Wednesday, October 28, 2009

Bavul-ing

Saat 1.00 AM, tam alarak. Harıl harıl bavul topluyoruz.

Ne yaptığımıza inanması güç ama yaptık. Doll House artık bir bavulda! Burada bırakırız derken, ah bu "hatırası var" dürtüsü ve de Nehir'in bugünlerde sabah kalkıp ilk iş oynar oluşu...Bilge ile çatır çutur "demonte" edip, koyduk. Yazarken gülesim geldi.

Sabah ise Nehir'i hayvanat bahçesine götürdük!!! Akşamüzeri hava döndü, gidene kadar artık yağmur. Maum Houston yolcu ederken hep böyle su döküyor!

Yarın sabah klinik randevusunu iyi ki 9.15'e almışım, şimdi acaba ne kadar gecikirsek bir şeycik olmaz planı yapıyor, hepinizi hasretle öpüyor ve bir güzel bugün kendi kendine uyumuş kızımın yanına gidiyorum. Bir ara fotoğraf eklerim.

Tuesday, October 27, 2009

Park, sonunda

Uykum geldi de geldi. Bu sabah hava gri kalktık, ve ilk soru, "hani güzel hava?" oldu.

Ben ikinci bavulu da yaptım, Bilge Nehir'le ilgilendi, bir yandan nefis bir somon "stew" yaptı. Nehir saat bir gibi kucağıma gelip uyudu. Pazardan beri hem öğlenleri, hem de geceleri uyuyor. Oldukça sarsılmış olmalı.

Öğleden sonra bizi merakta bırakan harika hava belirince, geç bir öğle yemeği, sonrasında Bilge'yi mağazalara bırakıp, biz parka gittik. Park çok güzeldi. Nehir'in enerjisi fena değildi.

Bugünle ilgili iyi haber, Nehir baktrimi de yutmaya başladı! Artık ezip kapsül içine yerleştirmek yok! Geriye tylenol kaldı. Şaka gibi, tylenol almak en zoru!

Derken annenin pili bitti, yatıveriyor.

Monday, October 26, 2009

Günlerrr Şaştııııı




Handecim, zaten sen buraya gelince bu gün işleri aksadı...bitsin artık gari.

Bilgecim de geldi.

Gece 11 de indi, taksi şöförünün harika alternatif yolları ile biraz dolaşıp, derken bizim yan bloğa gidip, gece yarısı yarımda elinde bavullar (boş) yürüyerek bize ulaştı!

Tabi ki gülümseyerek.

Taaaaaa yıl ben dedim, 1992, o dedi 1991, yine Amerika'da çok başka şartlar altında buluşmuştuk.

Sabah bir yağmura uyandıkki, İstanbul'umda olsak sel olurdu. Nehir ise hafif bızzzz uyandı. Derken, Bilge kapıda belirdi. Nehir Bilge'yi ilk kez görmüşken, iki dakika sonra birlikte oturmuşlar hamurdan yüzük yapıyorlardı.

İlk işimiz birlikte, annenin ayağında çikolata kaplı yağmur çizmesi, ki bu yılın bugün itibariyle yapılmış en iyi alışverişi, IHOP'a kahvaltıya gittik. Doğrusu ben çikolataları pek belirgin değil sanıyordum ama IHOP'taki hafif toplu, siyahi garsonumuz, "Hmmm, yummy" deyiverdi.

Yağan şiddetli yağmur nedeniyle, önce Nehir'in yarın başlayacağımız Accutanelerini almaya, sonra belki bir yağmurluk da kendimize buluruz diye Target'a, sonra eve, Nehir uykuya, mışıl mışıl, uyandıktan sonra Whole Foods'a gittik. Artık evde yiyecek var, yeniden. Hatta menümüz var.

Ev toplanıyor mu bilemem. Bir bavulu yaptık gibi.

