Tur Antibody (GMCSF ile)
25 Haziran 2009 : Anne X yaşında
26 Haziran 2009 : Hastane çıkış

01 Temmuz 2009: Birinci Tur Accutane

13 Temmuz 2009: İkinci Tur Antibody (IL-2 ile)
23 Temmuz 2009: Enfeksiyon
26 Temmuz 2009: Hastane Çıkış

27 Temmuz 2009: İkinci Tur Accutane

03 Ağustos 2009 : Baba X yaşında

17 Ağustos 2009 : Üçüncü Tur Antibody (GMCSF ile)
23 Ağustos 2009 : Hastaneden Çıkış

24 Ağustos 2009 : Üçüncü Tur Accutane

07 Eylül 2009 : Dördüncü Tur Antibody (IL-2 ile)
18 Eylül 2009 : Hastaneden Çıkış

21 Eylül 2009 : Dördüncü Tur Accutane

09 Ekim 2009 : Enfeksiyon
20 Ekim 2009 : Beşinci Tur Antibody (GMCSF ile)
24 Ekim 2009 : Hastaneden Çıkış

27 Ekim 2009 : Beşinci Tur Accutane

31 Ekim 2009 : İ s T a N b U l

25 Kasım 2009 : Altıncı Tur Accutane

B U G Ü N : T E DA Vİ Bİ TTTTT İİİİİİİİ


Sevgili kızım bu kadar uzun süren, dur durak bilmeyen ve yorucu bir tedaviden gülümseyerek çıktın. Sen aferinlere sığmazsın! Hayata zor bir başlangıç yaptın. Sen ve senin gibi kronik hastalıklarla mücadele eden tüm çocuklar çok yaşayın! Büyükleri şaşırtıyorsunuz, anlayışınız, kabullenişiniz, gücünüz ve hep gülümseyen o hiç bırakmadığınız çocukluğunuzla.

Sen özelsin.

Bir tanesin.

Canımsın.

Hep öyle kalacaksın.

Bundan sonra, bilinmez yolumuzda, ilerleyeceğiz.

Bize bu zor yılımızda maddi ve manevi destek veren hepinize çok ama çok, içten ama çok içten teşekkürlerimizi sunuyorum, bir kez daha. Bir kez daha. Maddi destek verenler sayesinde kızımız şu andaki mevcut en iyi tedaviyi, en iyi kanser merkezlerinden bir tanesinde ve bir çocuk hastanesinde, gülümseyerek gördü. Manevi desteğiniz olmasa idi, bizler anne ve baba olarak bu işin altından kalkamazdık.

Ailemiz, arkadaşlarımız. Kötü gün dostlarımız. Eski dostlarımız, yeni dostlarımız. Blogseverler!

Sizi seviyorum.

Doktorlarımız ve Nehir'e şifa veren herkese teşekkür ediyoruz. Başta Dr. Fatih Okcu, Dr. Russell, Dr. Egler, Dr. Nuchtern, Dr Paulino, Dr. Framberg, Dr. Gottschalk, Dr. Rainusso, Dr. Birgitte Müller, Dr. Granger, Dr. Howrey, Dr. Eames. Ve hemşirelerimiz Marcelle, Peggy, Scott, Jose...

Hastabakıcılar, LaCinda "Ni ni" diyen gülümseyen yüzü, temizlikçiler, Asyalı ilik nakli katındaki gülümsyen yüzülü tatlı temizlikçi...hepsi güler yüzle dokundular Nehir'e.

Teksas'a. Çocukluğumuzun western filmleri anlam kazandı.

Houston ve Fort Worth şehri, başta hayvanat bahçeleri ve parkları ile Nehir'in hastane dışındaki hayatı renklendi, neşelendi.

Nehir sağlıklı ve mutlu.

Monday, December 7, 2009

İyi Bir Gün

Leyla'cım sabah banyoya düzen iki bir nedeniyle bugün de evdeydi. Üstüste okul kaçırıyor, maalesef. Ama göz bit göre göre göndermeyi içim elvermedi.

Canavar bitler için üçüncü kez yıkadım, sabah ilk iş. Bakalım, yarın sabahki tarama sonucuna göre bakacağız.

Bugün bir toplanti için işe gittim. Nehir ve Leyla uzunca anneannede kaldılar Ve Nehir öğle uykusunu orada uyudu! Canım, uyumlu kızım, çoğu zaman.

Akşamüzeri, yaklaşık bir buçuk saat süren trafikten bitap gelmişken, kapının ardında "Annem geldi, annem geldi" çığlıklarını duyunca gülümsedim. İçeriye girince bu kez, "Gelmeyeceğim, gelmeyeceğim" diye mutfağa kaçan bir Nehir vardı.

Eve gelince, aman da aman, üç çeşit yemek birden, tabuliden dönme kısır (zaten aynı, da kısırda domates/salça var), humus, ve çiğ kerevizden cevizli yoğurtlu kereviz ile kendimi ve mutfağı aştım. Hem de dün ilk kez kullanmaya çalışıp da çalışmadığını görüp, "Vay Fransız robot vay" dedirten yeni almış olduğum robot olmadan!

Yemekten sonra, Nehir mutfağa gelip, "Anne sen nerden döndün akşam?" diye sorunca, "İşten kızım, ben de baba gibi işe gittim" dedim. İkinci kez tekrarlatıp, içeriye bu kez babasına gidip, "Anne senin gibi işten geldi" diye açıkladı Nehir.

Yani bugün uzun süreden sonra "role model" işlevimi yerine getirip, "anne" rolünde mutfakta da görüldüm.

Üstüneüstlük, "Acaba bir yardımcı nasıl bulunur" diye düşünmüş ve Gülnur'a sormuşken, imdadıma Yeşim (The Commentator) yetişti, ve akşam iki tane telefon numarası verdi. Hem de Yeşim'le yazı aracılığıyla değil, minik bir SKYPE hariç, ,ilk kez ses sese görüşmüş olduk. Son aşama yüzyüze olacak, umarım!

İyi bir gün.

NehirimNot: Nehir dün bir kitapta gördüğü peri teyze'ye (fairy), "teyze kelebek" diyerek beni güldürdü. Kelebek Teyze de değil, Teyze Kelebek!

Friday, December 4, 2009

Başlıksız

Yazsam mı bilemedim. Bu cümleyi de sık kullanır oldum.

Sabah Leyla okula gitti. Derken bir telefon, "Bit tespit edilmiş kızınızı alınız". Sanıyorum torununuzu, çünkü annemi aramış öğretmeni. Bu ikinci oluyor. "Alooooo, anne İstanbul'da" demek istiyorum. Dedim de. Ama bu başka bir mesele.

Ben hemmenn organik şampuanı almak üzere, Ayda'ya bir koşu, "bir araba", gittim. Çukurcuma sokaklarında başım dönmek üzere iken, Ayda elinde şampuanlar belirdi, gülümseyen yüzüyle. Yine temassız merhabalardan sonra, hemen eve geldim.

Ve Leyla'yı önce yıkadık, sonra taradık. Taradık da taradık. Anlatmayayım.

Nurgün'e akşam anlatırken, "cüzdanım, düştü ve alındı, derken bitler canlandı, babanın da dişi çekildi, ev işleri hiç bitmiyoo", "E, diyordun eski dertlerimize dönelim diye, bak" deyiverdi.

Evet.

Nehir iki gündür acı içinde tuvaletini yapıyor, ve yine biçimsiz.

Bugün ben de kendi diş randevuma giderken, aklıma takıldı. Accutane olabilir, belki antibiyotiktir, belki de geçirdiği viral enfeksiyonlara bağlıdır.

Ama yolda düşündüm. Haftaya gidiyor olacağız, zaten başka yapacak bir şey yok şimdi. Dedim. Sonra Bodrum'a gidince iptal ettiğim terapist randevusunu almadığımı hatırladım. Dönüşe alayım. Dedim. Derken randevumu beklerken, zihnim Nehir'le dolu, gözlerim dolacakken, Suat aradı. Eyüp Sultan'dayım, dua ediyorum, dedi. Ben bu kadar eşanlı Nehir'i düşünüyor olunca, bıraktım kendimi, bekleme koltuğunda, ağlamışım. Belki yorgunluktan, belki bir türlü düzene girememiş olmaktan...İnce bir çizgideyim.

Leyla, "Anne sinirli bir anne oldun" diyor.

O da haklı.

Geçecek. Basit sorunlar bunlar, zamana ihtiyaç var, benim de var. Bir yardımcıya acilen ihtiyaç var.

"Anne hava güneşli olunca parka gidelim mi" dedi. Acaba haftasonu hava açar mı? Houston'daki, "Güneş gitsin, gideriz", burada, "Yağmur yoksa gideriz" e dönüştü. Houston'da kar varmış. Geçen yıl da yağmıştı! Hoppala!

Nehir'im sağlıklı ve mutlu.

Monday, November 30, 2009

Geldiiik.





Bodrum'u anlatsam, sığmayacak buraya. Bodrum kışın bir harika!

Bunda Feride'nin rolü, yine çok büyük.

Ben arkadaşıma kavuştum. Yine Birsen Teyze imzalı harika evlerinde misafir edildik. Bu ev üç katlı, en üst katta Feride, alt katta Feride'nin annesi ve babası, en alt kat ise bu ara boş idi. Ama boş ev denemez çünkü sanki sadece anahtarla kapatılmış kadar yaşanmaya hazır, atmosferi sıcak bir ev bulduk karşımızda.

Girince birden 20 yıl öncesine döndüm, ve o eve ilk gidişimi hatırladım.

Sonraları Feride'yi hep gördüm, ziyaret ettim, ama en alt katta hiç kalmamıştım.

İşte bu güzel "anı" başlangıçtan sonra tatilimiz şahane bir hava eşliğinde, sohbetler, ve Feride'nin beş yıl önce başlayan ve şimdi artık tam oturmuş "raw" mutfağı eşliğinde nefis yemek organizasyonlarıyla sürdü. Ben de öğrendim, not ettim, ve çiğ mutfak için yapılacaklar listemle geri döndüm. Feride ise iki kilo vermiş!

Ve temiz havayı ilk öncelik ilan ettik, karı koca. Bir yolunu bulacağız. Çünkü "mis" gibi havaya doyamadık. Do ya ma dık.

Hımmmm. Bayramın ateşli hikayesi:

İlk gün denize gittik. Ve Nehir denize girdi neşeyle. Girdi girmesine ama çıktığında çok iyi koruyamadık ve gece ateşlendi! Yazarken bile utanıyorum ama Dr R.'yi ertesi gün aradığımda bir güzel azar işittim zaten. Ne diyeyim. Borular çıkınca onu suya sokma isteiğm o kadar ağrı basmıştı ki, ve onun "üşüdüğünü" belli edeceğine inanmıştım ki, atladık. Şimdi rahat yazıyorum çünkü, ertesi günkü Özel Bodrum hastanesi ziyaretimiz, grip testinin negatif çıkması, ve boğazda görülen kızarıklık, ve antibiyotikle devam etti. Ve çok şükür o geceki ateş devam etmedi, ve ucuz atlattık.

İda, Feride'nin İsveçli kızı!, çok dilli olmanın verdiği karışıklıkla, doğal olarak henüz konuşmadığından "çığlık"larla anlatıyordu derdini çoğu kez. Ve Nehir kendinden küçük bir çocukla ilk kez bu kadar zaman geçirdi. Ve bence çok iyi oldu. Başta şaşırdı ama sonra alıştı hatta saçını okşayarak ablalık yapmaya bile çalıştı. İda ise eline yiyecek olarak ne geçerse Nehir'le paylaşıyordu. Hatta bir o ısırıyordu, bir Nehir. Yaaa. Engel olamadık. Güvencem, Nehir'den bir yaş küçük İda'nın yaşadığı ortamda şehire göre çok daha az virüs taşıdığı varsayımıydı. Ve okula giden çocuklara oranla.

Cumartesi uçaktan iner inmez, ve bayramın ikini günü tenhalığına havaalanında az çalışan da eklenince bir saat sonunda gelebilen bavullarımızı aldıktan sonra, bu kez Kurtköy'den kendimizi Nurgün'lere attık ve sonunda Nehir, Pelin ve Mercan'la da buluştu! Harika bir gün, ve açık hava sonunda akşam bir de Nene'yi ziyaret edip, kendimizi kadınbudu köfte (Leyla "neden kadınbudu, erkek budu yok mu" diye haklı sorusunu soruverdi), revanilerin içinde buluvermez miyiz. Bir haftalık çiğ yemek faslı Türk yemekleriyle şenlendi.

İşte bayram tatilimiz.

Nehir bugün soruyordu, "Baba İstanbul'a gidecek mi?" diye. 13'üne az kaldı. Yolculuk gözümde büyüyor. Hafif gitmemiz şart.

