Thursday, March 18, 2010

Yeayyy!!!!!

Artik yazabilirim...

Bastan:

Yolculuk iyiydi, ABD'ye giriste bizi gecen sefer bekleten de bekleten memura denk geldik! Bu kez bekletmedi, hatta "Houston Airport is a small world" deyip, sohbet ettik. "Bunu kizimim sagligi icin iyi bir isaret diye yorumluyorum" deyip Ilgin'in guleryuzuyle bulustuk.

Hava guzel mi guzel..."surup"...Carsamba gunu sabah Nehir'le ivir zivir icin magazaya gidip, sonrasinda parka gittik.

Ve bugun.

Dun yaptigim dort konusma sonucu sabah altibucukta baslayacak gunumuz neyseki dokuz kirkbeste basladi. Bu randevulari degistirdigim icin degil, bu kez bizi gereksiz yere erkenden cagirmalarina engel oldugum icin oldu.

Jet lag in sayesinde sabah bes bucukta uyandik ve Nehir kahvaltisini soylendigi gibi altida bitirmis oldu.

Bugun Ilgin goturdu bizi hastaneye. Ilk giriste ilk hastane kalisimizdaki "intern" guleryuzlu Dr. Michael Stewart'a rastladik asansorde. Ve gereksiz bir bekleme olmadan oglen 12 ve birdeki randevular icin gecirdik zamanimizi. Nehir IV takarlarken biraz agladi, hem de "baba" diyerek. Bu ilk kez oluyor. Saat ikide taramalar bitti. Sonrasinda biraz beklemeyle once bizi ilk olarak acilde gormus "fellow" Dr. Melissa geldi once, sonra da Dr. Russell'in son hastasi olarak onunla da gorustuk.

Esas sorum: Neden MIBG yok, oldu.
Cevap: Cunku geri geldiginde, az ya da cok farketmiyor dedi. Sadece belki ay ekleniyor hayata ama o da yasam kalitesi acisindan tartismali dedi.

Kisaca ne kadar geride birakirsak o kadar iyi.

Belki de en kisasi, Nehir'in bugunku taramalari temiz cikti. Cok sukur cok sukur cok sukur cok sukur cok sukur cok sukur cok sukur.

Cikista ilk is tabi ki Istanbul'a gittik. Corba ve sonrasinda bir butun sutlac yedi Nehir. Anne ve Ilgin Teyze birseyler yedi tabi...Meger nasil gerilmisim...Murat Abi'den haber aldik, memlekete donmus, komur satiyormus...saka gibi! Burada universite okumayi birakti, halinden de memnunmus. "Yoksa ucuz komur mu" dedim elciye zeval olmasin diye uzatmadim.

En tatlisi, arkamizdaki masadan kalkan Amerikali annenin Nehir'in sacina bakip, "Ne guzel, ne cok saci var" demesiydi!!!

"Isn't it ironic" sarkisi ve nereden nereye geldik.

Nehir'im saglikli ve mutlu. Cok sukur.

Monday, March 15, 2010

Houston Yolcuları Kalmasın

Yarın sabaha karşı Nehir ve ben Houston'a uçuyoruz.

18 Mart perşembe günü testlerimiz var. Bir hafta kalıp döneceğiz. Salıya yani.

Nehir'im sağlıklı ve mutlu, Altay'ı ziyarete gidiyor.

Friday, March 12, 2010

Nehir Üç Yaşında


Meğer her yaş ne kadar önemliymiş. Emekmiş.

Nehir'im sağlıklı ve mutlu! Ve şimdi üç yaşında!

FotoNot: Nehir "Handesi"nden bu yıl kalpli pasta istedi!

Tuesday, March 9, 2010

Kayıp

Küçük Layla, hiç tanımadığım, görmediğim, ama Texas Children'sın, Dr. Russell'ın hastası olduğunu bildiğim, Nurhan'ın, küçük kızın annesinin blogunda görüp de bana gönderdiği bir şiir sayesinde haberdar olduğum, tatlı kız, dün hayata gözlerini yumdu.

Bunları okumak ölümü bize yaklaştırır mı, hayır. Güçlendirir mi? Hayır. Sadece daha önce haberdar olmadığım bir "community" ile bağımı sürdürmeme, gazete haberlerindeki basit ölüm haberlerinin "arka"sına yaklaştırır. Bence, daha duyarlı, ve insan yapar beni.

Çünkü tersi durum, yani sadece kendinle, kendi mutluluklarınla, ya da üzüntülerinle yaşamak, fanuslarda, dizi dizi, bizi olsa olsa duygulardan uzaklaştırır, insanlıktan uzaklaştırır.

Ama ince bir çizgi var. Kendini, sahip olduklarını, mutluluklarını başkalarının dünyalarında kaybetmemek.

Farkındayım.

Unutmuyorum.

Nehir sağlıklı ve mutlu. Çok şükür.

Saturday, March 6, 2010

Sessizliğin Huzuru, Huzurlu Sessizlik

Merakta bırakmak gayesinde değildiysem de, anlaşılan anlat anlat, sonra hiç de bir açıklama yazmadan susuver...haklısınız iyi olmadı.

Açıklayayım.

İyiyiz.

Neden sustum:

Birincisi, sevgili arkadaşım bir e-mail attı: "Zeynep, ben nazara inanır mıyım bilmiyorum ama artık anlatmasan mı acaba?" dedi. Ben de, malum zaten ödüm patlıyor genel olarak, varsa bir açık kapı, susayım biraz dedim.