Bu ara zihnim tamamen bulanmış durumda. Karmakarışığım. Başlangıçtaki karışıklığıma benzer bir haldeyim. Hele gelen giden trafiğinden, bunu sen mi demiştin, yok yok Seda, acaba Hande miydi, peki bu salata sosunu kim almıştı, düşünceler dağınık, darmadağınık, burası nasıl toplanır, bu ev bu halden kurtulur mu derken, İstanbul'dan Leyla'nın okulunda 5.sınıfta domuz giribi çıktığı haberi, hoppala durumu, aşı yok, evde ne yapacağız, bavullar bavullar, Whole Foods'u parça parça mı taşımak kolay, yoksa yap boz halinde mi taşımalı sorunsalı, bu yağmur ne zaman bitecek, ben Nehir!'i söz verdiğim Zoo'ya götürmeliyim derdi, uçakta maskeli mi, maskesiz mi durmalı, Dr. Russell ile perşembe günkü randevuda sorulması gereken sorular, peki nurtopu gibi doğmuşken eklemeler nedeniyle küvöze alınan anketimiz acaba bu hafta bitecek mi, Rice'a gidip de anahtarı da teslim etmeli, bir de teşekkür etmeli, acaba Nehir'i İstabul'da hangi havuza götürmeli, yarın baktrim de başlamalı, ama şu iğnelerden dört tane daha var bir de sabahları, Accutane 'i unutmamalı...

İşte şimdi güzel bir uyku zamanı. Şöyle bir uyumalı, sakinleşmeli, bu keyifli karşıklığın tadını çıkarmalı.

Nehir'im sağlıklı ve mutlu.

FotoNot: Ve beeeen, ısrarlara dayanamadık, evimizin fotoğrafçısı Bilge de gelince kaçınılmaz oldu. Akşam Ilgın uğradı, ilk foto, üçümüz. Ilgın'cım bize Houston'un yolunu hızla açan 30 küsur senelik ilkokul arkadaşım!, diğer ikisi Nehir'in peri kıyafetleri içinde benimle poz verişi.

SevgiliYorumYazanlarNot: Nasıl anlatsam, çok yazdım yine yazacağım, harikasınız! Ben bir şekilde yazacağım tabi, Nehir'den haberler vermek için. Önümüzdeki bir buçuk yıl bizi taramalar ile dolu bir dönem bekliyor. Durun yani, pozitif enerji şimdiden sonra yine, hem de belki de şimdi daha çok gerekiyor Çünkü artık Nehir yalnız savaşında. Tıp yapacağını yaptı. Şimdi iş Nehir'imin biyolojisinde!

Sunday, October 25, 2009

Gün 129: Houston'dayız






Houston'dayız...gece uyumuşum....akşama yazarım

FotoNot: Sondan başa...Nehir'i hastanenin dışındaki parka çıkarttığımız günler, Seda Teyzesi ile...Başında Tiarası, son gün boruları da çıkmış, kağıt işinin olmasını bekliyor, ve sevinçliyiz, babası ile Skype'de poz verdiler...Nehir'e Alexa Vakfından bir koca poşet kostüm geldi, balerin, peri, taçlar, "wand"lar, tütüler...

Sedacım bizi bir güzel getirdi, Fort Worth'den buraya. Canım kardeşim. Ellerine sağlık. Beni tanıyanlar ise benim arabayı nasıl verdiğime hayret edecekler...çok basit: yor gun luk tan...Seda'ya , "Bak nasıl verdim" dedim, o da "Sonlara doğru açılıp karışmaya başlamıştın" dedi... ha ha ha...

Ve bugün: Sabah Barnaby's de harika ama harika bir havada kahvaltı ettik. İçimdeki şükran ve mutluluk duygusu taştı. İki haftalık hastane ve sonnnnnnnnnn hastaneden sonra, Seda, ben Nehir oturmuşken, duygularım taştı. Açık hava, güneş.

Nehir sağlıklı ve mutlu.......annesi çok ama çok mutlu! Evet, tüm mutlulukları an be an yaşayacağız. ben bunu da öğreneceğim. Erteleme yok. Bugün çok mutluyum. "Şükürler olsun" çok güzel bir laf. Ve tabi kızıma da M A Ş A L L A Hın en büyüğünden.

