Sunday, September 30, 2012

Ardindan Gelen Mutevazi Mutluluk

18 Eylul'de oglumuz Arda dunyaya geldi. Hosgeldi! Leyla ve Nehir'in kucuk erkek kardesi, tipki onlar gibi kara sacli, kara gozlu Arda'miz. Cok da yumusak ve iyi huylu basladi, babayla benim yasimizi dikkate alarak, "Dusundugunuz kadar yorucu degilim ben" dercesine.

Gercekten de yazmaya cekiniyorum, hem baba, hem ben biraz cekingen, biraz tedirgin, kisacasi mutevazi bir mutluluk icerisindeyiz. Aman nazar degmesin diyoruz.

Sevgili Hayat,

Biraz bizi rahat birak!

Komik Not: Kamuoyuna duyurulur. Internetten aldigim bebek arabasi, "Persian red" iken, ve bilgisayarda kirmizi iken, eve geldi ki, Iran kirmizisi, bizim cingene pembesi (fusya-neon pembe) imis!!! Daha da dogrusu, gece, los isikta kirmizi, gunese ciktikca rengi bildigimiz pembe, matrak bir ton. Vallahi Nehir boylece kendi en sevdigi renkten bebek arabasini kardesine gondermenin bir yolunu buldu, diye dusundum ben ve gulumsedim. Buyuk abla ise, ben harcligimdan biriktirip Arda'ya mavi bebek arabasi alacagim der. Iki abla atisirlar boylece... Biz baba ile, bu konuda "cool" olmaya ve bebek arabasini kullanmaya karar verdik bile. Belki uzerine, "My other stroller is blue" (Diger arabam mavi) diye bir cikartma asariz!

Monday, September 3, 2012

Nehirim

Bugün iki yıl oldu, Nehir'im seni kaybedeli... Dün, tesadüf, fotoğraflara bakarken, istemeden senin elini tuttuğumuz bir fotoğrafa denk geldim, ve birden gözyaşları beni buldu. Ne kadar zordu o veda. O an hiç aklımdan çıkmıyor.

Gideli beri sen, biz kendimizi hayata bağlamanın yollarını aradık. Zaman çare, dediler. Evet, zaman gerçekten de çare imiş. Ama bir yandan biz eski biz değiliz. Ne baban, ne de ben eskisi gibi olamayacağımızı idrak ettik, ve bu konuda aynı düşüncede oluşumuz bizi dengede tutuyor.

Aynı duyguyu başka bir anne yazmıştı. Acı olan o yazdığında ben anlamamıştım. Demişti ki, çoğu zaman oynuyoruz... Anlamamıştım. Şmdi anlıyorum. Oynamak değil belki, gülüyoruz, birşeyler yapıyoruz, ama derinlerde bir yerde kocaman bir boşluk, hep bizimle. 

Buraya biraz da o nedenle yazmaz oldum. Burada hep duygularımı paylaştım, oyun oynamadım. Hayata devam etmek için, arada duyguları biraz geride tutmak gerekiyor. Burada duygularımdan kaçamıyorum.

Seni ziyaret ediyorum sık sık, evimize yakınsın, işe giderken, pat, giriveriyorum. Ne yapacağımı çok bilmiyorum ama, çiçeklerin güzel mi, minik kelebek duruyor mu, bakıyorum. Baban da, ablan da geliyorlar.

Seni anıyoruz, senden sözediyoruz. Nasıl yaramazlıklar yaptığını anlatıyoruz. Leyla en çok nasıl havaalanında kaçıp, yürüyen merdivenlere koştuğunu anlatıyor. Bir şekilde hep kaçtın, ne zaman yere bıraksam, alıp başını giderdin, hiç arkana bakmadan.

Hala tüm yaşadıklarımızın gerçeklik dışı olduğu hissindeyim. Sanki başka birinin hayatı, ben o hayata bakıyorum. Yani hem kabullendim, hem de hiç kabullenemedim. Sen nasıl geldin hayatımıza, sonra kayıp gittin öylece. Geriye bakınca, biz o günleri nasıl geçirmişiz, sana tüm o yaşadığın acıları, ağrıları, zorlukları, sanki normal şeylermiş gibi yaşatmışız ve sen ne kadar güzel başa çıkmışsın. Ama şimdi düşünüyorum da, çıkmasaymışsın be Nehir'im, ağlama bak şimdi geçecek dediğimde susmasaymışsın tatlım. Her türlü kaprise hakkın varmış senin. Çünkü normal değilmiş yaşadıkların.

