Monday, May 16, 2011

Gözyaşları Hiç Durmazmış

Anladım, bunu da anladım.

Bu ara üstüste geliyor. Önce tatlı Esther'in gidişini öğrendim. Derken, bu yaz tanıdığım, bir nöroblastom annesi facebook'taki Nehir ve Leyla'nın fotograflarina, basitçe "güzel" deyivermiş... Ama beni aldı mı bir dalga yine.

Sonra da Christine ile buluştuk. Christine bana Ithaca'nın bir hediyesi. Yaşadıklarımız benzer, yaşadıklarımız karşısındaki tepkilerimiz, mücadelemiz. Ve Christine ve eşi, kızlari Mira adına kurdukları vakıf aracılığıyla çok güzel işler yapıyorlar. Buluştuğumuzda neler yaptığını, bizim TRde neler yapabileceğimizi de konuşuyoruz. Güzel kalbi kadar, bir de o kadar güzel bir aklı var. Benim gözlerim kahverengi açılırken, onunkiler de mavi mavi açılıveriyorlar sohbet ederken! Aslında hayalim, İstanbul'da yapacagimiz bir etkinlikte onu da görmek.

Christine ile laf lafi açtı, birdenn yoğu bakımda yaşadıklarımızı konuşur olduk. Dökülüverdik. İkimiz de...

Güzel bir şey söyledi. "Hardship" ve "tragedy" farklı şeyler; bizimki trajedi dedi. Evet, dedim. Hiç olmaması gereken bir trajediydi ve bu yükle yaşamak çok zor.

Bugün de üyesi olduğum nöroblastom ailelerinin e-posta listesine bir e posta geldi. Bir anne, çocuğunu kaybetmiş olan ailelere yardımcı olmak için bir websitesi oluşturmuş. İngiltere'de. Baktım. Oğlu, Nehir'le yaşıtmış... aynı dönemde tedavideymişiz. Onlar temmuz ayında kaybetmişler... Yine bir fasıl aldı beni, tabi.

Bu websitesinde, zaman zaman etraflarından yeterince anlayış göremediklerini yazmışlar.

Düşündüm.

Şanslıyız, diye. Nehir'in ilk teşhisinden beri yalnız kalmadık, bırakılmadık. Ithaca'ya bizi kimsenin tanımadığı bir yere bile gelince, destek aldık. Karşımıza hep anlayışlı insanlar, yeni dostlar çıktı.

Teşekkür ediyorum, yine, yine, yine.

Buradaki arkadaşlarımdan, Meral beni gülümsetiyor. Florida'ya gitti. Bana telefon edip, "Bak, şöyle bir site buldum" dedi, geçenlerde. Okumalıymışım. İyi gelecekmiş. "Hadi, seni gülerken görmek istiyorum, gözündeki hüznün geçtiğini görmek istiyorum" dedi.

Gülümsedim. İçimden, "Nasıl anlatsam, bu hüzün benimle, benim parçam. O benim Nehir'im", diye düşündüm.

Feride yazmış....Kendi dertlerini anlatmış... sonra da baktım iki kez, "Şimdi sen neler yaşıyorsun kimbilir" demiş. Bu kez, "Hay Allah, arkadaşlarım bana dert anlatamaz oldular, benimkinin yanında önemsiz" diye. Oysa... üzerine düşünmediğimiz sürece, hepimizin derdi kendine büyük. Zaten genel kural bu değil mi?

Feride'ye yazdım: "Bomba gibiyim. Sen blogspot kapalı, okumuyorsun tabi. Koşmaya başladım. 20 dakikaya çıktım. Ve kütüphaneye gider oldum. Hem çalışıyorum, hem de fiziksel olarak kendimi toplamaya başladım" dedim. Sonra da ekledim, " Derinlerde yaralıyım, ve o yara hiç kapanmayacak".

Zamanla kabuk bağlamayacak. Sızısı azalmayacak. Bana eşlik edecek. Ben gülümserken, kahkaha atarken bile orda olduğunu bileceğim. Bu zor. Ama yapacak bir şey yok.

Websitesini hazırlayan anne, "Sadece üzerinde oğlumun ismi oduğu için boş bir ilaç şişesini bile atamadım" demiş... Aklıma yukarıdaki kutuda duran ilaç şişeleri geldi. Onlarca ilaç. Hastane çıkışı, yorgun eczaneye yürüdüğüm gün aklımda. Nehir'e o eczaneden aldığım "canavar" elindeydi, son günlerinde. Her yerine yarabandı yapıştırmıştı. Onu kaybettiğimizde farkettim. Başı ve karnındaydı bütün bantlar. Nehir'in ameliyat yerleri! Yaralıydı bebeğim benim.