AlexaFundNot: Cook'taki sevgli Kristy, Nehir için "dress up" bir program buldum dedi, sonra da yokoldu. Cts çıkmadan önce hemşiremiz o kocaman poşeti getirdi. Alexa, Teksas'lı ve uzun bir mücadeleden sonra Neuroblastoma nedeniyle hayatını kaybetmiş tatlı mı tatlı bir kız. Kostüm giymeyi çok sevdiği için, annesi onun adına böyle bir vakıf kurmuş, ve adını bu şekilde sürdürüyor. Teşekkür ederiz Alexa!!! Prenses Alexa.

Gün 129: Houston'dayız

Houston'dayız...gece uyumuşum....akşama yazarım

Friday, October 23, 2009

Gün 128: GMCSF and CH 14.18, day 4

Phewww

Dün geceyi ateşsiz geçirdik!!!! Yarı biletimiz hazır. Bu geceyi de atlatırsak...

Yazmak istemiyorum.

Duygularım o kadar karışıkki, bu kez toparlayaıp yazmama imkan yok. Edebiyatçılık ile "günlük" yazarlığı farkı bu olsa gerek. Hadi bakalım kolaysa yaz Zeynepçim...

Zihnimdeki kelimeler:

Heyecan, şaşkınlık, telaş, kaygı, umut, yorgunluk, hüzün, kavuşma, ayrılma, belirsizlik.

Sevinç çıkmadı, aklıma ilk gelenlerde. Bir şey beni tutuyor, hani yazmıştım ya esas sevincimi Nehir'in büyüdüğünü gördüğüm her yıla saklıyorum, tek tek.

İçimdeki duygu karmaşası öyle büyük ki, ağlamak istiyorum, ama ağlayamıyorum da.

Cook'takilerle vedalaşmak da ilginç. Houston'a gelip gidiyor olacağız ama buraya gelmeyeceğiz. Bir bağ kurmuşuz yine de farkında olmadan.

Yaw yine o müzik başladı!!!

Ben bitireyim en iyisi.

Yarın ateşsiz kalkarsak isek çıkıyoruz. Biz çıkacakmışız gibi düşünüyoruz. Nehir bugünü iyi, sadece sıkılmış, çokça televizyonla geçirdi. Hande'cim oynamadınız mı diyecek ama ayağa kaldırmak olmuyor, odada monitör ve borularından, o eski serbest hali yok, tek ilaçla ikenki.

Akşama doğru bugünkü farklı hemşirenin atlamasıyla antibodiler bir saat geç bitti. Aslında verdiği hızı arttırıp, zamanında bitirecekti, ama ben karşı çıktım, olur da bit etki yapar, sonuna gelmişiz! Ama aslında başlayan hemşirenin tüm günleri alması bence daha iyi, ama çalışma günleri genellikle üç gün ile sınırlı olunca, son akşamlar tatsız oluyor, yepyeni hemşireler.

Olsun, bitti.

Geçti kızım.

Yarın Houston'a döneceğiz. Günün en sevimli insanı telefonda konuştuğum site yöneticimiz Chris idi. Ben eşyayı Salvation Army'e veririm derken, Salvation Army kapınıza geliriz, eğer taşıyamayız derse şöförümüz, almayız deyince...ben Chris'i aradım, ne yapabiliriz, sizin bir fikriniz var mı diye...hayalimdeki yanıtı verdi: Evde bırakın biz hallederiz!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!! Nasıl sevindim. Umarım Meksikalı "maintanence"lara gidecek. Doğrusu bize yardımcı olmuş, hep gülümseyen, "aşina" insanlara bir yardımımız dokunursa çok sevineceğim. Ve de nasıl olacak, ne yapacağım derken, bu çok kolay oldu. Diyordum ki, "Aslında tam öğrenci hareketi olur, öylece bırakıp gitmek, olmaz ama ayıp olur "derken, Chris kendi teklif etti!!! Bu evi nasıl da bir gecenin sonunda Mahmut bulmuştu...Ne kadar da sevdik. Bize ne kadar da iyi geldi. Huzurluyduk. Teşekkürler evimiz.