Şimdi ne zaman bir doktora gitsem, basit bir kan verme işlemi için, hemşirelerin anlamaz bakışları altında, gözlerimden yaşlar akıyor. Kaç kez yaptın sen o işlemleri, sayısını hatırlamıyorum bile. Acıtıyormuş tatlım.

Seni çok özledim. En zoru yaşıtlarını büyürken görmek. Onlar büyüdükçe sanki senden uzaklaşıyorum iyice. Sen hep üç buçuk yaşındayken anılarımızda, yaşıtların büyüyor. Tuhaf bir his.

Sana bir de sürprizimiz var. Abla oluyorsun. Hem de bugünlerde. Eylül ayı seni kaybettiğimiz, kardeşini karşıladığımız ay olacak. İşte bu da biz büyüklerin hayatın cilvesi dedikleri şey. Hayatın bize bir oyunu, yaşamın döngüsünü hatırlatma şekli belki de. İşte bu yüzden, bu yılki koşuyu baharda yapacağız. Hem böylece kardeşin de katılacak. Leyla'ya bir kardeşi daha olacağını söylediğimde, Nehir kadar sevecek miyim diye sordu. Ben de, baban da aynı endişeyi hissettik. Ama bir yandan, senden bize selam getirecekmiş gibi hissediyorum. Senin yerini almayacak ama senin kardeşin olması fikri hoşuma gidiyor.

Seni çok seviyorum.

Sunday, April 1, 2012

Sonsuzluk

Mart ayı geçti.

Nehir'imin doğumgünü geçti.

Kalbimin sıkıştığı günler geçti. KAÇUV'un Aileevi tam Nehir'in doğumgünü haftasında açıldı. Güzel bir tesadüftü ve o günleri daha rahat geçirmeme neden oldu. Oyun odası gerçekten çok sevimli, içaçıcı bir mekan oldu. Çorbada tuzumuz oldu. Güzel bir his.

Yine de yazmayı beceremedim. Çünkü özellikle doğumgünü ve kaybettiğimiz günler zor oluyor. Aslında tüm özel günler, her biri ayrı ayrı zor.

Acı hafifliyor, kayıp azalmıyor. Hele önüme iki buçuk, üç, üç buçuk yaşlarında kız çocukları çıkarsa, yüzümde acı tatlı bir ifade beliriyor. Geçen gün rastladım. Küçük kız tatlı tatlı yürüyordu, aklıma Nehir'in muzip kaçışları geldi, kendinden emin yürüyüşü.

Nehir'im çok isterdim bizimle olmanı. Seni sadece üç buçuk yaşınla hatırlıyor olmak çok zor, yaşıtların ise büyüyor. Ben de hayal etmeye çalışıyorum, ama hayaller yetmiyor ki.

...

Carole'lar geldiler!

İnanması güç çünkü ailecek uçak yolculuğu sevmiyorlarken, buraya kadar gelebilmiş olmaları harika.

İlk iş tavuk göğsü ve kazandibi tattırdık. Şehri biraz kendileri dolaşacaklar, biraz bizimle.

Ne güzel lafmış, "dostlar sağolsun".

Dostlarım!



Wednesday, February 15, 2012

Rüya

Buraya yazmışımdır, şimdi bakmadım. Nehir'i rüyamda görmemiştim uzun süredir. Zaten bir veya iki kez gördüm.

Dün gece ise, hay bilinçaltıma şaşayım, bir rüya gördüm. İçinde Nehir de vardı ama şöyle. Mahmut, Nehir'in bir videosunu duvara asıyor. Tabi neden olmasın? Ama ben neden kızımı doğrudan değil de böyle gerçekçi, yani ancak bir video üzerinden, ama rüyanın içinde gördüm. Bu kadar gerçekçi, kontrollü olmak niye... Aslında ne zamandır çekmiş olduğumuz videoları izlemiyorum. Çünkü bu cümleyi yazarken bile gözlerim doluyor. Bazen çok iyi geliyor ama bazen de çok canım yanıyor. Şimdi hatırımda, Fort Worth'de, dönüşümüze yakın, hastanede şarkı söyleyişini çekmiştim... Bayılmıştım, çok komikti. Ama buraya yazsam da elim gitmiyor videolara.

Duvara asmamız da anlamlı herhalde. İsteyince "play" tuşuna basıp, neşeli halini izlemek. Onca filmler var ya, bir şekilde ölülerle, ruhlarla iletişime geçilen hikayelerin anlatıldığı. Saçma gelirdi, şimdi ise, böyle bir filme denk geldiğimde, "Ah", diyorum, " Ne güzel olurdu"... İnsan hep, görmek, istiyor, buluşma anını hayal ediyor. Küçükken, babamı kaybettikten sonra, bir gün buluşacağımıza inanırdım. Çok uzun süre bu düşünce beni besledi. Şimdi, maalesef, bu düşünce de yok. Sadece gün gelecek hepimiz toprak olacağız ve acılarımız kaybolacak.

