Öncesi: Ayıklama, toplama, sığma, sığdırma...ve vedalaşma. Önce Ithaca'ya veda ettik. Biraz zor oldu. Temiz havalı, sakin, yeşil Ithaca aklımızda, gönlümüze de tahtını kurdu. Edindiğimiz arkadaşlıkları saklıyoruz. Beslemeye devam edeceğiz. Ithaca'ya güzellemeyi yazacağım, sonra.
Araba kiraladık ve NY'a geldik. Uçağımız gece olduğu için zamanımız vardı. Önce Leyla için denklik belgesi aldık, konsolosluktan. "Dönüşte alıması güç olacak", dedi, eğitim ateşesi. Ben, önce anlamadım, "Sanmıyorum, eski okulunu çok seviyor", deyiverdim. Meğer, aradaki eğitim farkını söylüyormuş... "Ah", dedim, "Evet, bütün iş çocukların eğlenmesi burada". Ateşe, gülümsedikten sonra, "Ama biz de çok zorluyoruz", dedi. Düşündüm, doğru. Arada bir yerde denge kurmak lazım. Biraz akademik zorlama, bence iyi, ama nerede duracağız. Öğrenirken eğlenmek de önemli, ama orada da durmak gerekiyor...
İşimiz çabuk bitince, RMH'ye uğrayalım dedik. Yakına RMHnin önüne parkettik. Leyla heyeceanlandı, "RMH!!!". Tam arabadan indik, Maria'yı gördüm. Kızı Leyla ile yaşıt, ahbap olduğum, ve çok sevdiğim iki anneden biri. Biliyordum, o tarihte NY'ta tarama için olacaklarını ama haber vermemiştim, uğrayabileceğimizden emin olmadığım için. Sarıldık. Yanlarında geçen yaz, Leyla'nın çok sevdiği yaz kampı ablası. Leyla'yı görünce o da sevgiyle sarıldı, "Hadi gel içeri, Ben -başka bir abi- içeride ona mutlaka merhaba de" deyiverdi. İçeri girdik. Kapıdaki görevli ile selamlaştık bu kez...Çalışanlara merhaba dedik. Artık eve döndüğümüzü, ve güle güle demek için uğradığımızı anlattık...Leyla oyun odasına gidiverdi. Yenilenmiş. 5 dakika içinde kartondan bir araba yapmıştı bile. Biz aşağıya indiğimizde, geçen yıldan bildiğim birkaç çocuğu gördüm. Hala tedavide olan. başka çocuklar gördüm... Yüzleri, kemodan, beyazlamış, soluk... İçimden, hasta görünüyorlar, dedim. Oysa bir yıl önce Nehir de böyle iken, belki de, ne kadar da normaldi herkes bizim için. Şimdi, "dışarıdan", farklılaşmıştı her şey. Bir kız çocuğu gördüm. Saçı dökülmüştü. Hala tam çıkartamadım, geçen yıl, saçı vardı ama eminim. Aklıma takıldı, acaba nüks ettiği için mi öyleydi. Karmaşıklaştım orada.
Sonra dışarı çıktık. Babişko, "Haydi, Üsküdar'da birşeyler yiyelim," dedi. Leyla heyecanlandı, "Mantııı" diye. Gittik. Hüseyin Bey yoktu. Ortağı vardı. Sipariş verirken, "Sizin bir de küçük çocuğunuz vardı değil mi", deyince, ben koyverdim tabi. Adamcağız da ne yapacağını bilemedi, "Hayat devam ediyor" gibilerinden birşeyler dedi, içeri gitti. Derken Hüseyin Bey geldi. Onun la da biraz sohbet ettik. Böylece Üsküdar'a da veda ettik. Çamlıca gazozu, mantısı, nefis etli yaprak dolması, ve her zaman çok ilgili, saygılı, beyefendi Hüseyin Bey'i görerek.