Günlerimiz normalleştikçe, Dr. Russell'ın "Üç ayda bir taramayı bile istemeyeceksiniz" lafı kulaklarımda çınlıyor, hatta işitme testini yaptırmayalım, üç gün üstüste uyumasın diyorum bugünlerde. Nasıl olsa olan olduysa da oldu, ve şu anda anlaşılır bir dert yokken, kurcalamaya, ve Nehir'i yormaya gerek yok diye düşünüyorum.

FotoNot: Nehir Sapanca'da. İda ile İda'nın mekanı mutfak tezgahında, Bodrum Kalesi, veee Nehir sonunda "su"da. Soranlara anlatıyor, "Denize girdim, diresing çeync de yok".

...

Derken bugün Fatma bir ölüm haberi verdi. Zamansız, bir çocuk ölümü. Geçen yıl nüksetmiş. Bizde araştırma görevlisi olarak çalışmış Gökçe'nin kardeşi. Başka bir tür. Ama ateş düştüğü yeri yakmıştır yine. Allah rahmet eylesin. Ailesine sabır versin.

...

Sunday, November 22, 2009

Off We Go...

Ayda Hanım, elimi kaldırıyorum ama oldukça hafifledim gibi, umuyorum.

Ama arıları gezdirmek lazım misali, bitlerim de çok uzun süredir buradalar. Onları alıp, heeep birlikte Bodrum'a gidiyoruz. Feride ve İda'yı görmeye, oksijen depolayıp, sohbet ve muhtemelen başka tahmin edemediğim çocuklara dair "şey"ler depolayıp, belki onları depolamaz, yaşarız sadece, döneceğiz.

Önce arabayla gidecektik, derken Leyla, "Anneee, emin misin, Nehir'le sekiz saat" deyince....hmmm...dedim, ve doğru söze ne denir, kendimize de eziyet olmasın dedik, ve bugün uçup, cumartesi dönüyoruz. Yani genel bayram kalabalığna çok karışmadan.

Bir ihtimal, Nehir deniz kıyısında ıslanır bile!

Herkese sağlık dolu, sevdikleriyle beraber, güzel bir bayram diliyorum. Hatta bayramlar!

TeknolojiNot: Bilgisayarımı da dinlenmeye bırakıyorum!

Friday, November 20, 2009

Bit Geyiği!

Sınırsız eğlence!

Bitler turbulansa girdiklerinde yerlerinden zıplar mı?

Peki ben bu bitlerin bir bölümüyle Amerika'ya dönersem, beni "citizen" bölümünden alırlar mı?

Ben hem buraya gelirken, vedalaşma anlamında, gelince ise "hoşbulduk" anlamında bol bol sarıldım? Kaç kişi???

En son terapistimde görüldüler, en hoşu! Terapiye gidip, bitlenip geliyorsun, flaş flaş flaş!

...

Bir şekilde, dişim ve bitim sayesinde "kendime" yöneldim. Yani bu da bir çeşit kendine yönelmek ise!

Ama bugün en güzeli, ya da sabahki Şebnem, Kadriye ve Hande buluşmasından az olmasın diyelim, sevgili eşimle, Tünelden Taksim'e, yemek ve tabi ki İnci molası vererek yaptığımız gezinti idi. Kızlar anneanne ve dedeye gitmişler, biz de Seattle'dan beri ilk kez üç saat başbaşa idik.

İnci: İstanbul'da çocukluğumdan arta kalan, içerisi bile değişmemiş nadir yerlerden...Bugün İstanbul'a dönmüş oldum. Asmalı Mescit'teki "Antakya" (yazamadım doğrusunu), çok iyiydi gerçekten. Alo Acil Asmalı Mescit'teki Kebapçı Nerde Hattından Hande (yine) doğru yönlendirdi. Ayda'cım seni Amsterdam'da "kafe"lerden rahatsız etmeyeyim demiştim!

Nehir'im bugün yerlere bir şeyler fırlatmadan sakin bir gün geçirdi. İnci'de kulaklarını çınlattım, Nehir olsaydı bayıla bayıla yerdi diye. Almadım, yine de. Anneanneye gittiğimde, kızları almaya, Nehir neşeyle "Kurabiye yaptık" dedi. "Hadi bir tane de babaya götürelim" deyince, mutfaktan elinde iki kurabiye ile geldi, birini ısırdı, sonra diğer bütüne baktı, ve yemeye başlamış olduğu yarımı işaret ederek "Bunu babaya verelim" dedi diğer bütünün de tamamının yedi! Neyse bir yarım getirebildik bari!

Abla ise sonunda okula gitti. "Annee, iyi ki gitmişim bugün Makro'ya gezi varmış" dedi. Hmmm, bir süpermarket gezisi, gerçekten çok ilginç. Sağda gördüğünüz domatesler hormonlu, sütler GDOlu...işte şu küçük reyon "organik", yani GDOlu olabilir ama belli olmaz belki de değildir...Artık şansa. Nitekim "iyi" durdukları için brownie vermiş öğretmenleri, "küçük" , hah dedim, biliyorum o katkılı fabrika çıkışı ürünleri! Demediiim.

Çünkü evin ana gündemi, bit savaşları!

Thursday, November 19, 2009

Bit Yeniği!

Sır çözüldü.

Ben son dönemde birlikte olduğum Hande, Seda ve Bilge'ye sorayım derken, Seda patlattı: Yeğenim Deniz uzun süredir kaşınıyor imiş....veee, inceleme sonucu:

Ben bu güzel bitleri Seattle'dan almışım.

Yani made in USA.

Ve yaklaşık iki buçuk aydır da benle koloni, Seattle-Houston-Fort Worth-İstanbul hattında gezip durmuşlar. Bilmiyorum jet-lag sorunu yaşadılar mı??

İşin komiği. Ben St John's Wort kullanmayı Seattle'a gitmeye yakın, almayı unutarak, ve Seattle'a da yanımda götürmeyerek bırakmıştım. Sonrasında kaşıntılar başlayınca, işte almayı bıraktım, şimdi de stresten saç diplerimde egzama oldu herhalde deyip, şampuan değiştirip, daha sık yıkar olmuştum!

Aklıma gelmesi mümkün değildi. Okul çocuğu değilim ki!

Nasıl oldu Nehir almadı? Hele birlikte ve başbaşa yatarken?? Sanıyorum saçının kısa oluşu, belki de tedavi onu korudu. Sivrisinekler de uzun süre ısırmamışlardı.

Arada kaşınanlar olursa bir bakın derim yine de. Yani bir de gelince sarılıp durdum. Neyseki insanlar gripten bizi korumak için çok sarılmadılar! Ve bitler sıçramıyor.

Acaba yatağımızı alan, muhtemelen Meksikalı aileler ne oldu?? Of offf, herkese iş açtık.

İyi haber: kuş gribi, domuz gribi var da bit gribi yok henüz.

Nehir'im toparlıyor. Dün uzun saat parkta oynadı. Sanıyorum ancak kendine geliyor. Evde merdivenleri çok rahat çıkar oldu. Bir de adlı adınca yaramaz oldu. Bize kızınca eşyaları yere fırlatıyor, gözümün içine baka baka. Ben ise "irrasyonel" davranışlar karşısındaki "anlamayan" bakışımla hiç etkili olamıyorum. Biz kızınca, karşımızda dansediyor. Yani güç savaşında yeniğiz. Kızlar uslu, erkekler yaramaz tezi bir kez daha çürüdü. Çocuğuna bakar. Halası üzülüyordu, Mina bir şaplak atacak, Nehir ne yapacak diye. Cevap veriyorum: Bana vuracak.

Ah, ne bileyim. Kafası da karışık. Bugün bana masal anlattı. "Bir varmış bir yokmuş, bir küçük Nehir varmış" diye başladı, "Anne ve baba yorgunmuş" diye devam etti, aralarda "dressing change" girdi konuya, "baba işteymiş" eklendi...

Henüz olup biteni biryerlere oturtmaya çalışıyor. Bir yandan bu eve alışmaya. Bize ev gelen burası, ona hala yabancı. Anlamak ve anlamamak, uyum ve uyumsuzluk bir arada. Biz de kimi zaman yardımcı oluyoruz ama esasen onunla, Amerika'daki hayatımıza kıyasla, daha az ilgiliyiz. O da ilgi çekiyor sanırım.

Evet, bu olmalı. Alıştığı ilgiyi, "karıştırarak" çekiyor.

Doğa çözümünü üretiyor.

Leyla ise bugün isyan etti, "Hep onun tarafını tutuyorsun" diye.

Anne bitlerini temizlerken bir yandan "normal" hayat düzenine başlamaya, ve evdeki hali anlayıp, yeniden "hakim" olmaya çalışıyor. Beki de o nedenle eve yardımcı istemiyorum. Fiziksel ve ruhsal düzenlemeler oluşsun öncelikle."Dışarı" etkiler başlamadan.

Keyifler iyi. Oğuz Amca'sı domuz giribinden yatan hepa filtreci iyileşmiş mi??? Burada havadaki "gaz" oranı akşamları dayanılmaz. Sudan geçtim, solumak istiyorum.

Bitliii, bitliii diye "dalga" geçenlere nanik yapıyorum! Yakında bayram ziyaretleri yapacağız, kolonicek!

Tuesday, November 17, 2009

O-oh

Hmmm, iki haber var esasen.

Birincisi dun terapistimde bir döküldüm bir döküldüm. Tüm taşları saçtım ortalığına, tüm duygularımı, hikayeyi de anlattım.

Sonuç: İlaca şimdi gerek yok, ara ara görüşelim, mesela gelecek pazartesi! dedi. Sonra da "Bu yıl finansal olarak da zormuş sizin için, benim de çorbada tuzum olsun" dedi! Ben de şaşkın, "Orta bir nokta bulalım bari" dedim, tesadüf, tam da yanımdaki parayı telaffuz etti! Çok komik. Visualization bu olsa gerek!

Çıkışta eve kadar bir saatlik trafik yolculuğum müzik ve neşe içinde geçti. Her şeyi bırakınca öylece, arabadaki CDler neymiş hiçbir fikrim yok iken, baktım, hatırladım, müzik keyfim yerine geldi.

A tabi, sahne biri unuttum: Ben saat ikide kapıyı çalıyorum, ve sekreter bana şaşkın bakıyor, ben tabi randevuyu yanlış hatırladığımı anlıyorum ama "Bugün mü bari, kaçırmadım di mi" diyorum ve neyseki saat beşte imiş-miş.

Bu da hiç hesapsız Nurgün'le harika bir kahve sohbetine yol açıyor!

Yani dün "anne" günüydü. Nehir'in en uzun dün bırakmış oldum. Annemlere gittiğimde almak için, hiç ağlamadan, boynuma sarıldı. Küçük bir çocuğun sevgiyle boynunuza sarılması gibisi yok!...bence. Dışarıda olmak, kendimle bir günün çoğunu geçirmek beni daha "sabırlı" yaptı dün.

Bu sabah ise...da na na nannn...

Banyo yaptım, saçımı tararken havluya küçük bir canlı düştü! Bir anda 1979 yılına dündüm, ve "Bit" dedim. İnanmak istemedim ama basbayağı benziyordu. Hemen uzman anneme "Anneeee yetiş" dedikten sonra... bir baktıkki, gerçekten de bir bit.

Annem, hemen bir "anti bit" şampuanı aldı...derken ben Alo Acil Bit Hattı, Hande'yi aradım. Hande kısa bir özet geçip, zırt diye bana "iyi" bir bit tarağı getirdi. Ve ben şampuan sonrası taradım da taradım...kaşınmaya başlamışsınızdır!

Uzatmayayım. Ben ne zamandır kaşınıyor, ama bunu strese bağlı egzama diye yorumlayıp, bir vakit ayırıp da dermatologa gidemiyor-idim.

Bityeniği ise şu: Bu bit Made in USA mi, yoksa Made in Turkey mi? Yoksa dünya vatandaşı uçaktan mı??

Bilmiyorum. Kızlar şimdilik temiz.

Herkesi arayıp, sakin bir sesle, böyle böyle bitlenmişim dediğimdeki çığlıklar duyulmaya değerdi. Bir saniye sonra idrak ediliyordu hep! Derken aklıma Bilge geldi! Veee Bilge'yi arayınca, "Dur yaw ben de kaşınıyorum bir haftadır" deyince, ben içimden "O-oh" dedim...Sonuç pozitif!

Basit bir tercih yapacak olursak, domuz girib vs bit....ben bit diyorum. 1979 yılında annemle babam yok iken bu iş abimle başımıza geldiğinde, eğlenmiştik. Anneannem ve babaannem şaşkın, biz, abimle, bilgiç bilgiç, sayar gösterir, eğlenirdik...Bugün anneannem ve babaannemin şaşkınlığı vardı bende...nasıl, nerden, ne zaman...5N1K.

Sağlık raporu: Leyla'nın ateşi ilk geceden sonra yükselmedi, öksürük devam etti, evde...Nehir antibiyotiğini bitirdi, ama doktoru arama işini yarına erteledim. Aslında bizim doktorlar istememişken kan tahlili anlamlı gelmiyor, hele virus yuvası hastaneye gitmek bu iş için...bari bir hafta olsun da anlamlı bir sonuç çıksın dedim...ne bileyim.