UnuttumNot: Kızım bugün sabahki Tylenolu ağlamadan, oturduğu yerde, normal bir şekilde içti!!! Babası güldü söyleyince, "Bir yıldan sonra" diye! Büyümek böyle bir şey...hmm akşamki tylenolda biraz zorlandık ama...

Thursday, October 22, 2009

Gün 127: GMCSF and CH 14.18, day 3

Hadi bugün gülelim. Müziğin de etkisiyle dönerken yazacağım teşekkür yazısı dün çıktı tuşlardan.

İyi de olmuş, ağaçtaki "anonim"ler ve "uzaktan izeleyenler" düştüler.

İyi oldu. T e ş e k k ü r e d e r i m. Hepinize.

Ben de duygulandım, ama benim halim sabaha karşı beşte Nehir'in ateşi yine 39lara çıkınca birden "hoppala"ya döndü. Bir anda bu ateş sürerse cumartesi çıkmamızın hayal olacağını anladım. Ateşin antibodilerden olduğunu düşünüyoruz, kültürler negatif hala. Ama öyleyse, saat 8de biten antibodilerin etkisi sabah beşte hala sürer mi, sürmemesi gerekir.

Bugün Dr. Howrey de maaesef onayladı durumu. Nehir'i yüksek ateşle bırakmayız, cumartesiye bağlı dedi.

İyi haber, bir de dediki, beni ateş en az ilgilendiriyor, kan basıncı, nefesi her şey iyi, "she looks great".

Sabahımız biraz rötarlı başladı ama bir ilk daha yaşadık, Nehir uyurken yapılan iğneyi hissetmedi!!!!!!! Şaşırdım ve çok sevindim.

Bugün daha çok can sıkıntısı vardı Nehir'in ve ona bağlı mızmızlığı, ve anne de anne durumu. Seda yaklaşmaya çalıştıkça , "anneee" sesi geliyordu. Ben de artık akşam olduğunda, yorulmuş, hafiften esmeye başlamıştım ki, Nehir sokuldu, ve kolumu okşayarak, "cici" yaptı.

E, buyrun bakalım!

Ne yapacaksınız, uyku öncesi yine kıvrıldık beraber. Tatlım. Çok oldu. Biz Seda ile bir şekilde girip, çıkarken, o yine üç gündür yataktan kalkmadan, oturuyor.

Bu akşam hemşiremiz Lauren ve Kristy ile sarıldık, vedalaştık. Lauren ile daha önce de bir gün karşılaşmıştık, bu kez üç gün üsüste geldi. Jamie Lee Curtis'e benzetiyorum. Kısa saçlı, minyon sayılabilir, 55 yaşında, bence göstermiyor, çok iyi bir mizah anlayışı (sense of humour) var. Geçen gün bana çay yaptı, kendi çayından, ve Seda'ya. Anneannesi İtalyan mış, belki de o yüzden bize çok yakın bulduk.

Kristy de uğradı. Son dakikada "Size bir program buldum, Nehir istediği kostümü yazsın, gönderiyorlar" dedi, sanki kızımın tütü isteğini duymuş gibi. Bakalım nasıl bir şey gelecek. Ben "fairy" istedim, peri.

Esas işimiz ateş takibine kaldı. Akşam biraz daha su tuttu, ama göreceli olarak az. Albuminin iyice azaldığını düşünüyorum ama sabahki testler gelmeden anlayamayız.

Bugün yan odadaki çocuğun iyi olmadığını söyledi Lauren, sabahki gecikmesini açıklarken. Bir geldiğinde ise gözleri dolmuştu. Evet, geldiğimizden beri burada ve iyi görünmüyor. Allahım ona huzur versin. Anne babasına güç. Aslında dedim ya veriyor. Bugün Kristy'e form vermek için oyun odasına gittiğimde, o çocuğu gördüm, yanında pembe leğen, çıkarıyordu, yine de oyun oynamak için odadan çıkartmış ve yürütmüşlerdi.

Şükürler olsun.

Tüm evrene teşekkür ediyorum.