O zamana kadar ama hayata tutunacağız. Kitaplar, sohbetler, paylaşımlar, dostluklar beni ayakta tutuyor. Son zamanda işim de. O yüzden daha az yazar oldum. Meşgul ediyorum kendimi günlük koşuşturmalar içinde, anlık işe yarıyorum hisleriyle. Doğru meslekteyim, öğrencilerle olmayı seviyorum. Üstelik yaşlandıkça daha çok sever oldum sanki.

Öğrenci demişken, bana bugün mail atıp, "Bloga yazdım ama buradan da yazayım" diyen Yunus'a çok teşekkürler (sözünü ettiğin kitabı biliyorum), dört gün geçmiş, bakmamışım buraya. Vesile ile içimi de döktüm!!


Sunday, January 1, 2012

Yol Gösterici

Yeni yıla girdik... Sakin.

Nehir'in mezarı bitti. Mezartaşı zaman aldı. Artık mezarlıklarda standart mezar ve mezartaşı boyutları var-imiş. Babamın ve Nehir'in adı birarada nasıl olsun, karar vermek zaman aldı. Düşününce, bununla ilgili düşünmek tuhaf ama Nehir'le ilgili her şey benim için önemli. Adı geçen her şey ona yakışmalı gibi bir takıntı var, her şeyi önemsiyorum. Bir yandan da bu kadar uzun sürmesi, şekillenmesi kabullenmenin de bir parçası oldu.

Öncesinde sadece babamın adı varken, mezarlığa gitmek anlamlı gelmiyordu. Şimdi ona ait bir yer var, gittiğimde kızımın adını görüyorum. Spor yaparken, onun olduğu yere bakıyorum, bakıyormuşum, geçen gün farkettim, 6 ay sonra. İşe gidip gelirken önünden geçiyorum. Bunu da seviyorum.

Bugünlerde aklıma takılan bir konu, spirituel bir yolgösterici eksikliği. Dinadamlarının önemini daha iyi anladım. İnsan zordayken, görmüş geçirmiş, "ermiş", biriyle sohbet etmek istiyor. Bakıyorum hayatlarımızda bu eksik. Dinin şeklinden kaçalım derken bir boşluk oluşmuş... Benim şansım aradığım yanıtları kitaplarda bulmuş olmam ve kendi kendimle sohbet edebiliyor olmam. Bazen de bir kız arkadaşımla.

İlginç olan Nehir'imi kaybettikten sonra bana en iyi gelen kitabın bir hahamın yazmış olması. Hiç aklıma gelmezdi. ama işte bir önyargım daha kırıldı ve ortak bir noktada buluşabileceğim bir dinadamı oldu. Bir farkla. O bize dayanma gücünü Allah'ın verdiğini söylüyor, ben içimizde varolduğunu düşünüyorum. Herkeste bu güç var. Sadece bunu ortaya çıkartabilenler, ya da daha erken çıkartabilenler, veya daha çok desteğe ihtiyaç duyanlar var. Bakıyorum kendime, bazen çok zayıf da olsam, hayata tutunmak esas benim için.

Bugünlerde, yine, şunun da ayırdına vardım iyice. Şu anda sağlığımız yerindeyken, bunun kıymetini bilmeliyiz. Günlük kaygılar içinde kaybolmadan hayatın içinde olduğumuz anların tadına varmalıyız. Bu, "eğlenmek"ten farklı bir durum. Sadece anı yaşadığımızın farkında olmak. Ve şükretmek. Bunu yazacağımı düşünmezdim, Nehir'i kaybettikten sonra. Ama demekki, bir yıldan sonra, idrak ettim.

Anı yaşamak ama sadece kendini düşünmek değil.

Ne bileyim.

Her şey denge.

Çocuklarımıza iyi insan olmayı öğretmeliyiz. Almak kadar vermeyi, vermenin değerini, yardımlaşmayı... Daha başka neye sahip olabilirim yerine bizim gibi şanslı olmayanlara yardım etmeyi...bilmeliyiz ki, şanslıysak bu başardığımız bir şey değil, içine doğduğumuz şartlar nedeniyle. İstisnalar üzerinden yaratılan başarı hikayelerinden uzak durarak.

Aman pek didaktik oldum. Ama işte yeni yıl. Yeni yılda ihtiyacı olanları daha çok hatırlayalım.