Gördüğünüz gibi bizde "aksiyon" eksikliği yok, nerde az ihtimal orda biz. Buyrun bekleriz!

PecanNot: Ah Pecan cım ah diyeceğim. Mühendis değilim, ne hoş ki! Doktora için ise haklısın, çok uzun ve meşakkatli bir iş, ve özellikle sonu herkes için zor oluyor. Değer mi? Bilmiyorum bu tip hesaplar ancak ölme noktasında tutar herhalde. Ben yolun başındakilerine, "İyi düşünün, yapmayın" dedim, diyorum çok. Heleki, "esnek iş", "akademisyenlik, anne olmaya uygun bir meslek", "özel sektörden sıkıldım" veya "mezun olunca ne yapacağımı bilmiyorum, bari doktora yapayım" gibi nedenlerden şüphe edersem. Politiklik aynı, çünkü örgütlerin içinde var (ben örgütçüyüm bu arada, ne demekse). Sonra da iş bir pozisyon bulmak, ve çok haklısın devlet bir zor, vakıflar da ayrı. Ve bu yıl zor. Çok çok kolay gelsin diyorum. Sana bize CVni gönder diyeceğim ama bilmiyorum kadro işlerini! :)))

Sunday, November 15, 2009

Oksijen Temalı Gezilerimiz II

"Pecan" biraz daha karamsar yazmıştı uyum sürecini, Neşe biraz daha umut verdi.

Uyum, tabi, her alanda aynı şekilde olmayacaktır. Pecan'ın sözünü ettiği "iş"le ilgili uyum-uyuşamama-zorlanma durumu bana uzak. Hatta, ben de o masaya yapışanlardan mıyım dedim. Yok yok değilim. Ama üniversitelerde oda mühimdir. Her öğretim üyesi, hele ki devlet üniversitelerinde, bir gün kendine ait bir odası olacağı hayaliyle yaşar. Ben de "enn" sonunda, az da olsa, bir kademeyi aşıp, "büyüyünce", odam odam canım odam, bari odamı kaptırmasam haline girdim çoğunluk gibi.

Benim uyum sorunum "teknik çevre" ile ilgili. Şimdi elimde bir su arıtma tesisi şeması ve beklediğim "teklif" var. Hem mikrop, bakteriden, kurtuluyoruz, klorlayarak, sonra da kloru tutarak klordan. Bu klor üzeri kare, sonra da kloru tutma bende şüphe yarattı. Tutamazsak, vay halimize bir kimyasal. Bir de istersek kireçlenmeyeceğiz. Ben toplam maliyeti henüz görmeden tahminle, "Biz kireçle yaşamaya alışığız" dediğimde, arıtmacı bey güldü. Calgonit var. Ki ben de yok. Ama birden pufuduk pufuduk olamayan havlular, ve her türlü yumoş reklamı gözümün önünden geçiverince, bir an "acaba" mı dedim.

Okuduğunuz üzere "hal"im daha iyi. Bundaki en önemli neden, dilimi ısırdım (ger çek ten), Nehir'in "ilk" ateşinin muhtemelen basit bir viral enfeksiyon olup, geçmiş olması.

Başka bir neden pek de yok.

Bir yandan organik sebze, meyve bulabiliyor, "gezen" bir de tavuğumuz oluyor, iki cumartesidir.

Ama şansa diyeyim, ya da her zamanki hal mi bilmem, hava çok kirli. Özlem, geçen gün koyduğum vapur fotoğrafına, İstanbul fotoğrafı ne güzel diye yorum yapınca, ben vapurun "kıç"ı görünen fotoğraftaki, Kartal kıyıları üzerindeki hava kirliliğini de çekmiş olduğumu farkettim, üzüldüm.

İşte bugün bu meyanda, Belgrad Ormanında yürüyüşe gittik. Oksijen aldık. Keşke bir de depolayabilsek.

Su deposu yerine, hava deposu. Yaw, Japonların yok muydu "pure" oksijen kürleri, bak şimdi yazarken aklıma geldi.

Ne bileyim.

Bir öyle bir böyle. Şimdi esasen hala enfeksiyondan korunma, gelecek günleri az kaygıyla geçirme işlerimiz var.

Derken, Leyla'nın sabah başlayan öksürüğü, akşam sıklaştı. Ve biraz da ateşi çıktı. Zrytec, çinko, beta-glucan, balık yağı, pastil gibi bir karışım verip, ardından da yarın odasında kalması gerektiğini söyledim. Önce acımasız geldi, sonra bizim hep karantinada olduğumuz günler aklıma geldi, hastane odasında. Kendi odasında, oyunları, kitapları ile iyi vakit geçirebileceğini düşünüp rahatladım. Tabi okur sormaz mı, peki siz anne baba olarak bir maske bile takmazken, bu ne turşu diye. Mahçup gülümserim sadece. Umarım Leyla akıl edip de sormaz bu soruyu. Ne de olsa henüz "teenager" değil.

İşte istanbul'da yoğun grip altında geçen günlerimiz.

Thursday, November 12, 2009

Hmmph: Ateş

Ne mi oldu.

Baba hasta idi, derken ben hastalandım, ve biz eve kimse almayalım, çocuklardan uzak tutalım derken kendimizi sakınmadık ve dün Nehir ateşlendi.

Öğlen, 37.7 yi görünce ben, çare yok, Dr. R.'i aradım (isim yazmayayım TRde sorun olur belli mi olur). Doktor da , göreyim, deyince, saat altı gibi, babayla götürdük, Leyla'yı anneanneye bıraktık.

Hemen kan tahlili yapıldı. Doktor, lökositler düşük çıkarsa hastaneye yatırmam gerekir dediğinde yüzümün ve ruhumun aldığı buruşukluğu görmeliydiniz. Hiç uyuşturmadan "cart" diye yaptıkları kan tahlili sonucu lökositler yüksek çıktığında, rahat bir nefes aldık. Bu kez sorun, bizim antibody protokolunu hiç bilmeyen (doğal olarak) doktorun, çok yüksek lökosit (normalde enfeksiyon belirtisidir) değeri nasıl yorumlayacağı idi.

Neyseki, eve gidin, kötüleşirse gelirsiniz, bu şansı verelim dedi, ve eve geldik.

Nehir'e hiç kıyamadım, bir daha bir hastane yatışına, bir yandan da Leyla'yı yine, "pat" diye endişe ile evde bırakıyor olmak fikri germişti beni.

Geriliş o geriliş diyebilirim.

Eve gelince, hemşiremiz Marcelle'i bulup, konuştuk, o beni rahatlattı, "Muhtemelen viral bir şeydir" diye. Sonra SKYPEde Özlem'e danıştım, o da gece boyunca nelere dikkat edeceğimi söyledi.

Nehir gece yarısı ateşlendi, ama sonra ateşi çıkmadı, ama ben genel olarak "çöktüm". Yani yo rul dum. Bir daha bir daha bir daha...

Bu evle büyüyen iş yükü, yaklaşan ikinci dönem, Nehir'i böyle hassasken onu bırakma bırakmama ikilemi, kime bırakmalı sorusu...kafamın içi doldu.

Baba "Gülümsemiyorsun" diyor.

Bu sabah okula toplantı için gittiğimde, çok iyi geldi. Arkadaşlarımı görmek, akademik düşünmek, metroya binip, yürümek...iyi geldi. Annelikten uzaklaşmak.

Bunu yaparken Nehir'in babasıyla olduğunu bilmek. Hiç aklım kalmadı. Eve geldiğimde Nehir neşeyle kapıdaydı.

Sonra Leyla geldi. Nehir, Leyla okula gidiyor diye, eve geldiğinde onunla uğraşıyor! Bana yapmadığını ona yapıyor. Leyla odasına gidip kapısını kapatınca, bu kez iyice keyfi kaçıyor. Bu arada banyoda oyuncak tabaklarını yıkarken, bir de ne göreyim, İSKİnin suyunu içiyor lıkır lıkır! Hissettiğim öfkeyi, "frustration"ı anlatamam. Acaba bir bakteri, bir mikrop aldı mı...yine mi hastalık...derken "çöktüm". Ama çökecek yer kalmadı, zaten dipteyim.

Baba beni "Enerjisi yerinde bak, sevinelim" diye uyardı, haklı olarak. Evet, bir iki gün cansızken, bugün ilk kez canlandı. Tam canlandı. M A Ş A L L A H.

Yine de yorgunum ve yatıyorum erkenden. Enerjimi, kendimi, neşemi geri istiyorum. Aslında hepsi bende saklı biliyorum. ELMAAAAA!

Tuesday, November 10, 2009

Park-ing, Bu Kez İstanbul'da (Accutane Beşinci Tur Bitti)





İstanbul'da nefis bir hava. Sabahları. Akşamları ise çöken kirlilik.

Sabah uyanır uyanmaz, havayı kokluyorum, temiz olunca camları açıyorum. Oldum olası temiz hava derdim vardır. Bunda belki de dokuz aylıkken araba egzosundan zehirlenmiş olmamın bir etkisi vardır, bilmem.

Dün öğlene doğru hava güzel iken, Bebek Park'a yollandık. Hande-si'ne de uğradık, ve tam vardık ki Nehir uyudu. Biz de kahvelerimizi aldık, ve bir banka yerleşip, Nehir arabada uyurken, mecburen (!) sohbet ettik. Kahve alırken, bir anda hastane günleri aklıma geldi. Sanki çok geride kalmış gibi, halbuki, tam bir ay oldu, son gidişimiz.

Uykudan sonra ama Nehir keyifle oynadı, biraz. Kumda "abla" küreğini verince, utandı, gülümsedi. Keyfimiz yerinde, Leyla'ya yetiştik akşam.

Hava durumu çarşambadan sonra hava sıcaklığı düşecek dediği için, ben de azimle bugün yine yollandım, yine Hande-sini aldık. Ve Nehir yine uyudu!

Bu kez kahveye nefis büfe tostu da eklendi! Ne diyeyim, tost özlemiş değildim ta ki, birden "Aaa, tost yaw" diyene kadar. Nehir bu kez tam iki saat uyudu arabada. Ben, "Ne oluyoruz " dedikçe, Hande "Bir şey yok, uyuyor çocuk" dedi. Sonuçta, GMCSF'ler uçmadan bir gün önce kesildi, ondan önceki iki hafta ve üzerine jet-lag normal, sanıyorum.

Yine de terapistime gideceğim. Bu ara üzerimde şöyle bir ruh hali var, "Biliyor musunuz başımıza ne geldi deyip, ağlamak istiyorum"...geçti denmesini duymak. Ya da benim aklıma gelmeyen "cuk" bir laf. "Flow" etkisi yaratsın, biraz beni bu alacakaranlık ruh ahlimden çıkarsın.

Nehir'im ne yapıyor. Bugün "Dükkana" gidelim dedi, "Giysi bakmaya". Amerika'daki rutine dönmeye çalışıyor. "Burası evim değil" diyor kızarsa. En çok da sabahları babayı ve ablayı yolcu etmekte zorlanıyor. Ve Maksi'den korkuyor. Maksi gelen geçene, ve eve gelenlere havladıkça, iyice korkar oldu. Evden çıkınca, kapıda elleriyle kulaklarını kapıyor, halbuki Maksi bize havlamıyor! Denize ise özel bir merakı yok, ben şaşırıyorum. Gemiler daha çok ilgisini çeker diye düşünmüştüm, bizimki Houstonian olmuş meğer! Yeniden İstanbul'u ne yapıp sevdireceğiz, çaresi yok!

Bana yazıp, yemek kaynakları için bilgi verenlere teşekkür ediyorum. Aslında ben de organikte çok zorlanmayacağımızı anladım. Cumartesi günü almış olduğum, "free-range" tavuk o kadar lezzetli oldu ki, Whole Foods'tan güzel oldu. İkidir ise palamut yiyoruz.

Şimdi iş, perşembe sabahı su filtresi randevusu ve beklediğim hava filtresi haberinde.

Yavaş yavaş toparlanıyoruz. Nehir'in günlerini hareketli, keyifli geçirmesine çalışarak bir yandan. Yarın onu parka bu kez uyku tutmadan götüreceğim artık!

ÖzlemNot: Arkadaşım sen benim sesimi ve sorularımı özlemişsindir! Ben de senin yanıtlarını özledim!

NazlıNot: Nazlı ne iyi etmişsin! Müziğimi hatırladım ve hemen Fizy "playlist"imi çaldım, üstelik en son hastanede bölük pörçük, sorunlu dinlemişken burada çok güzel oldu.

FotoNot: Fotoğraflar pazar günkü Heybeliada Ziyaretinden. Nehir'in genel uyuma pozisyonu, biraz daha yatar hale getiriyoruz merak etmeyin.

