Monday, March 11, 2013

Nehir'im 6 yaşında olmalıydı, olacaktı, olsaydı

Yarın 12 Mart.

Mart gelince biraz gerilmiştim zaten.

Aslında Arda ile zaman çok hızlı akıyor ve ne hissettiğimi bilmeden geçiyor günler.

Feride ile sohbet ederken ona dedimki, "Biliyor musun, acısı hafifliyor gerçekten ve bu çok acı, bazen suçluluk duyuyorum". Houston'tan döndüğümüzde, sevgili terapistime gitmiştim ve demiştim ki, "Nehir'i kaybersek, bununla yaşayabileceğimi biliyorum ve bu beni acıtıyor"... O zaman ağlamıştım, bu duygu zor gelmişti.

Feride ile sohbetten iki gün sonra mezarlığa gittim. Bir türlü yapamamıştım, mezarın tamamına çiçek diktirmek isitiyordum. Zincirlikuyu'nun girişinde Belediye nin çiçek satış yeri var. Gittim. Mevsim ara bir mevsim, ya çuha, ya menekşe, ama her ikisi de kısa ömürlü. Olsun dedim, kızımın doğumgünü geliyor, onun seveceği bir hal alsın istiyorum artık mezarı.

Tabi, pembe istiyorum. Elimizde çok az pembe var demezler mi. Kalbime ağrı girdi. Derken oradaki Adem Bey ile, çuhaların arasından önce iyi durumdaki tüm pembeleri, sonra da sıklamen, koyu pembe, bordo gibi renkteki tüm çuhaları topladık. Bir saat sürdü. Sanki bahçemize alıyormuş gibi, çok doğallıkla, ama çok daha titizlikle seçim yaptım.

Arada başkaları geldi, yaşlı bir Teyze örneğin. Elini benim pembelere attı ki, "Onlar benim" diye korumaya aldım seçmiş olduklarımı. Evinize mi alıyorsunuz dedi, hayır dedim, mezar için. Baktı bana, ne çok aldım diye sanırım.

Hemen diker misiniz dedim, tamam dediler. Ödeme yaparken, oranın yöneticisi kadın, çok oldu mu kızınızı kaybedeli der demez, başladı gözyaşlarım. Bir anda yaptığım işin anlamsızlığını kavradım, ne kadar olmaması gereken bir işe uğraştığımı.

Feride ile konuşmamız geldi aklıma...Hani hafiflemişti...

Sanıyorum bu karmaşık duygularla yaşamayı öğreneceğim. Arda ile yaşadığım mutluluk, Nehir'e duyduğum özlem, Leyla'ya olan sevgim... Bu eşanlılık. Sevinç, hüzün hep birarada. Bir an gülerken, bir an ağlamak.

Arda ile çıktığımızda, "Bu ilk mi?" veya "Bu kaçıncı?" diye sorduklarında, durakalıyorum. Aslında İngilizce'de "I have three, one in heaven" gibi daha kolay bir cümle var, Türkçe basit bir şey bulamadım. Bir de hep o bakışlar. Üçüncü desem, söylesem, bir bakış... Ama demezsem, Nehir'e ihanet ediyormuşum hissi.

İşte böyle geçerken günler, Nehir'imin yarın doğumgünü. 6 yaşında olmalıydı. Nasıl olacaktı ki acaba? Bunu bilmemek belki de en koyanı. Hep 3 yaşı ile anımsamak, zor.

Çiçeklerini dikmiş olmak, yine de iyi hissettirdi bana kendimi. Yarın Leyla ile gideceğiz onu ziyarete. Sonra da akşam Nehir'in sevdiği yemekleri yapacağız: Sütlaç, pilav, köfte. Bakalım belki blueberry de bulurum.

Nehir'im, tatlı kızım, keşke bizimle olsaydın.