Ah, Nehir'im seni çok özlüyorum. Özlüyoruz. Bunu kaç kez yazdım, bilmiyorum, ama bilginiz olsun, saymayacağım, ve yazacağım.

Monday, May 9, 2011

Nehir'in Arkadaşları

Dün anneler gününde, Ithaca'da çok güzel bir havada, dışarıdaydık, huzurlu bir gündü diye yazacakken...

Bu sabah, ne zamandır, arayamadığım, RMH'de, annesi benim, kızı Nehir'in arkadaşı, Dorit'e anneler günü mesajı attım. Biz RMHden ayrılırken, Nehir'in arabasını, kocaman bebeğini, masasını Esther'e bırakmıştık. RMH'de bana sarılmış, beni dinlemiş tatlı Dorit. Dorit'in annesi, İzmir'den Amerika'ya göçmüş bir yahudi idi. Dorit, bu kökle belki de müthiş sıcakkanlı bir kadın, tam bir Akdeniz'li idi. Florida'dan gelmişlerdi. Karı koca kızlarıyla ilgileniyorlardı. Bu anlamda bize benziyorlardı.

Esther cuma günü hayatını kaybetmiş.

Esther, Nehir, Rachel... Üçü tedavideki yaşıt minik kızlardı. Hepimiz RMH'de kalıyorduk. Hepimiz benzer rutinler içinde hastanede, klinikte karşılaşıyorduk. Kızlar, bir minik oyuncağı paylaşamıyorlardı. Şimdi o oyuncak bende. Nehir için saklamıştım.

Şimdi o oyuncak tüm tatlı çocukların anısı.

Önce Nehir'i kaybettik. Birkaç ay sonra Rachel'ın haberi geldi. Bugün de Esther'in.

Biri müslüman, biri hristiyan, biri yahudi... üç tane elbise giymeyi, evcilik oynamayı, boya yapmayı çok seven üç minik kız. Üçünün de ruhu bir yerlerde buluşur umarım.


Monday, May 2, 2011

Bir Mayıs Derken 2 mayıs

Dünya dönüyor...

Leyla 1 Mayısta, ilk kez para karşılığı iş yaptı. Amerika'da, Amerika'lı aile olduk yani. Bahçedeki, akçaağaçlardan (maple trees) düşmüş olan, ve yeşermiş olan, minik akçaağaççıkları diyeyim, topluyor. Yüzlerce var. Doğa nasıl bir harika! Düşen tohumlar baharda hemencecik, yeşermişler! Bir ay kadar önce iki yapraktılar, şimdi dört olmuşlar!!

Topladığı kök başına 5 cent alıyor. Ben, tabi dayanamadım, bir de iş sonunda 20 dolar vereceğim, "bonus".

Bu işi nasıl anlatırım derken, karşı komşunun kızıyla oynarken, meğer oradaki baba da aynı işi teklif etmiş, kök başına 1 cent vererek. Ben piyasayı biraz bozdum! Bizimkinin gözleri parladı... Hmmm, acaba bu "child labor" altına giriyor mu yaw, hiç düşünmemiştim.

Hepsini bitirmesini beklemesem de, "parça başına iş yapmayı" anlamış oluyor. Planlamasam da, "işçi bayramına" denk gelmiş olması, bence çok anlamlı bir tesadüf oldu.

Biz de böylece kutlamış olduk işçi bayramını. "Anlayarak".

Bahçeye çıkmadan önce ise, bana dönüp, "Anne, benim cüzdanımdan almazsın değil mi parayı" demez mi... güleyim mi ağlayayım mı, nasıl bir güven bu! "Sömüren" işveren yaptı beni! Aslında cazip tabi!!!

...

Cumartesi günü ise, babişko ile okula para toplama amaçlı, 5K koştular. Yani yürüyüp, koştular. Ben dizim ağrıyor diye, izledim. Şaka gibi, ben bir dakika üç dakika diye yavaşça arttırırken, ve altıncı dakikada "sakatlanmışken", bizimkiler "hop" koşuya katıldılar. Neyseki ikisi de tümünü koşamadı. Yoksa bendeki karizma, sıfırlanacaktı!

...

Üç gün kadar önce insanlardaki intikam duygusunun ne kadar yüksek olduğuna dair birşeyler okumuştum...

Bu sabah, Bin Ladin haberini okuyunca, bunu hatırladım. ABD iç politikası ve Obama için ilginç bir "dönüş" yaratacağı kesin. Neden 10 yıl sürdü, bilinmez... Vallahi, politikanın bu derinlikleri beni fazlasıyla aşıyor.

Ama işte dünya dönüyor.