Nehir'im sağlıklı ve mutlu. "Havuza girecek miyim", "Mayom nerde?", "Leyla küçükken boruları var mıydı?", "Neden benim doğum günüm gelecek?", "Anne tütü aldın mı?", "Mina'ya da alalım mı, Letisya'ya?", "Hemşire neden beni sevdi?", "Çocuk neden ağlıyor?" "Anne oyun odası kapalı mı?" ,"Arabamıza binelim mi?" ,"Baba, sen yanıma gelir misin?", "Leyla da gelsin mi?" soruyor da soruyor.

TütüNot: Seda Teyzesi bugün gidip Nehir'e güzel, kımızı bir tütü etek aldı!

Wednesday, October 21, 2009

Gün 126: GMCSF and CH 14.18, day 2

Tuhaf bir rastlantı.

Bilgisayarda Nehir'e müzik çalıyordum, uyuya kaldı. Müzik devam etti. Bir anda yumuşak, hafif bir CD'ye geçti. İstanbul'daki kısa süren hastane gecelerimizde, Mahmut'un Nehir'e çaldığı CD imiş. Enstrümental, "dinlendirici". Mahmut arada çalmak istediğinde, sonraları, engelliyordum, hatırlamak istemiyordum.

Offfff.

Bitiyor.

Bitsin.

Bitmeli.

Bitti.

O zaman huzur veren müzik şimdi zor geldi. O çok zorda olduğumuz zamanda, Nehir uyuyorken, belki de gevşediğimiz tek andı. Başka bir zamana gitmişiz gibi, rüyadaymışız gibi.

Şimdi biterken, hani gün bittiğinde, yatar, o günü, yaptıklarınızı hatırlar, muhasebesini yaparsınız ya, benim de duygularım, düşüncelerim o yönde şimdi. Bugün TÜRKNA'ya, Özcan Bey'e teşekkür ettim, maille. Teşekküre kimlerden nasıl başlamalı diye düşünür oldum. Liste çooook uzun. Herkes, yapabildiği kadar, kendi imkanlarının doğrutusunda bir ucumuzdan tuttu. Yürekten.

Çok güzel, kelimelerle anlatması güç, sevgi, dayanışma, yardım "act", davranışları yaşadık bu yıl. Hep, biz de Nehir de şanslıyız diye düşündük.

Dost kara günde belli oluru gördük. Ailenin önemini yaşadık. İyiniyetli insanların yokolmadığını, hani "devir kötüleşti" derken, bizi hiç tanımadan uzanan ellere bazen şaşkınlıkla sarıldık. Gördük ki, insanlık ölmemiş.

Doğrusu beni en çok etkileyen bizi tanımadan Nehir'i takip eden, yardım edenler oldu. Hep, "Ben ne yapardım" diye sordum kendime, acaba bana benzer bir mail gelse ben nasıl davranırdım diye sorguladım kendimi. Bilmiyorum. Belki de onca işimin içinde, sonra okumak üzere, üzerine başka onlarca mail yığılıp arka sayfalara kayıp gitmesine izin verirdim.

Böyle yapmayıp, okuyan, Nehir'i duyar duymaz bizi arayıp soran, buraya yazan herkese çok teşekkür ediyorum. Ailemize, anne babalarımıza, nenemize, kardeşlerimize, kuzenlerimize, dostlarımıza, eski ve yeni tüm dostlarımıza...

Ben bu yıl çok şey öğrendim.

Hayatta her an başka bir "noktada", "durumda" olabileceğimi, bir kez daha, gördüm. Vermeyi biliyordum, almayı, teşekkür ederek, kabul etmeyi öğrendim. Hayatın şans, şansızlık, mutluluk, muztsuzluk bir döngü içinde döndüğünü öğrendim.

Ölümün bir gerçek olduğunu, ama sevgimizin sonsuz olduğunu anladım. Kaybetme korkusu yaşamadan sevebileceğimizi idrak ettim. Çünkü kaybetmediğimizi, sevginin zamandan yerden bağımsız bizde saklı olduğunu "kavradım". Bu öğrendiğim en özgürleştirici ders oldu.