Çıktığımızda bir saatimiz vardı. Bu kez, "Haydi, Central Park'a yürüyelim", dedim ben. "Uçağa binmeden biraz yürümüş oluruz". Arabayı zaten RMH'den sonra otoparka bırakmıştık. Babişko ve Leyla'da tekerlekli çantalar, benimse sırtımda sırtçantam. Yürümeye başladık. Bir anda farkına vardım. Sırıtmdaki çanta, yürüdükçe ağırlaşınca. Nehir'e veda ediyorduk, tipik bir hastane gününü yeniden yaşayarak!
Parka gidip, bir banka oturduk. Derken, babişko, kafasini eğiverdi. "Ne oldu?" diye sordum. "Kafamdan bir böcek uçtu sanki" dedi. Bir saniye sonra, baktık, bir kelebek. Geldi kondu babanın omzuna. Ve gitmedi. Oturduğumuz bir saat boyunca, babanın omzuna geldi, uçtu, tekrar geldi, benim bacağıma kondu, bankın arkasına...bizimle kaldı. Artık gitme zamanı geldiğinde o kelebeği orada bırakmak istemedik. Ayrılmak çok zor geldi. Zaten tüm bu vedadan zorlanan ben oracıkta da ağladım, ağladım, ağladım. Nehir'imin bir parçası hep orada, biliyorum. En sonunda kaltık. Baktık kelebek bir genç kızın kitabına kondu bu kez. Baba dediki, "Herkese konuyor bu". Ben de, "Kendine arkadaş buluyor" dedim. Çok duygu yüklü bir veda oldu, olması gerektiği gibi. Sürrealdi, yaşadığımız her şey gibi.
Gelince Carole'a yazdım. Dediki, "Nehir'i bize bıraktığını düşün, bu seni rahatlatır" dedi. Gerçekten de, böyle düşünmek. Üstelik, annesi Upper East Side'da yaşadığı için, sık sık onu ziyarete gittiklerini, artık Üsküdar'ı, RMH'yi daha iyi tanıdıklarını bilmek, beni rahatlattı.
İşte böylece uçağa gittik. Leyla, havaalanında, "O kelebek gerçekten Nehir miydi?" diye sordu. "Bilmiyorum, ama biz öyle hayal ettik", dedim.
Vardık. Leyla gece yastığa başını koyduğunda, "En sonunda Türkiye'ye geldik" dedi. Döndüğümüz için en mutlu o. Ara sıra anlattıklarından özlediği şeylerin, küçüklüğünde birlikte yaptığımız şeyler olduğunu anlıyorum. Anıları var. Çocukluk anıları. Mutlu anıları. Birlikte.
Bazen üzülüyorum, Leyla'nın hatırladığı annesinden farklılaştım diye. Daha üzgün, daha sabırsız, daha az birlikte bir şeyler yapan bir kadına, anneye dönüştüm. Leyla, bu anlamda, sadece kardeşini değil, ailesi de kaybetti. Umuyorum, hem babişko, hem ben, biraz daha iyileşir, biraz daha gülümser hale geliriz ve yeniden mutlu anılar biriktirmeye devam ederiz.
Bize soruluyor ya hep. Burayı mı özlediniz, Ithaca mı...Nerde yaşamalı.
Hiç farketmiyor. Her yerde o boşluk var. Mekan farketmiyor ki, yaşadığımız esas zorluk içimizde.
Evimizde olmak hem güzel, hem zor. Nehir'in hayali gözümde. Onunla ilgili imgeler gözümün önünde. Bu hem zor, bir yandan da güzel. Ya da bu imgelerin bana kendimi daha iyi hissettireceği bir an gelecek diye umuyorum, diyelim.
Ha bir de, yazmayalı, Leyla'm 10 yaşında, bense 42 oldum. Hatırlayıp da yazanlara içten bir teşekkür!! 40 yaşımdan beri her yıl sanki bin yıl ekleniyor üzerime. Neyseki, dünkü başarısız mahalle arası koşu denemem, bugün Boğaz'da başarıyla sonuçlandı. Ve ben kendime gelmeye başladım. Baksanıza oturdum, yazdım en azından!
Hoşbulduk!
Not: Koşu programını yazacağım, zaten eylülde hep birlikte koşacağız inşallah! Hazırlanmakta fayda var yani!!