Friday, November 6, 2009

Kayıttayız: Sosyalleştik

Hoşgeldiniz mesajlarınıza ve tüm iyi dileklerinize çok çok teşekkür ederim-ederiz.

Bugün itibariyle eşyamız yerleşti...gibi.

Uykumuz yerleşti...gibi.

Halimiz iyi...gibi.

Gibi çünkü, bende paranoyak haller var. Bu gece birden Nehir'in karnı, karnı değil, eski yeri diyelim, şiş gibi geldi. Hala da kafam takık. Biliyorum, değildir, aynı yerde de olmaz...ama bir anda elim ayağım boşaldı. Bu durum en iyi tabirle sıkıcı.

Konuyu değiştiriyoruz.

Bendeki evi toplama ve evde kalma isteği, jet-lag, ve yağmurla karışınca, alışık olmadığımız bir halde evdeydik. Sadece salı günü bir saat, evin yakınındaki parka gitmiştik. Evet, bir şekilde kalabalığa karışmama isteğim vardı. Sanki bir adadan şehre gelmişiz gibi, İstanbul'un kalabalığı, trafik gürültüsü, akşam muhtemelen yanan ucuz kömür kirliliği, veya egzosla karışık koku derken, içim kapanmıştı.

Üstüne üstlük, şu yeni tarım yürütmeliği, arkasından beklenen yasa, tuz ve biber olmuştu.

Nasıl yapacağız dedim: Yine organik, ve "gerçek" organik bulma çabaları, "free range" tavuk yoksulluğunda tavuk...eve hava filtresi, su filtresi lazım işleri...

Derken güzel yurdumun gerçeği yüzüme yapıştı: En temel gereksinimleri, barınma, yeme, içme, deki zorluklar. İyiye gidiş değil de cahillikle artan tuzaklar.

Leyla Müzik kitapçığındaki marşları gösterdi, birkaç gece...Çıktık açık alınla...Türk Önde Türk İleri...Kaldı mı bu marşı, "içi dolu" söyleyen. Yapan. Çabalayan. Kendini ileri götürme çabası dışında "memleketi" ileri götürmeye niyetli birileri...

Velhasıl, şu hastalıkla başgösteren karamsarlık hali beni esir aldı.

Yoruluyorum, basit şeylere ulaşmadaki yaşadığımız güçlüklere, çıkarılan engellere.

Hande, "Yapcak bir şey yok, burası böyle, yapacaksın" diyor. Ne bileyim bu koyuyor insana. Çıkmazı bilmek üzüyor. Yaparım elbet ben. Bir şekilde çözüm arayışlarına girdik bile. Arkadaşlarım da kaynak ve yol gösteriyor. Keçi sütünden peynir, zaten alırdım, bir parça daha iyi olabilecek bir yoğurt, kendi beslediği ineklerden günlük süt getiren bir kadın tel-i, tavuk, filtre arayışı, öneriler...

Michael Jackson'ın "Scream" klibi vardı bir zamanlar, Janet Jackson ile, fırlatırlar, bağırırlar, işte bu ara öyle bir ruh halindeyim. Bağırmak ve tabak kırmak istiyorum.

İşte böyle halim pek yaman iken, "kızzlaaarrr" ile buluştum bugün. Kızım da babasıyla Bebek Park'a gitti. Yani Nehir Türkçe konuşan çocukların arasında ilk kez girerken, ben de bütün bir yıl beni, bizi ayakta tutan arkadaşlarımla buluştum.

Anne kız "mutlu" döndük. Nehir "Denizin yanında niye park var" demiş. Ah güzel kızım dünyanın en güzel parkı da o yüzden! "Yok böle bişi" cinsinden!

Ben salata yerken, Hande tatlıma karışırken, her bir arkadaşıma sarıldım, hasretle sevgiyle, onlar bilmiyor minnetle.

Lütfen eski neşeme, TR sevgime kavuşayım. Dert etmeyeyim şartları bu kadar, elimden geleni yapayım, gelmeyen için yorulmayayım. Akışa bırakayım kendimi. Şükredeyim sadece bugüne geldiğimiz, ve kavuştuğumuz, kızımız sağlıklı ve mutlu olduğu için. Evet, masada neşeli yemek yerken Nehir "Anne Whole Foods"a gidelim diyor, Leyla gülerek, "Burada Makro var" diye düzeltiyor. Ve Nehir'in peşinde koşmasından sıkılıp, "Anneee, durumumu anlamıyorsun, ben de ben de diyen biri sürekli" diye serzenişte bulunuyor.

"Benim hala umudum var, İsyan etsem de istediğim kadar".

Her şey bir yana, Nehir'im sağlıklı ve mutlu!

Monday, November 2, 2009

Hurrayyy, İstanbul'dayız




Yazamadım.

Çünkü toplandık da toplandık. Sonra baktık hala toplanmamışız, biraz daha toplandık. Ve toplayamadıklarımızı kutulayıp Nursen Teyze'ye bıraktık. Bu işleri gece yaptığımız için, son gece dörtte yattık. Ve haliyle yazmak deği,l bilgisayarımı bile açmadım. Bilge olmasaydı toplayabilir miydim. Ha yır. Meğer Bilge bavul toplama işinde çok becerikliymiş. Ben stresli o rahat yerleştik olabilecekleri.

Nursen son gün kaç kilometre yaptı ona sormalı, ama bizim arabayı bırakma, fazla eşyayı garajlarına koyma derken Houston'u dört döndü. Teşekkür etmek az gelir. En son bizi havaalanına bıraktı...vedalaştık. Yakında görüşmek üzere deyip.

Arada ne yaptık şu anda anlamı kalmadı, sadece benzin bitip son klinik kontrolü sonrası yolda kalmacamız var, bir güzel yağmur altında ama pek uygun bir yerde. Triple AAA ise yardıma geldi, iyi ki yaptırmışım. Belki de bilinçaltı, yaptırdık bak kullanamadık dememek içindir. Ama Mahmut'a kalırsa daha önce de yaptığım bir şey, hala öğrenememişimdir. Ama olsundur çünkü hep uygun yerlerde kalıyorumdur.

Peki nasıl uçtuk? Nehir heyecanlı mı heyacanlı idi. Uçuş ise tam dolu idi. Hatta son gece dörtte yatıp iş yaparken, online check in yapmadığımız için Bilge az kalsın, "yer yok" diye uçamıyordu. Biraz "gate"de ne yapacağız şimdi diye bekledikten sonra sonunda uçabildiğimizde rahatlamıştık. Yani psikolojik olarak. Çünkü verdiğimiz bavulların üzerine bir de Cevat Kelle durumunda olduğumuzdan, Lufthansa 747sindeki sıkışık koltuklara sığmakta zorluk çektik. Nerde THYnin güzelim Airbusları dedik.

Nehir Amerika saatiyle gece 10 gibi uyuyup, 12.30, 1 gibi (AM) uyanıp bir daha da uyumadı. Küçük bir çocukta adrenalin var mıdır bilmem, Özlem'cim bilir, ama Nehir İstanbul'a kadar uyumadı. Frankfurt'ta inince neşeyle, bavulunu çekiyordu seke seke. Frankfurt'ta tekrar binince ise, tüm öz hazırlık konuşmalarına rağmen, kucağımdan inip kemer bağlama itirazı bir tantruma dönüştü, ve tantrum ön koltuktakı orta yaşlı, tahminim hayata gözleri bulunduğu yaşta açmış hanımın "şşşt"iyle perçinlendi. Ama ben Houston-Frankfurt arasında sadece bir buçuk saat uyuduğum için, Frankfurt'ta, hem de Airbus'a binip, ayaklarımı uzattığım için, iki saat deliksiz ve hiçbir şey duymadan uyudum. Uyumuşum. Bu arada Bilge Nehir'le kitap okumuş, kahvaltı etmiş, oyun oynamış, ben uyandığımda ise Nehir DVD iziliyordu.

Nehir havaalanlarında maske ile idi. Houston'da "special assistance" diye daha az kuyruklu bir güvenlik kontrolden geçtik. Benim aklıma gelmezdi, Bilge ayarladı hemen. Bu arada güvenlik benim bavulumu açtı, bir baktılar kavanoz kavanoz "erzak". Arada parlak kağıttaki, dondurularak kurutulmuş blueberrylere şaşırdılar, X-rayde anlaşılmamış. Derken Accutane vermek için yanıma aldığım "paste" i görüp, bu olmaz dediler, ama o ana kadar sesi çıkmamış ben atmaca gibi atlayıp, "Olmaz o bana lazım dedim", "Peki" dediler.

Ah işte uçuş manzaraları.

Ama ennn güzeli, Nehir'in İstanbul'a indiğimizde bağıra bağıra "hurrreyyyy, huuuurrrreyyy, hurrreeyyy" diye bağırmasıydı. Nasıl mutlu idi. Birileri bakıp, gülümseyince bu kez utandı.

İstanbul'a inince kapıdan bir yer görevlisi ile kalabalığın arasında en az kalarak, pasaport kuyruğunda beklemeden çıktık, ve babası almaya geldi içeriye. Sağolsun babanın gözü kimseyi görmedi, ve kızıyla kucaklaştı. Çok da duygulandı. Nehir tekerlikli sandalyede ve maskeli idi. Doğrusu ben de tüm bu yıldan sonra Nehir'in sağlıklı ve mutlu varmış olmasına çpk sevindim. "Se vin mek". Çok şükür.

En son klinik randevusunda Fatih Bey'i gördüm. Ve sarıldım. Aslında Türk de olsa adet değil diye önce izin istedim, sonra sarıldım. "Bundan sonrasını bilmiyoruz ama biliyorum ki en iyisini yaptık" diye teşekkür ettim. Bu yolculuğun en başındaki yönlendirici, bilgiendirici, en önemlisi rahatlatıcı, doktorluğunun dışında yüreği kocaman, güleryüzlü Fatih Bey.

Dr. Russell ile de konuştuk, ona bir nazar boncuğu verince, küçük bir kart ve hediye paketi içinde, gözlerini açarak, "Geliyorsunuz değil mi" dedi, veda mı ediyorum diye endişe ile. Aslında bir kutlama olsun, bu önemli "mihenk taşını" hatırlayalım istediğim içindi.

İşte böyleee. Havaalanında annemler ve Leyla ile kucaklaştık. Leyla hemen, "Ağlıyor musun?" dedi. Ağlamadım. Eve gelirken baktım yine İstanbul artmış. Ufak tefek yenilikler olmuş. Vodafon her yerde olmuş, en azından havaalanı bölgesinde, yeni bir alışveriş merkezi, derken bize yakın taksi durağının kulübesi yenilenmiş. Bizim yokluğumuzdan yararlanıp, evimizin girişine koca bir çöp konteyneri konmuş. Yani misafirleri çöple karşılamamızın özellikle bizim için yararlı olacağı düşünülmüş.

Aslında esasen sanki bir yıl değil, bir haftasonu gidip gelmişiz gibi hissettim eve girince. Ev gözüme süslü ve kalabalık göründü, eşyasız bir yerden gelince. Bavullara "hatırası var " diye yerleştirdiğimiz onca şeyin hatıra kalabalıklığında nereye, nasıl yerleşeceğini henüz anlamış değilim. Acaba Orhan Pamuk'un müzesinde bu koleksiyona da yer bulunsa. Biriktirdiğini bilmeden biriktirenler için.

Nehir ve Leyla uyudu. Leyla nasıl büyük göründü gözüme. Nasıl olgun. Nasıl neşeli, her zamanki gibi. Nehir'e ilk iş, "Artık bu evde zıplayabilirsin, aşağıdan kimse gelmez" dedi. Sonra "Hande sana ne yapmış biliyor musun" deyip, Nehir'in "Pastaaaa" demesiyle, Hande'nin, halanın tavuskuşu, Aydonat'ın ahtapot dediği uçan kelebek hoşgeldin pastasını yedik. Dayı, hala, babaanne, dedeler, anneanne...Herkeste yeni oluşmuş, bizim de perçinlediğimiz bir öpüşememe durumu.

Bu yoğun hareketlilikten sonra Nehir akşam sekiz gibi uyudu, bugün öğlen 12.30 gibi, accutane'i artık daha da fazla aksatmayalım diye, biraz bizim sesimizle uyandı. Ben ise gece normal yatıp, sabah da normak kalkmama rağmen, öğlen bastıran ani uyku sonucu üç saat rüyalar alemindeydim kanapede.

Akşam oldu, bende hafiften bir uyku hali. Yazarken kendimi tuhaf hissediyorum. Türkiye'de yazmak ilginç geldi. Yabancı. Çalışma odamdayım. Ve sanki koca bir yıl geçmemiş. Oysa bu odada başlamıştı doktor arayışımız, telefon telefon telefon...ve hastaneye gidişimiz.

Leyla şimdi "Anneee, duygulanma hemen" derdi. Nehir'im sağlıklı ve mutlu. "Biz nereye geldik" dediği evinde. Ablasına "Müzeye gidelim" ve "Memorial Park'a gidelim" diyor! Bir yandan da hep peşinde hem ablasının hem babasının. Yatağında uyuyor, ben yanındayken! Ara ara uyanıp, "Anneee evimize gidelim diyor", büyük yatakta yine birlikte yatarız beklentisiyle tahminim.