Ama en önemlisi çocukların gücünü gördüm. Gördüğüm onlarca onkoloji hastası çocuğun her biri gülüyor, oynuyordu. Burnunda tüple, bacağı kesilmiş, ameliyattan çıkmış, anne veya babasının kucağında her birine hayranlık duydum. Çocuklara "çocuk" demenin, büyükten farklı, "küçük" görmenin yanlışlığını anladım. Onların "küçük"lüklerinin hastalıklarıyla birlikte yaşamayı öğrenmelerindeki rolünü gördüm. Her biri o kadar büyük ki bu koridorlarda. Kabullenmiş, ve güçlü. Hayatlarından, oyunlarından vazgeçmeden, "whining" yapmadan, mızmızlanmadan, yaşıyorlar.

Ve anne babaları gördüm. Güçlenmiş. Her durumda çocukları için var olan, onların rahat etmeleri için her şeyi yapan, onlar da kabullenmiş, güçlenmiş.

Biz bir aile olduk. Kocaman ve çok güçlü.

Kızlarım bu yıl büyüdüler. Leyla İstanbul'da, Nehir Houston'da.

Hiç olmasaydı. Ama oldu, değiştiremeyiz, bundan sonra olacakları da bilmiyoruz. Sadece aşağı yukarı bir yol belirleyip o yolda ilerlemeye devam edeceğiz. Öğrendiğimiz dersleri, yaşayacağımız yeni deneyimlere katarak.

Nehir'im sağlıklı ve mutlu. Bugünü düne göre çok daha iyi geçirdi. Tansiyonu normal, kalp atışları dünkü 170ler yerine 148lerde kaldı. Ağrısı için ek doz morfine ihtiyaç duymadık. Ativan'e gerek olmadı. Sadece ateşi 39-40 seyretti. Bunun ilaç tepkisi (antibodiler) olduğunu düşünüyoruz. Sedacım tempomuza ayak uydurdu ve koltuktan kalkmadan, kitabını okudu, ben ise Nehir'in Teddy Bear'i olarak yanındaydım. Günü odada, kıpırdamadan geçirdik. Bir günü daha devirdik.

Dualarınız, iyi dilekleriniz, desteğiniz için teşekkür ediyorum.

Tuesday, October 20, 2009

Gün 125: GMCSF and CH14.18, Fifth Round, 1st day

Çok bir şey yok.

Sonunda başladık. Bitişe yaklaşmanın ilk günü.

Sabah 7.30'tan itibaren "ne zaman ne zaman" diye hemşiremizin tepesine çöktüm. Dün benim şüphelerim nedeniyle, sabah doktor bizi görmeden başlatmayacaklarını anlayınca da kapı açık, Dr. Howrey'in yolunu, kovboy çizmelerinin sesini bekledim. Kapıdan, "vınn" diye, ya da "tak tak" diye geçiriyordu ki, "Hiiiii, you're gonna see us????" diye atladım atlamasına ama, beni "I will quickly see one patient and will be back" hamlesiyle zarifçe savuşturdu!

Bir patient, bir buçuk saat sürdü. Gerçi sanırım acil, ve kritik bir durumdu, umarım iyiye gidiyordur durumu.

Doktordan yüz bulamayınca hemşre baskımı sürdürdüm, ama sonuçta, 9.30 derken, 10.00'da başladık. Fena değil. Derdim, Nehir'in sabaha kendine gelebilecek bir zaman dilimi olması, ve gece biraz daha toparlayabilip, nöbetçi doktor işleri yaşamamamız.

Ama sabah neşeli olan Nehir'in önce iğne, derken monitör "led"leri bağlama, yapıştırma, borularına el atma, ve yeni VRE (popoya pamuk çubuk darbesi) testi, Tylenol, derken, tüm neşesi kaçtı.

Dr. Howrey geldiğinde, iyi haber, dünkü verilen kanla hemoglobini 12.1'e çıkmışken, kalbinde hiç "üfürme" duymadığıydı. Her çocuğun kalbinden bir dönem "üfürme" gelebileceğini, anlaşılan, hemoglobinle ilişkili olabileceğini söyledi. Bu arada Seda, doktorun, konuşkan, ve neşeli tavrı karşısında, "Bizimkiler böyle değil" dedi ve bizim Texas, Güneyli" farkı teorimize katkıda bulundu.