Bu nazar meselesi karışık. Benim gibi "ortada" biri için de durum biraz daha zor. Ama üzerine biraz düşününce şunu söyleyebiliyorum, Nehir'i korumak için batıl-batıl dışı ne varsa yapmak beni iyi tutuyor.

Dün ise Feride ile konuşurken, bana dediki, "Sizin durumun zaten zorluğu bu belirsizlik" dedi, bense bugünlerde yaklaşan nöroblastom ölümlerini okudukça biraz da, "Evet, ama biliyor musun, böyle belirsizlik kalmak bizim için aslında iyi bir durum", deyiverdim.

Evet, günlerimiz geçiyor.

Ben okula gidiyorum. Dersleri nasıl vereceğim derken, derslerde kendimi iyi hisseder buldum. Öğrenciler besleyici oluyor. Kalan zamanımda da basbayağı çalışır oldum, hatta daha disiplinli olduğumu söyleyebilirim. Yaptığım iyi bir şey, bir çalışma ve aile hayatı çizelgesi yaptım, ve buna uyuyorum. Okula evi, eve de okulu karıştırmıyorum. Olabildiğince, yapabildiğimce tabi. Eskiden, her iki durumda da yapamazdım, evdeysem aklım işte...hep suçluluk...şimdi iki yerde de suçluluk hissetmeden yaşıyorum.

Nehir'cim ne yapıyor?

"Anne bizi yarın Leyla ile parka götürür müsün?" diyor çoklukla. Bakıyorum hala aklında, anne, baba, abla ve kendisi, Houston'daki sürekli beraber, gezme anılarımız. Bir yandan da benim gidip gelmelerime alıştı. Bazen, tam çıkacakken, "Anne, kulağına bir şey fısıldayayım" diyor...eğiliyorum, "Anne, işe gitme" diye fısıldıyor. Ya da "Beni de götür" deyiveriyor. O zamanlarda ayaklarımda bir ağırlık bağlanmış bir şekilde çıkabiliyorum. Ama biliyorum, sonrasında geçiyor o "tasası". Dün parktan gelirken eve, "Babam nerde, evde mi?" deyiveriyordi, hani ana-kız parka gidip dönüp de babanın evde bizi yemek yapmış, bekler halini ister gibi. Parkta ise, "Tonton Amca'ya gidelim mi?" dediğinde, gülümsedim tabi, radyoterapideki, 80 yaşlarındaki mavi gözlü tatlı doktoru hatırlayarak.

Geride bıraktığımız onca anı...

Geçen haftasonu ise arkadaşlarımızda iken, konan bir Wiggles DVDsi ile, Nehir'in Fort Worth'deki yataktan çıkmaz halde, ağrıları varken, onu oyalamak için izlediğimiz Wiggles şarkılarını duyunca, tutamadığım gözyaşlarım...

Sessizliğimin bir nedeni işte bu. Buraya yazarken da ister istemez, iş sonuçta Nehir'in hallerine gelince, aklımın ve duygularımın oyunlarıyla yüzyüze kalıyorum, bazen zor oluyor. Aslında terapiye gitmiyorum, ve gitsem orada yaşayacağım, dışa çıkacak bu karmaşık duygu halleri burada buluyor beni.

Şimdi iyi haber, Nehir'in doğumgününe az kaldı. Ve hemen sonrasında Houston'a kontroller için uçacağız.

Tüm bunların yanında çok iyi bir "mail-list", e-posta grubu, na üye oldum. ACOR. Her tür kanser ile ilişkili e posta grubu var. Nöroblastom grubunda 683 üye var ve oldukça aktif bir grup. Ve bilgili. Beni sıkan bu tarama meselesi başka bir anne tarafından dile getirildi, ve yaklaşık on küsur kişi, kimisi makale de göndererek fikir söyledi. Benim için de çok yararlı oluyor. Ama ister istemez, dört yıl temiz kalıp, nüksetmiş, 12 yıl temiz kalıp nüksetmiş ve geçenlerde ölen bir gencin haberini de alıyorum. Ve bugünlerde ölmekte olan bir başka iki yaşında kızın annesi, Layla, Houston'da, yazarken detaylı, bakmayayım desem de, izliyorum. Yaptığım şeyin korkunçluğunu anlayarak. Bir ölüme tanık olmak. Ve bunu merak etmek. Mahmut "Okuma" dedi. Ben uzun satırlar arasında bu küçük kızın neler yaşadığını anlamaya çalışıyorum. Aslında anladığım, yüklü bir morfinle uyuyor. Ve ailesi, başında bekliyor.

...

İşte sessizlik.

Bugün Leyla'yı piyano dersinden almış dönerken, haftasonu için okuyacağı kitabı anlatıyordu. Ben de çocukken okumuştum. Adı, "Bir Şeftali Bin Şeftali", Behrengi'nin...Yazın okumuştu, şimdi yine ödev olarak gelmiş. İki arkadaşın hikayesi, sonunda biri ölüyor. Leyla bu ölümün onu nasıl "duygulandırdığını" anlatırken, "Düşünsene çocuk, yani yaşlı biri olsa doğal da, Anne, çocuk", çocukları vurgulayarak, dediğinde, "Haklısın, çok üzücü" dedim. İçimden, "O hiçbir zaman kardeşinin ölebileceğini bizim kadar hissetmedi", "Mi acaba?"

Allah tüm çocuklara şifa versin, huzur versin, anne ve babalarına bağışlasın.