Alışma dönemindeyiz evcek.

Hoşgelmişiz.

FotoNot: Uçuştan bir gün önce: Annesi kızına kocaman bir öpücük kondurdu! Koca bir yılı harika geçirdi!!! Nursen Teyze'nin evinde Bilge ile. Ve sonuncu fotoğraf: Annesi kızını iki saat Nursen Teyze ve Bilge'ye bırakmış, doğumgünü hediyesi SPA'ya gitmişken, Nursen Teyze ile!!!!!!!!!

Wednesday, October 28, 2009

Bavul-ing

Saat 1.00 AM, tam alarak. Harıl harıl bavul topluyoruz.

Ne yaptığımıza inanması güç ama yaptık. Doll House artık bir bavulda! Burada bırakırız derken, ah bu "hatırası var" dürtüsü ve de Nehir'in bugünlerde sabah kalkıp ilk iş oynar oluşu...Bilge ile çatır çutur "demonte" edip, koyduk. Yazarken gülesim geldi.

Sabah ise Nehir'i hayvanat bahçesine götürdük!!! Akşamüzeri hava döndü, gidene kadar artık yağmur. Maum Houston yolcu ederken hep böyle su döküyor!

Yarın sabah klinik randevusunu iyi ki 9.15'e almışım, şimdi acaba ne kadar gecikirsek bir şeycik olmaz planı yapıyor, hepinizi hasretle öpüyor ve bir güzel bugün kendi kendine uyumuş kızımın yanına gidiyorum. Bir ara fotoğraf eklerim.

Tuesday, October 27, 2009

Park, sonunda

Uykum geldi de geldi. Bu sabah hava gri kalktık, ve ilk soru, "hani güzel hava?" oldu.

Ben ikinci bavulu da yaptım, Bilge Nehir'le ilgilendi, bir yandan nefis bir somon "stew" yaptı. Nehir saat bir gibi kucağıma gelip uyudu. Pazardan beri hem öğlenleri, hem de geceleri uyuyor. Oldukça sarsılmış olmalı.

Öğleden sonra bizi merakta bırakan harika hava belirince, geç bir öğle yemeği, sonrasında Bilge'yi mağazalara bırakıp, biz parka gittik. Park çok güzeldi. Nehir'in enerjisi fena değildi.

Bugünle ilgili iyi haber, Nehir baktrimi de yutmaya başladı! Artık ezip kapsül içine yerleştirmek yok! Geriye tylenol kaldı. Şaka gibi, tylenol almak en zoru!

Derken annenin pili bitti, yatıveriyor.

Monday, October 26, 2009

Günlerrr Şaştııııı




Handecim, zaten sen buraya gelince bu gün işleri aksadı...bitsin artık gari.

Bilgecim de geldi.

Gece 11 de indi, taksi şöförünün harika alternatif yolları ile biraz dolaşıp, derken bizim yan bloğa gidip, gece yarısı yarımda elinde bavullar (boş) yürüyerek bize ulaştı!

Tabi ki gülümseyerek.

Taaaaaa yıl ben dedim, 1992, o dedi 1991, yine Amerika'da çok başka şartlar altında buluşmuştuk.

Sabah bir yağmura uyandıkki, İstanbul'umda olsak sel olurdu. Nehir ise hafif bızzzz uyandı. Derken, Bilge kapıda belirdi. Nehir Bilge'yi ilk kez görmüşken, iki dakika sonra birlikte oturmuşlar hamurdan yüzük yapıyorlardı.

İlk işimiz birlikte, annenin ayağında çikolata kaplı yağmur çizmesi, ki bu yılın bugün itibariyle yapılmış en iyi alışverişi, IHOP'a kahvaltıya gittik. Doğrusu ben çikolataları pek belirgin değil sanıyordum ama IHOP'taki hafif toplu, siyahi garsonumuz, "Hmmm, yummy" deyiverdi.

Yağan şiddetli yağmur nedeniyle, önce Nehir'in yarın başlayacağımız Accutanelerini almaya, sonra belki bir yağmurluk da kendimize buluruz diye Target'a, sonra eve, Nehir uykuya, mışıl mışıl, uyandıktan sonra Whole Foods'a gittik. Artık evde yiyecek var, yeniden. Hatta menümüz var.

Ev toplanıyor mu bilemem. Bir bavulu yaptık gibi.

Bu ara zihnim tamamen bulanmış durumda. Karmakarışığım. Başlangıçtaki karışıklığıma benzer bir haldeyim. Hele gelen giden trafiğinden, bunu sen mi demiştin, yok yok Seda, acaba Hande miydi, peki bu salata sosunu kim almıştı, düşünceler dağınık, darmadağınık, burası nasıl toplanır, bu ev bu halden kurtulur mu derken, İstanbul'dan Leyla'nın okulunda 5.sınıfta domuz giribi çıktığı haberi, hoppala durumu, aşı yok, evde ne yapacağız, bavullar bavullar, Whole Foods'u parça parça mı taşımak kolay, yoksa yap boz halinde mi taşımalı sorunsalı, bu yağmur ne zaman bitecek, ben Nehir!'i söz verdiğim Zoo'ya götürmeliyim derdi, uçakta maskeli mi, maskesiz mi durmalı, Dr. Russell ile perşembe günkü randevuda sorulması gereken sorular, peki nurtopu gibi doğmuşken eklemeler nedeniyle küvöze alınan anketimiz acaba bu hafta bitecek mi, Rice'a gidip de anahtarı da teslim etmeli, bir de teşekkür etmeli, acaba Nehir'i İstabul'da hangi havuza götürmeli, yarın baktrim de başlamalı, ama şu iğnelerden dört tane daha var bir de sabahları, Accutane 'i unutmamalı...

İşte şimdi güzel bir uyku zamanı. Şöyle bir uyumalı, sakinleşmeli, bu keyifli karşıklığın tadını çıkarmalı.

Nehir'im sağlıklı ve mutlu.

FotoNot: Ve beeeen, ısrarlara dayanamadık, evimizin fotoğrafçısı Bilge de gelince kaçınılmaz oldu. Akşam Ilgın uğradı, ilk foto, üçümüz. Ilgın'cım bize Houston'un yolunu hızla açan 30 küsur senelik ilkokul arkadaşım!, diğer ikisi Nehir'in peri kıyafetleri içinde benimle poz verişi.

SevgiliYorumYazanlarNot: Nasıl anlatsam, çok yazdım yine yazacağım, harikasınız! Ben bir şekilde yazacağım tabi, Nehir'den haberler vermek için. Önümüzdeki bir buçuk yıl bizi taramalar ile dolu bir dönem bekliyor. Durun yani, pozitif enerji şimdiden sonra yine, hem de belki de şimdi daha çok gerekiyor Çünkü artık Nehir yalnız savaşında. Tıp yapacağını yaptı. Şimdi iş Nehir'imin biyolojisinde!

Sunday, October 25, 2009

Gün 129: Houston'dayız






Houston'dayız...gece uyumuşum....akşama yazarım

FotoNot: Sondan başa...Nehir'i hastanenin dışındaki parka çıkarttığımız günler, Seda Teyzesi ile...Başında Tiarası, son gün boruları da çıkmış, kağıt işinin olmasını bekliyor, ve sevinçliyiz, babası ile Skype'de poz verdiler...Nehir'e Alexa Vakfından bir koca poşet kostüm geldi, balerin, peri, taçlar, "wand"lar, tütüler...

Sedacım bizi bir güzel getirdi, Fort Worth'den buraya. Canım kardeşim. Ellerine sağlık. Beni tanıyanlar ise benim arabayı nasıl verdiğime hayret edecekler...çok basit: yor gun luk tan...Seda'ya , "Bak nasıl verdim" dedim, o da "Sonlara doğru açılıp karışmaya başlamıştın" dedi... ha ha ha...

Ve bugün: Sabah Barnaby's de harika ama harika bir havada kahvaltı ettik. İçimdeki şükran ve mutluluk duygusu taştı. İki haftalık hastane ve sonnnnnnnnnn hastaneden sonra, Seda, ben Nehir oturmuşken, duygularım taştı. Açık hava, güneş.

Nehir sağlıklı ve mutlu.......annesi çok ama çok mutlu! Evet, tüm mutlulukları an be an yaşayacağız. ben bunu da öğreneceğim. Erteleme yok. Bugün çok mutluyum. "Şükürler olsun" çok güzel bir laf. Ve tabi kızıma da M A Ş A L L A Hın en büyüğünden.

AlexaFundNot: Cook'taki sevgli Kristy, Nehir için "dress up" bir program buldum dedi, sonra da yokoldu. Cts çıkmadan önce hemşiremiz o kocaman poşeti getirdi. Alexa, Teksas'lı ve uzun bir mücadeleden sonra Neuroblastoma nedeniyle hayatını kaybetmiş tatlı mı tatlı bir kız. Kostüm giymeyi çok sevdiği için, annesi onun adına böyle bir vakıf kurmuş, ve adını bu şekilde sürdürüyor. Teşekkür ederiz Alexa!!! Prenses Alexa.

Gün 129: Houston'dayız

Houston'dayız...gece uyumuşum....akşama yazarım

Friday, October 23, 2009

Gün 128: GMCSF and CH 14.18, day 4

Phewww

Dün geceyi ateşsiz geçirdik!!!! Yarı biletimiz hazır. Bu geceyi de atlatırsak...

Yazmak istemiyorum.

Duygularım o kadar karışıkki, bu kez toparlayaıp yazmama imkan yok. Edebiyatçılık ile "günlük" yazarlığı farkı bu olsa gerek. Hadi bakalım kolaysa yaz Zeynepçim...

Zihnimdeki kelimeler:

Heyecan, şaşkınlık, telaş, kaygı, umut, yorgunluk, hüzün, kavuşma, ayrılma, belirsizlik.

Sevinç çıkmadı, aklıma ilk gelenlerde. Bir şey beni tutuyor, hani yazmıştım ya esas sevincimi Nehir'in büyüdüğünü gördüğüm her yıla saklıyorum, tek tek.

İçimdeki duygu karmaşası öyle büyük ki, ağlamak istiyorum, ama ağlayamıyorum da.

Cook'takilerle vedalaşmak da ilginç. Houston'a gelip gidiyor olacağız ama buraya gelmeyeceğiz. Bir bağ kurmuşuz yine de farkında olmadan.

Yaw yine o müzik başladı!!!

Ben bitireyim en iyisi.

Yarın ateşsiz kalkarsak isek çıkıyoruz. Biz çıkacakmışız gibi düşünüyoruz. Nehir bugünü iyi, sadece sıkılmış, çokça televizyonla geçirdi. Hande'cim oynamadınız mı diyecek ama ayağa kaldırmak olmuyor, odada monitör ve borularından, o eski serbest hali yok, tek ilaçla ikenki.

Akşama doğru bugünkü farklı hemşirenin atlamasıyla antibodiler bir saat geç bitti. Aslında verdiği hızı arttırıp, zamanında bitirecekti, ama ben karşı çıktım, olur da bit etki yapar, sonuna gelmişiz! Ama aslında başlayan hemşirenin tüm günleri alması bence daha iyi, ama çalışma günleri genellikle üç gün ile sınırlı olunca, son akşamlar tatsız oluyor, yepyeni hemşireler.

Olsun, bitti.

Geçti kızım.

Yarın Houston'a döneceğiz. Günün en sevimli insanı telefonda konuştuğum site yöneticimiz Chris idi. Ben eşyayı Salvation Army'e veririm derken, Salvation Army kapınıza geliriz, eğer taşıyamayız derse şöförümüz, almayız deyince...ben Chris'i aradım, ne yapabiliriz, sizin bir fikriniz var mı diye...hayalimdeki yanıtı verdi: Evde bırakın biz hallederiz!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!! Nasıl sevindim. Umarım Meksikalı "maintanence"lara gidecek. Doğrusu bize yardımcı olmuş, hep gülümseyen, "aşina" insanlara bir yardımımız dokunursa çok sevineceğim. Ve de nasıl olacak, ne yapacağım derken, bu çok kolay oldu. Diyordum ki, "Aslında tam öğrenci hareketi olur, öylece bırakıp gitmek, olmaz ama ayıp olur "derken, Chris kendi teklif etti!!! Bu evi nasıl da bir gecenin sonunda Mahmut bulmuştu...Ne kadar da sevdik. Bize ne kadar da iyi geldi. Huzurluyduk. Teşekkürler evimiz.

UnuttumNot: Kızım bugün sabahki Tylenolu ağlamadan, oturduğu yerde, normal bir şekilde içti!!! Babası güldü söyleyince, "Bir yıldan sonra" diye! Büyümek böyle bir şey...hmm akşamki tylenolda biraz zorlandık ama...