Sonrasında Nehir verdikleri benadril, ve başlayan morfinle saat 10.00 ile 13.00 arasını TV ve emzikle geçirdi. Sonrasında bu kez önce karın ağrısı, sonra yükselen kalp atışları ile ağrısı kendini belli etti. Ben artık öğrenmiş olduğum için, hemen ek doz morfin istedim, iki doz vermek gerekti. Bu arada yine doktorun Ativan unuttuğu anlaşıldı, o da eklendi. Nehir hafif hafif uyuyarak, ama her gözünü açtığında "Annee yanıma" diyerek, televizyonu da görmek isteyerek bir gün geçirdik.

Akşam 7 buçuk gibi, kalp atışları yine iyice hızlandı, ve ateşi 38.8, 40'a çıktı. Ben ağrısının da arttığını düşünüp, morfin istedim yine. Bir de Tylenol verdiler.

Şimdi yine uyukluyor. Sabahki kilosu 12.3 iken (yani aldığı 700 gr'ı resmen kaybetmiş bulunuyor), akşam 13 kg çıktı. Yani tablonun "su tutma" bölümü de gerçekleşti.

Bu, şimdilik, bildiğimiz tablo.

Kültür aldılar yine de.

Bakalım sıra yarında. "Buraya gelmek istemiyorum" diyordu, akşam Seda RMH'ye giderken, "Ben gitmek istiyorum" diyordu. İnşallah, bu son olacak kızım. Bu hayatının en zor dönemi olsun, ve öyle kalsın. Bir dahaki hastane ziyaretimiz, kontroller ve senin anneliğin olsun.

Monday, October 19, 2009

Gün 124:

Sabah çok moralli değildim.

Doktorun yolunu gözledim, doğrusu. Sorulara nasıl yanıt verecek diye. Dr. Eames geldi.

Kalp üfürüğü: "intermittent", ara ara dedi. Önemli olduğunu düşünmediğini, dünkü kanla, HGBsi 9.3'e çıkmışken, bugün yine kan vereceklerini, antibodilere hazırlık olsun diye, dinlemeye devam edeceklerini, gerekirse, çıkmadan bir kalp ultrasonu olabileceğimizi söyledi.

Nehir'in durumunu bana sorunca, ben hala eski "iyi" noktasında olmadığını söyledim. Ve esas derdimizin şu anda bu bakteri olması gerektiğini, onlara TR için baskı yapıyor olmak istemediğimi bir kez daha belirttim.

Ateşin, ilaçlardan olabileceğini söyledi. Midesinin de rahatsız olabileceğini. Genel halsizliğinin uzun süren hastaneden de olabileceğini söyledi. Kültürlerin negatif kalmış olmasının iyi bir işaret olduğunu da ekledi.

Domuz gribi aşısı için, gerektiğini, iki doz olacağını, Nehir için var mı yok mu bakacağını burada ya da Houston'da...söyledi.

Ayrılırken, yarın sabah ilk iş Dr. Howrey'in uğrayacağını, ve duruma göre antibodiler için karar vereceğini söyledi.

Şimdi daha rahatım.

Nehir sabah pek neşeli değildi, ama gitgide açıldı. Öğle yemeğinde büyük bir kase Seda'nı yaptığı tavuksuyuna pilavı yedi, yoğurtla. Yemek işleri Seda ile çok iyi oldu. "Amerikalı", evde yemek de pişiren Teyzemiz olunca, marketten alıp, gidip yapması, ve kapıda belirmesi bir saati anca buluyor. Bunda Seda'nın hızı da etkin. Aile için, tarihe bir not, Seda dedeye benzemiş, hızı ve "birşeyler" yapma isteği ile! Bu beni gülümsetti. Doğrusu bizim "yavaş" tempomuza yine de iyi ayak uydurdu. Hatta ilk günler benim de sağlıklı beslenmem için gösterdiği gayret karşısında benim gözlerimin aldığı şekil ile, dün akşam RMH'den brownie, ve cookie, bugün de elmalı pie getirmişti!! Bu da beni gülümsetti. Wise thinking! (Bu arada, Mahmut'çum, RMH'deki yemekler bir güzelleşti bir güzelleşti. Yaz ki her akşam hamburger, yerini farklı ve lezzetli yemeklere bıraktı!)