Thursday, October 22, 2009

Gün 127: GMCSF and CH 14.18, day 3

Hadi bugün gülelim. Müziğin de etkisiyle dönerken yazacağım teşekkür yazısı dün çıktı tuşlardan.

İyi de olmuş, ağaçtaki "anonim"ler ve "uzaktan izeleyenler" düştüler.

İyi oldu. T e ş e k k ü r e d e r i m. Hepinize.

Ben de duygulandım, ama benim halim sabaha karşı beşte Nehir'in ateşi yine 39lara çıkınca birden "hoppala"ya döndü. Bir anda bu ateş sürerse cumartesi çıkmamızın hayal olacağını anladım. Ateşin antibodilerden olduğunu düşünüyoruz, kültürler negatif hala. Ama öyleyse, saat 8de biten antibodilerin etkisi sabah beşte hala sürer mi, sürmemesi gerekir.

Bugün Dr. Howrey de maaesef onayladı durumu. Nehir'i yüksek ateşle bırakmayız, cumartesiye bağlı dedi.

İyi haber, bir de dediki, beni ateş en az ilgilendiriyor, kan basıncı, nefesi her şey iyi, "she looks great".

Sabahımız biraz rötarlı başladı ama bir ilk daha yaşadık, Nehir uyurken yapılan iğneyi hissetmedi!!!!!!! Şaşırdım ve çok sevindim.

Bugün daha çok can sıkıntısı vardı Nehir'in ve ona bağlı mızmızlığı, ve anne de anne durumu. Seda yaklaşmaya çalıştıkça , "anneee" sesi geliyordu. Ben de artık akşam olduğunda, yorulmuş, hafiften esmeye başlamıştım ki, Nehir sokuldu, ve kolumu okşayarak, "cici" yaptı.

E, buyrun bakalım!

Ne yapacaksınız, uyku öncesi yine kıvrıldık beraber. Tatlım. Çok oldu. Biz Seda ile bir şekilde girip, çıkarken, o yine üç gündür yataktan kalkmadan, oturuyor.

Bu akşam hemşiremiz Lauren ve Kristy ile sarıldık, vedalaştık. Lauren ile daha önce de bir gün karşılaşmıştık, bu kez üç gün üsüste geldi. Jamie Lee Curtis'e benzetiyorum. Kısa saçlı, minyon sayılabilir, 55 yaşında, bence göstermiyor, çok iyi bir mizah anlayışı (sense of humour) var. Geçen gün bana çay yaptı, kendi çayından, ve Seda'ya. Anneannesi İtalyan mış, belki de o yüzden bize çok yakın bulduk.

Kristy de uğradı. Son dakikada "Size bir program buldum, Nehir istediği kostümü yazsın, gönderiyorlar" dedi, sanki kızımın tütü isteğini duymuş gibi. Bakalım nasıl bir şey gelecek. Ben "fairy" istedim, peri.

Esas işimiz ateş takibine kaldı. Akşam biraz daha su tuttu, ama göreceli olarak az. Albuminin iyice azaldığını düşünüyorum ama sabahki testler gelmeden anlayamayız.

Bugün yan odadaki çocuğun iyi olmadığını söyledi Lauren, sabahki gecikmesini açıklarken. Bir geldiğinde ise gözleri dolmuştu. Evet, geldiğimizden beri burada ve iyi görünmüyor. Allahım ona huzur versin. Anne babasına güç. Aslında dedim ya veriyor. Bugün Kristy'e form vermek için oyun odasına gittiğimde, o çocuğu gördüm, yanında pembe leğen, çıkarıyordu, yine de oyun oynamak için odadan çıkartmış ve yürütmüşlerdi.

Şükürler olsun.

Tüm evrene teşekkür ediyorum.

Nehir'im sağlıklı ve mutlu. "Havuza girecek miyim", "Mayom nerde?", "Leyla küçükken boruları var mıydı?", "Neden benim doğum günüm gelecek?", "Anne tütü aldın mı?", "Mina'ya da alalım mı, Letisya'ya?", "Hemşire neden beni sevdi?", "Çocuk neden ağlıyor?" "Anne oyun odası kapalı mı?" ,"Arabamıza binelim mi?" ,"Baba, sen yanıma gelir misin?", "Leyla da gelsin mi?" soruyor da soruyor.

TütüNot: Seda Teyzesi bugün gidip Nehir'e güzel, kımızı bir tütü etek aldı!

Wednesday, October 21, 2009

Gün 126: GMCSF and CH 14.18, day 2

Tuhaf bir rastlantı.

Bilgisayarda Nehir'e müzik çalıyordum, uyuya kaldı. Müzik devam etti. Bir anda yumuşak, hafif bir CD'ye geçti. İstanbul'daki kısa süren hastane gecelerimizde, Mahmut'un Nehir'e çaldığı CD imiş. Enstrümental, "dinlendirici". Mahmut arada çalmak istediğinde, sonraları, engelliyordum, hatırlamak istemiyordum.

Offfff.

Bitiyor.

Bitsin.

Bitmeli.

Bitti.

O zaman huzur veren müzik şimdi zor geldi. O çok zorda olduğumuz zamanda, Nehir uyuyorken, belki de gevşediğimiz tek andı. Başka bir zamana gitmişiz gibi, rüyadaymışız gibi.

Şimdi biterken, hani gün bittiğinde, yatar, o günü, yaptıklarınızı hatırlar, muhasebesini yaparsınız ya, benim de duygularım, düşüncelerim o yönde şimdi. Bugün TÜRKNA'ya, Özcan Bey'e teşekkür ettim, maille. Teşekküre kimlerden nasıl başlamalı diye düşünür oldum. Liste çooook uzun. Herkes, yapabildiği kadar, kendi imkanlarının doğrutusunda bir ucumuzdan tuttu. Yürekten.

Çok güzel, kelimelerle anlatması güç, sevgi, dayanışma, yardım "act", davranışları yaşadık bu yıl. Hep, biz de Nehir de şanslıyız diye düşündük.

Dost kara günde belli oluru gördük. Ailenin önemini yaşadık. İyiniyetli insanların yokolmadığını, hani "devir kötüleşti" derken, bizi hiç tanımadan uzanan ellere bazen şaşkınlıkla sarıldık. Gördük ki, insanlık ölmemiş.

Doğrusu beni en çok etkileyen bizi tanımadan Nehir'i takip eden, yardım edenler oldu. Hep, "Ben ne yapardım" diye sordum kendime, acaba bana benzer bir mail gelse ben nasıl davranırdım diye sorguladım kendimi. Bilmiyorum. Belki de onca işimin içinde, sonra okumak üzere, üzerine başka onlarca mail yığılıp arka sayfalara kayıp gitmesine izin verirdim.

Böyle yapmayıp, okuyan, Nehir'i duyar duymaz bizi arayıp soran, buraya yazan herkese çok teşekkür ediyorum. Ailemize, anne babalarımıza, nenemize, kardeşlerimize, kuzenlerimize, dostlarımıza, eski ve yeni tüm dostlarımıza...

Ben bu yıl çok şey öğrendim.

Hayatta her an başka bir "noktada", "durumda" olabileceğimi, bir kez daha, gördüm. Vermeyi biliyordum, almayı, teşekkür ederek, kabul etmeyi öğrendim. Hayatın şans, şansızlık, mutluluk, muztsuzluk bir döngü içinde döndüğünü öğrendim.

Ölümün bir gerçek olduğunu, ama sevgimizin sonsuz olduğunu anladım. Kaybetme korkusu yaşamadan sevebileceğimizi idrak ettim. Çünkü kaybetmediğimizi, sevginin zamandan yerden bağımsız bizde saklı olduğunu "kavradım". Bu öğrendiğim en özgürleştirici ders oldu.

Ama en önemlisi çocukların gücünü gördüm. Gördüğüm onlarca onkoloji hastası çocuğun her biri gülüyor, oynuyordu. Burnunda tüple, bacağı kesilmiş, ameliyattan çıkmış, anne veya babasının kucağında her birine hayranlık duydum. Çocuklara "çocuk" demenin, büyükten farklı, "küçük" görmenin yanlışlığını anladım. Onların "küçük"lüklerinin hastalıklarıyla birlikte yaşamayı öğrenmelerindeki rolünü gördüm. Her biri o kadar büyük ki bu koridorlarda. Kabullenmiş, ve güçlü. Hayatlarından, oyunlarından vazgeçmeden, "whining" yapmadan, mızmızlanmadan, yaşıyorlar.

Ve anne babaları gördüm. Güçlenmiş. Her durumda çocukları için var olan, onların rahat etmeleri için her şeyi yapan, onlar da kabullenmiş, güçlenmiş.

Biz bir aile olduk. Kocaman ve çok güçlü.

Kızlarım bu yıl büyüdüler. Leyla İstanbul'da, Nehir Houston'da.

Hiç olmasaydı. Ama oldu, değiştiremeyiz, bundan sonra olacakları da bilmiyoruz. Sadece aşağı yukarı bir yol belirleyip o yolda ilerlemeye devam edeceğiz. Öğrendiğimiz dersleri, yaşayacağımız yeni deneyimlere katarak.

Nehir'im sağlıklı ve mutlu. Bugünü düne göre çok daha iyi geçirdi. Tansiyonu normal, kalp atışları dünkü 170ler yerine 148lerde kaldı. Ağrısı için ek doz morfine ihtiyaç duymadık. Ativan'e gerek olmadı. Sadece ateşi 39-40 seyretti. Bunun ilaç tepkisi (antibodiler) olduğunu düşünüyoruz. Sedacım tempomuza ayak uydurdu ve koltuktan kalkmadan, kitabını okudu, ben ise Nehir'in Teddy Bear'i olarak yanındaydım. Günü odada, kıpırdamadan geçirdik. Bir günü daha devirdik.

Dualarınız, iyi dilekleriniz, desteğiniz için teşekkür ediyorum.

Tuesday, October 20, 2009

Gün 125: GMCSF and CH14.18, Fifth Round, 1st day

Çok bir şey yok.

Sonunda başladık. Bitişe yaklaşmanın ilk günü.

Sabah 7.30'tan itibaren "ne zaman ne zaman" diye hemşiremizin tepesine çöktüm. Dün benim şüphelerim nedeniyle, sabah doktor bizi görmeden başlatmayacaklarını anlayınca da kapı açık, Dr. Howrey'in yolunu, kovboy çizmelerinin sesini bekledim. Kapıdan, "vınn" diye, ya da "tak tak" diye geçiriyordu ki, "Hiiiii, you're gonna see us????" diye atladım atlamasına ama, beni "I will quickly see one patient and will be back" hamlesiyle zarifçe savuşturdu!

Bir patient, bir buçuk saat sürdü. Gerçi sanırım acil, ve kritik bir durumdu, umarım iyiye gidiyordur durumu.

Doktordan yüz bulamayınca hemşre baskımı sürdürdüm, ama sonuçta, 9.30 derken, 10.00'da başladık. Fena değil. Derdim, Nehir'in sabaha kendine gelebilecek bir zaman dilimi olması, ve gece biraz daha toparlayabilip, nöbetçi doktor işleri yaşamamamız.

Ama sabah neşeli olan Nehir'in önce iğne, derken monitör "led"leri bağlama, yapıştırma, borularına el atma, ve yeni VRE (popoya pamuk çubuk darbesi) testi, Tylenol, derken, tüm neşesi kaçtı.

Dr. Howrey geldiğinde, iyi haber, dünkü verilen kanla hemoglobini 12.1'e çıkmışken, kalbinde hiç "üfürme" duymadığıydı. Her çocuğun kalbinden bir dönem "üfürme" gelebileceğini, anlaşılan, hemoglobinle ilişkili olabileceğini söyledi. Bu arada Seda, doktorun, konuşkan, ve neşeli tavrı karşısında, "Bizimkiler böyle değil" dedi ve bizim Texas, Güneyli" farkı teorimize katkıda bulundu.

Sonrasında Nehir verdikleri benadril, ve başlayan morfinle saat 10.00 ile 13.00 arasını TV ve emzikle geçirdi. Sonrasında bu kez önce karın ağrısı, sonra yükselen kalp atışları ile ağrısı kendini belli etti. Ben artık öğrenmiş olduğum için, hemen ek doz morfin istedim, iki doz vermek gerekti. Bu arada yine doktorun Ativan unuttuğu anlaşıldı, o da eklendi. Nehir hafif hafif uyuyarak, ama her gözünü açtığında "Annee yanıma" diyerek, televizyonu da görmek isteyerek bir gün geçirdik.

Akşam 7 buçuk gibi, kalp atışları yine iyice hızlandı, ve ateşi 38.8, 40'a çıktı. Ben ağrısının da arttığını düşünüp, morfin istedim yine. Bir de Tylenol verdiler.

Şimdi yine uyukluyor. Sabahki kilosu 12.3 iken (yani aldığı 700 gr'ı resmen kaybetmiş bulunuyor), akşam 13 kg çıktı. Yani tablonun "su tutma" bölümü de gerçekleşti.

Bu, şimdilik, bildiğimiz tablo.

Kültür aldılar yine de.

Bakalım sıra yarında. "Buraya gelmek istemiyorum" diyordu, akşam Seda RMH'ye giderken, "Ben gitmek istiyorum" diyordu. İnşallah, bu son olacak kızım. Bu hayatının en zor dönemi olsun, ve öyle kalsın. Bir dahaki hastane ziyaretimiz, kontroller ve senin anneliğin olsun.

Monday, October 19, 2009

Gün 124:

Sabah çok moralli değildim.

Doktorun yolunu gözledim, doğrusu. Sorulara nasıl yanıt verecek diye. Dr. Eames geldi.

Kalp üfürüğü: "intermittent", ara ara dedi. Önemli olduğunu düşünmediğini, dünkü kanla, HGBsi 9.3'e çıkmışken, bugün yine kan vereceklerini, antibodilere hazırlık olsun diye, dinlemeye devam edeceklerini, gerekirse, çıkmadan bir kalp ultrasonu olabileceğimizi söyledi.

Nehir'in durumunu bana sorunca, ben hala eski "iyi" noktasında olmadığını söyledim. Ve esas derdimizin şu anda bu bakteri olması gerektiğini, onlara TR için baskı yapıyor olmak istemediğimi bir kez daha belirttim.

Ateşin, ilaçlardan olabileceğini söyledi. Midesinin de rahatsız olabileceğini. Genel halsizliğinin uzun süren hastaneden de olabileceğini söyledi. Kültürlerin negatif kalmış olmasının iyi bir işaret olduğunu da ekledi.

Domuz gribi aşısı için, gerektiğini, iki doz olacağını, Nehir için var mı yok mu bakacağını burada ya da Houston'da...söyledi.

Ayrılırken, yarın sabah ilk iş Dr. Howrey'in uğrayacağını, ve duruma göre antibodiler için karar vereceğini söyledi.

Şimdi daha rahatım.

Nehir sabah pek neşeli değildi, ama gitgide açıldı. Öğle yemeğinde büyük bir kase Seda'nı yaptığı tavuksuyuna pilavı yedi, yoğurtla. Yemek işleri Seda ile çok iyi oldu. "Amerikalı", evde yemek de pişiren Teyzemiz olunca, marketten alıp, gidip yapması, ve kapıda belirmesi bir saati anca buluyor. Bunda Seda'nın hızı da etkin. Aile için, tarihe bir not, Seda dedeye benzemiş, hızı ve "birşeyler" yapma isteği ile! Bu beni gülümsetti. Doğrusu bizim "yavaş" tempomuza yine de iyi ayak uydurdu. Hatta ilk günler benim de sağlıklı beslenmem için gösterdiği gayret karşısında benim gözlerimin aldığı şekil ile, dün akşam RMH'den brownie, ve cookie, bugün de elmalı pie getirmişti!! Bu da beni gülümsetti. Wise thinking! (Bu arada, Mahmut'çum, RMH'deki yemekler bir güzelleşti bir güzelleşti. Yaz ki her akşam hamburger, yerini farklı ve lezzetli yemeklere bıraktı!)

...

Nehir öğlen, yemeğini yiyip enerjisi yerine gelince, önce oyun odasında oynadı. Hatta oynarken, bir ilk, bir anda hemşirenin verdiği Tylenol'u aldı..-mış- yani bu ben yokken (anne odada yatmış, dergi okuyordu), Seda ile oldu...Ben "Nassı yani?" dedim, "Ağlamadı mı, kendini yere de atmadı mı???" Hayır, sesi bile gelmedi.

Akşam üzeri beş buçuk gibi ise dışarı çıktık. Bugün dinlensin, içerde kalalım derken, sonraki günleri düşününce, kucağımda da olsa çıkarmak istedim. İyiki de çıkmışız. Hiç kucağa gelmeden, bir saat oynadı. En sonunda, yoruldu, kucakta çıktı yukarı. Hava da çok güzeldi. Hande-sinin almış olduğu yelekle pek şıktı doğrusu. Bu ara fotoğraf yükleyemiyorum. Oysa dışarıda fotoğraf da çekiyoruz.

Öğlen de uyumayınca Nehir, saat sekizde, iki kitap sonra, uyuyuverdi. M A Ş A L L A H.

Nehir'ciğimin İngilizcesi de açılıyor. Bugün elini uzatıp, hastabakıcıya "hay fayv" yaptı! Biz Seda ile bakıştık. Artık sorulara, "Yes", "No" yanıt veriyor. Bugün "ver iz it buk" gibi bir cümle bile kurdu. Güler miyim ağlar mıyım. Hastanede İngilizce öğrendi resmen.

Gülerim. Nehir'i akşamüzeri biraz kendine gelmiş görünce içimde çiçekler açtı. "Aylin" demiş ya asıl yorgunluk evde çıkacak. Bana da öyle geliyor. Ama bir yandan da dördümüzün biraraya gelmesini dört değil sekiz gözle bekliyorum. Bugün Nehir küçük arabasını tutmuş, "Buraya anne oturacak, buraya baba, Nehir buraya, Leyla da buraya" diyordu. Ben "Nereye gidiyorlar?" diye sorunca, "Parka" dedi. Evet, hayalimdeki sahne. "Visualization" yaptık.

Beni ayakta tutan, moral veren, hepinize teşekkür ederim. Olacak. Toparlanıyoruz.

Sunday, October 18, 2009

Gün 123: Bulut

Akşam, Nehir yatmadan önce ateşi bir ara 37.8 oldu, sonra düştü.

Ama aldı beni bir düşünce.

Nehir bir türlü tam toparlanmıyor. İyiye gidiyor ama tam anlamıyla iyilleşmedi hala. Halsiz, bugün az yedi sayılır. Parka çıktık iki kez, akşam üzeri çıktığımızda yürümek istemedi.

Aklıma takılanlar: Ara ara olan hafif ateş, süren enfeksiyon belirtisi mi? Bakteri, kateterin çıkmasına rağmen yaşıyor mu? Sabah Dr. Beam ateş olmadığı için kültüre gerek olmadığını, istersek yapabileceğimizi söylemişti. Akşamki ateşten sonra, "charge" hemşire aradı Dr. Beam'i, bu sabah kültür yapacaklar.

Derdim, antibodiler başladıktan sonra, hem kötüye gitmesin, hem de tedavi yarım kalmasın göz göre göre.

Ne bileyim. Dönüş beni strese soktu. Ve bu kez zihinsel olarak kısa, rahat bir hastaneye hazırlanmışken, beklenmedik bir enfeksiyon, uzayan hastane beni çok zorluyor. Allahtan önce Hande vardı, şimdi de Seda. Zor olacakmış.

Sahi, hani hamileleğin son günleri bitmek bilmez, aynı o durum. Nehir'cim, hadi tatlım, bir gayretle, bir avazda şu işi bitirelim artık.

Ommmmm, rahatla, ommmmmmm rahatla, ommmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmm. Gözleri de kapamak lazım.

Saturday, October 17, 2009

Gün 122: Güneşe Uyanmak

Her gecenin bir sabahı vardır.

Bu sabah, yağmurlardan ve gri havalardan sonra güneş açtı.

Birinci haber, Nehir'in hemoglobini 7.6'dan 8'e çıkmıştı. Kendi kendine. İkinci iyi haber, geceki ateş yine olunca, ve bana düşmüş gibi gelince, hemşire baktı ki derece bozuk. Yani gece boyunca ateşi de yoktu. Sabah dörtte kan basıncı düşük olunca uyandırdılar, ve altıya kadar uyumadık. Ama iyi olan, mızmızlığının geçmiş olup kendini iyi hissediyor oluşu idi. Baba ile telefonda neşeli neşeli konuştu.

Sabah en sonunda GMCSF iğnelere başladık. Yani antibodi tedavisinin ön hazırlığına.

Bu arada nöbetçi doktor, Dr. Beam geldi. Ve üfürüğün hemoglobin düşükken olabileceğini söyledi. Yani çıkan ses üfürük gibi imiş.

En sonunda ise cerrah ekibinden bir doktor nasıl diye görmeye gelice, pardon ama bu nasıl dressing diye bir nacizane yorumda bulundum, o da çekmesinler diye özellikle yapıyoruz açıklaması yaptı. Aslında yeterli gelmedi ama, geçtik gittik.

Ve günün sürprizi. Sabah Dr. Beam'den bu güzel havada bahçeye çıkma izni aldık!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Doğrusu hem bana hem de Nehir'e çok iyi geldi, güneşli bir hava, 20 küsur, harikaydı. Bir buçuk saat kadar kaldıktan sonra geldik.

Seda'yı merak edenler.

Sedacım dünden beri arabayla ilgileniyordu. Malum durmuştu. Aküsünün değişmesiyle bugün hikaye son buldu. Yine yeni yeniden çalışan bir arabamız var. Seda alışveriş de yapınca, Nehir'cim akşamüzeri üzüm yedi, sonra Seda'nın yaptığı kuskus karışımını yedi. İştahı yerinde bir gündü.

Nehir bugün kan da aldı, hazırlık olsun diye. Canlandı.

Evet, bu karanlıktan çıkmış olduğumuzu umut ediyorum.

Friday, October 16, 2009

Gün 119: Lousy Day

Üçüncü kültür de pozitif gelince, borulara veda etmek gerekti.

Önce "peripheral" yapacaklardı, ama ben Özlem'in uyarısıyla, "Acaba o kadar uzun süre durur mu" dedim, bir şekilde Dr. Eames de emin olmak için, muhtemelen ben de zaten, uyutulsun da çıkarılsın deyince belki de, operasyon odasında uyutularak yapılmasına ve yeni geçici bir başka boru takılmasına karar verildi. Bu boru çıkarılması daha kolay, "chest"e giriyor.

Sonuçta, hem isteyip, hem de yine uyutulurken canı sıkkın ben oldum.

Şükretmeliyim. Bu tip bir enfeksiyonu daha önce yaşamamış olduğu için. Bu boruları takılır takılmaz çekip koparanlar, enfeksiyonla iki hafta içerisinde çıkarılanlar da okudum.

Bizimki iyi dayandı.

Operasyon odasından çıktığında, normalde "recovery room" a anne babaı alırken, bu kez, burada almadılar. Ancak odaya çıkacakken, koridorda buuştuğumuzda iki hemşireyle, Nehir'in ağlamaktan sesi kısılmıştı. Hemşireler de yatırmayı başaramamışlar, kucakta kalmak istemiş, kucakta çıktı, benim kucağıma geldi hemen.

Sabahki 9'da ettiği kahvaltıyla kalmış, saat dört buçuk gibi odaya döndüğümüzde mızmızdı.

Şimdi biraz daha iyi.

Yazmasam diyorum ama yeni taktıkları borunun üzerini en kötü her yeri yapışan bir şeffaf bantla kapatmışlar, yatar pozisyondayken, şimdi normal duruşta canı acıyor. Yani ne desem, "dressing"ten sınıfta bırakıyorum, topluca!!!!!!!!!!!!!!

Şimdiki durumda salıya kaldı antibodiler.

Yarın iyiyse GMCSFler başlayacak. Bilmiyorum. Ateşi 37.3...

Bu arada günün çorbaya sinek atanı, anestezi doktoru oldu. Tam uyutulmak için beklerken, kalbini dinleyip "üfürüyor" dedi. "Heart Murmur"...Ben önce adamı hemşire sandım, çıktıktan sonra, diğer hemşire adama, "Bu adam hemşire mi" diye sorup da, "Hayır doktor, çok iyidir"i duyunca bu kez beni aldı bir düşünce, acaba kemoterapinin geç bir etkisi mi falan diye düşüncelere gark ettim, Nehir'i beklerken. Odaya çıkar çıkmaz Dr. Eames'i buldurdum, telefonla. Anemikken olabileceğini, dün dinlediğinde iyi olduğunu, merak etmemem gerektiğini, ama yarınki nöbetçi doktora iyi bir dinlemesini tembihleyeceğini, ve haftasonu artık kan vereceklerini söyledi.

Ne bileyim.

Az kaldı.

Thursday, October 15, 2009

Gün 118: Devir Teslim

Gece yarısı bu kez kan alma yok, uyurum derken, hemşire kan alma hazırlığı içinde gelince, önce mavi borusu zor, sarı daha kolay diye yardım edeyim dedim, sonra düşününce, "Bu iş nerden çıktı şimdi" diye, ayaklandım, sabah dörtte oluyor bunlar. Anlaşılan Dr. Eames'in bana bu gece kan almayacağız demesine karşın, geceki nöbetçi doktor, düşük hemoglobini görünce, istemiş. Neyseki, hemşireye anlatınca (charge nurse 'e), iptal etti. Benim derdim, Nehir'in boşu boşuna uyandırılmamasıydı. Ama sonuçta bu kez ben uyanmış oldum, yine ancak altı gibi yattım.

Sabah ise gündüz hemşiresinin veya hastabakıcısının gereksiz bir yüksek sesiyle ikimiz de uyandık, 9'a çeyrek kala. Geç gibi gelse de, nk'de 9 buçukta uyanıyor olabilecek, ve dinlenmiş kalkabilecektik.

Vallahi küçük hesap sevmem, ama uykuma dokunmasınlar!

Derken Hande geldi..."Bir sorun var" diyerek...araba çalışmamış. Önce "hoppala" dedim, sonra, "Neyseki triple AAA var" dedim. Sonra ise "Geçen gün kullandığında, acaba bir şey açık kalmış ve aküsü bitmiş olabilir mi" sorusunu attım Hande'ye, nankör kedi edasıyla!

Sonra da arabaya gittim. "Çıt" yok arabada. Ronnie'yi aradım, "Bir şey açık kalmış mı?" ödüllü soruyu sordu. Ben "Hayır" deyince ise "Aküsü bitik, anlaşılmaz" diye akıllı olmayan kadına verilen cevabı verdi, ben de "Düğmeler kapalı, ustaaa" kabilinden İngilizce bir cümle sarfettim. Yine de o "Akü dolup çalıştığında anlaşılır" dedi son cümle.

Triple AAAyi arasam mı derken, ya da Mark Dungan'ı (Fort Worth'teki tek "ahbap" olarak (!), bugün Hande gidecek, Seda gelecekken trafiğinde bu işi gerçekleştirmenin pek kolay olamayacağına kanaat getirip, Ronnie "Zaten ölmüş, sonsuza dek de orada durabilir, bir şey olmaz" deyince, hastaneye geri döndüm. O sırada Seda aradı, "Bende de triple AAA var, gelince bakarız merak etme" deyip beni rahatlattı.

Önce dişim, sonra Nehir'in enfeksiyonu, ve kateter sıkıntımız, ve araba...bana "Hadi artık balkabağına dönüşüyorsunuz, eve gidin" mesajı gibi geliyor. Buranın miyadı dolmuş.

Nehir'cim aynı durumu koruyor. Ateş 36.6lara iniyor, sonra ama gün içinde bir iki kez 37.2 oluyor.

Kültür beklemedeyiz.

Dr. Eames bugün, yarın bir değişiklik olmazsa durumunda Nehir'in, GMCSF'lere başlayacağımızı söyledi.

Böylece geçen bir sabahtan sonra, öğlen Hande'yi uğurladık. Doğrusu Nehir daha rahat, ben daha üzgündüm. Ayrılık mı, bizim geride kalmamız mı...

Öğlen biraz bu ağırlıkla geç de olsa Nehir de ben de uyuduk.

Uyandığımızda Seda gelmek üzereydi. RMH'den hastaneye yürüyerek gelme rekoru kırarak, kapıda belirdi. Seda Memorial Parkta Koşanlar ekibinden! Bir fark, o Seattle'da.

Seda techizatlı, Nehir'e arts and craft getirmiş. Hemen sticker'lar çıktı, derken br de aslan kukla yapıldı. Nehir artık, saat 10.00 olup da uyku saati geldiğinde, bana "Sen git, Seda kalsın" diyordu!

Sattı desek.

Bir an ilk planı düşündüm, yarın çıkıp Houston'a gitmekti esas plan...p l a n...Nehir yatmadan önce "Eve gitmek istiyorum" derken, yatağa vurup, göstererek, "Burada olmak istemiyorum"dedi..."Bu son" dedim, "Sonra gideceğiz".

Hande'cim çocuklarına tez kavuşsun, pasta hazırlıklarına başlasın! Seda-sı neşesi ve rahatlığıyla hoş gelmiş olsun!

Not: Nefis bir video çektim bugün. "Nefis". Kuzguna yavrusu güzel görünürmüş (gibi bir şeydi). Yükleyemedim. Teknik fikri olan bir Aydonat varsa söylesin bir yol...

Wednesday, October 14, 2009

Gün 117: Bugg-ing

Yarın Hande'yi yolcu edip, Seda'ya hoşgeldin diyeceğiz. Handecim ile bir güzel "lafladık"!!! arada Nehir uyanmasım diye yüzümüzü kapatıp gülerek. Gerçekten de ister büyüme deyin ister yaşlanma, birlikte yaşlanma kadar güzel bir duygu yok. Geçmişi anmak, geçmişe gülmek, paylaşılmışlıklar, paylaşılanlar...dostluk çok besleyici. Kadın olmayı da çok seviyorum doğrusu!!

Bugün Nehir'in hemoglobini 7.7 idi. Kan vermediler. Çünkü Nehir'in genel hali bugün daha da iyiydi. Cumayı bekleyecekler, bir daha bakmak için.

Durum şu: Nehir'in ikinci kültürü, ikinci gün yapılan da maaesef pozitif geldi, üç günün sonunda. Dr. Eames der ki, bu zayıf olduğunu gösteriri ama yine de üçüncü de pozitif çıkarsa boruları çıkartmak gerekecek.

Bu çok kötü sayılmaz, esasen bakteriden kurtulması önemi ve antibodileri alması. Kolundan IV ile almak zorunda kalacak demek ama artık sonuna gelince IV takılırkenki acısı dışında idare edebiliriz. Yani önemli bir bakteriden kurtulmak daha öncelikli.

Bekliyoruz.

Bu sabah Mark Dungan hastaneye geldi. Konuşmuştuk. Doğrusu pek kimsenin "fan"i olmadım ama Mark Dungan benim için çok önemli kişilerden biri. Bugün beni yine bilgisiyle şaşırttı. Şaşırtmadı da takip etmekte zorlandım. Yani bizden çok ileride.

Birkaç iyi "tip" verdi yine. Ve haber.

Sloan'un aşısının çıkmak üzere ve iyi sonuçlar verdiğini söyledi.
N-myc amplified, yani agresif hücresi olaların tedaviye cevap verdiğinde kemoterapiden daha iyi yararlandığını, bir şekilde bu faktörün bu kez olumlu bir sonuç doğurduğunu söyledi. Ya da baştan cevap vermediğini çocukların. Bu Nehir'i iyi bir yere koyuyor, moral oldu bana.

Supplement olarak ise bizim hiç okumadığımız bir ilaç söyledi: Singulair. Alerji ilacı. Bir çalışmada iyi sonuç vermiş. Dr. Eames de onayladı, ve alın dedi. Bu şaşırtıcı oldu. DHA verdiğini, buu en yüksek DHA içerikli "hap"la verdiğini söyledi. İKi "brand"den sözetti. Yazıp öğreneceğim.

Ben biraz Sydney'in teşhis zamanını, başlangıcını sordum. Oldukça ilerlemiş-miş. Teşhisi de çok geç olmuş. Bizim gibi "iki yaş göbeği sanmıştık" dedi. Yani teşhis ile igili atlama, hastalığın hızı ve sinsiliği ile ilgili. Bir kez daha anladım. Hatta Amerika'nın koşullarında kanser olduğundan şüphe ettiklerinde bile, iki hafta sonrasına CT randevusu vermişler. Bu, en azından bizim teşhiste değilse de sonrasındaki hızımızı anlattı. İyi hissettim. Oğuzcum sen çok yaşa!

Accutane ile ilgili yeni bir çalışma olduğunu, uzun dönemli "toxicity" si ile ilgili bulgu olabileceğini, Dr Reynolds ile konuşmamızı önerdi.

Güzel ve yine çok bilgilendirici bir sohbet oldu.

Pekiii, ben Dungan ile hastanenin Starbucks'ında kahve içerken Nehir'im ne yapıyordu??

Bir buşuk saat kadar...Hande ile oynamışlardı. Beni de hiç aramamışlardı. "Annemi bir arayalım mı?" dediklerinde ben kapıdan içeri giridim, Hande'ye getirmiş olduğum kahve, ve Nehir'in çukulatalı sütüyle.

Daha da iyisi beni görünce de ağlamadı kızım.

Günün kalanı güzel geçti. Yaşasın, izolasyondan çıktık. Ama bu kez biz biraz tereddütlü idik çıkmakta. Hadi saat beşte oyun odasına bakalım dediğimizde, Cook'ta ilk kez oyun odası kapalıydı. Gerçekten de işi biraz sıkılaştırmışlar anladığım kadarıyla.

Yarın yine deneyeceğiz. Boşken tabi.

Şimdi her şeyden önemlisi şu bakteriden kurtulalım, kurtulmuş olalım.

Tuesday, October 13, 2009

Gün 116: Plan





Sabah saat dokuzda, Özlem'i aradığımda, beni rahatlatan blog yorumunu yazmıştı arkadaşım. Doğrusu gerçekten de iyi geldi. Berbat hissediyordum, neden neden neden diye.

Geceyi iyi geçiriyorduk ki, sabah beşte, Nehir'in hemoglobininin 7.8'e indiğini ve kan verileceğini söylediler. Doğrusu inmesi değil de benim "on call" tanımadığım doktorun fikriyle hareket etme isteksizliğim yine başgösterdi, ve hemşirelere sabahı bekleyip Dr. Eames'den karar çıkmasını arzu ettiğimi söyledim. Çünkü eğer enfeksiyondansa, belki kendi kendine düzelir diye ummak istedim.

Sabah Dr. Eames geldi. Bu bakterinin zor bir bakteri olduğu, evet özellikle durumu zayıf çocuklarda tehlikeli olabileceğini, artık kararsız kalacak bir durum olmadığını, bir an önce kateterin çıkmasının iyi olacağını söyledi. Ve (çok şükür) Nehir'in baktrim bile vermeden düzelmeye başladığını, 14 günlük bir antibiyotik tedavisi gerektirdiğini, ama Nehir'in genel durumunun iyiye gittiğini söyledi.

Rahatladım, sayılır. Kaç gün sürecek bilmiyorum. Ateşi 36 lara düşsede, bu sabah yine 37 idi. 37.2 gibi bir ateşi aralıklarla sürüyor. Yani enfeksiyon sürüyor. Doktorlar için iyi bir gösterge, kültürlerin, ilk akşamki dışında, negatif sürmesi.

Allahım böyle kalsın, ve şu işten sıyrılalım.

Şimdilik düşünülen, cumaya kadar devam edip, cuma, cts, ve pazar GMCSFleri olup, pazartesi günü antibodilere başlamak.

Bu, şimdilik bizi hala dönüş seyrinde tutuyor.

Tabi bu, gidişata bağlı. Benim şu anda isteğim, öncelikle bu enfeksiyondan kurtulmak. Tüm bu süreçte hastanede kalma olasılığımız yüksek. Genel "flu" nedeniyle, ve esasen de Nehir'in aldığı üç antibiyotik nedeniyle. Dr. Eames, üç antibiyotikle eve çıkmanın, "insane", delice, olacağını söyledi. Haklı, üç antibiyotiği, IV, borulardan vermeye çalışmak, nerdeysek oraya hapsolmak demek. Ki bu da RMH demek.

RMH ise şu anda pek de güvenli gelmiyor. Hele, Hande sabah nasıl yan odadan aksırma ve öksürük sesi geldiğini anlatınca.

Yani bizde enfeksiyon alarmı "kırmızı". Ve bir anlamda odamız kurtarılmış bölge.

Bugün Kristy imdadımıza yetişti, önce Nehir'e boyaması için balkabağı ve boyalar, sonra da hamur verdi. Hamurlarla sanıyorum, bir buçuk saat falan eğlendi Nehir. Odadaki küçük masanın yanına, oyun odasından bir iskemle taşıyınca, alın size "oyun odası" oldu.

Yine de bu ne kadar sürer, ve Nehir ne kadar dayanır bilemiyorum. Ateşsiz bir 24 saat geçirebilirsek, Nehir'i hastanenin küçük parkına çıkartma girişimim olacak. Ama öncelikle bizim dışarı çıkma iznimiz olmalı. Bekleyeceğiz.

Bu arada bugün en sonunda "dressing change" i de yaptık. Hande Nehir'in başında, hemşiremiz de ayaklarının başında... bittiğinde beni ateş basmış, ama bir saat sonunda üzerimden bir yük kalktığı için rahatlamıştım. Bu ortam Nehir için zor oluyor. Neyseki inşallah, sadece bir tane kaldı.

Sıkacağız dişimizi. Gerçi Sandra der ki, sana sık dişlerini derken dişlerini kır dememiştik. Çok güldüm. Vallahi, o iş böyle bakınca çok normal göründü.

FotoNota hacet yok, odamızdaki oyun odası, Child Life Hande iş başında!

NurgünNot: Gülden Abla, ve Haluk Abi her şeyden önce en sevdiğim komşularım oldular, uzun yıllar, ve karı koca akademisyen hayatlarıyla da benim için model aile. Aile boyu çalışma odası da, onların evinde görüp çok sevdiğim, şimdi de kendi çalışma odamızda uygulamayı hayal ettiğim bir yaşam alanı örneği olmuştur. Ve sonsuz iyi niyet, hassasiyet ve güleryüzleri...