...

Nehir öğlen, yemeğini yiyip enerjisi yerine gelince, önce oyun odasında oynadı. Hatta oynarken, bir ilk, bir anda hemşirenin verdiği Tylenol'u aldı..-mış- yani bu ben yokken (anne odada yatmış, dergi okuyordu), Seda ile oldu...Ben "Nassı yani?" dedim, "Ağlamadı mı, kendini yere de atmadı mı???" Hayır, sesi bile gelmedi.

Akşam üzeri beş buçuk gibi ise dışarı çıktık. Bugün dinlensin, içerde kalalım derken, sonraki günleri düşününce, kucağımda da olsa çıkarmak istedim. İyiki de çıkmışız. Hiç kucağa gelmeden, bir saat oynadı. En sonunda, yoruldu, kucakta çıktı yukarı. Hava da çok güzeldi. Hande-sinin almış olduğu yelekle pek şıktı doğrusu. Bu ara fotoğraf yükleyemiyorum. Oysa dışarıda fotoğraf da çekiyoruz.

Öğlen de uyumayınca Nehir, saat sekizde, iki kitap sonra, uyuyuverdi. M A Ş A L L A H.

Nehir'ciğimin İngilizcesi de açılıyor. Bugün elini uzatıp, hastabakıcıya "hay fayv" yaptı! Biz Seda ile bakıştık. Artık sorulara, "Yes", "No" yanıt veriyor. Bugün "ver iz it buk" gibi bir cümle bile kurdu. Güler miyim ağlar mıyım. Hastanede İngilizce öğrendi resmen.

Gülerim. Nehir'i akşamüzeri biraz kendine gelmiş görünce içimde çiçekler açtı. "Aylin" demiş ya asıl yorgunluk evde çıkacak. Bana da öyle geliyor. Ama bir yandan da dördümüzün biraraya gelmesini dört değil sekiz gözle bekliyorum. Bugün Nehir küçük arabasını tutmuş, "Buraya anne oturacak, buraya baba, Nehir buraya, Leyla da buraya" diyordu. Ben "Nereye gidiyorlar?" diye sorunca, "Parka" dedi. Evet, hayalimdeki sahne. "Visualization" yaptık.

Beni ayakta tutan, moral veren, hepinize teşekkür ederim. Olacak. Toparlanıyoruz.

Sunday, October 18, 2009

Gün 123: Bulut

Akşam, Nehir yatmadan önce ateşi bir ara 37.8 oldu, sonra düştü.

Ama aldı beni bir düşünce.

Nehir bir türlü tam toparlanmıyor. İyiye gidiyor ama tam anlamıyla iyilleşmedi hala. Halsiz, bugün az yedi sayılır. Parka çıktık iki kez, akşam üzeri çıktığımızda yürümek istemedi.

Aklıma takılanlar: Ara ara olan hafif ateş, süren enfeksiyon belirtisi mi? Bakteri, kateterin çıkmasına rağmen yaşıyor mu? Sabah Dr. Beam ateş olmadığı için kültüre gerek olmadığını, istersek yapabileceğimizi söylemişti. Akşamki ateşten sonra, "charge" hemşire aradı Dr. Beam'i, bu sabah kültür yapacaklar.

Derdim, antibodiler başladıktan sonra, hem kötüye gitmesin, hem de tedavi yarım kalmasın göz göre göre.

Ne bileyim. Dönüş beni strese soktu. Ve bu kez zihinsel olarak kısa, rahat bir hastaneye hazırlanmışken, beklenmedik bir enfeksiyon, uzayan hastane beni çok zorluyor. Allahtan önce Hande vardı, şimdi de Seda. Zor olacakmış.

Sahi, hani hamileleğin son günleri bitmek bilmez, aynı o durum. Nehir'cim, hadi tatlım, bir gayretle, bir avazda şu işi bitirelim artık.

Ommmmm, rahatla, ommmmmmm rahatla, ommmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmmm. Gözleri de kapamak lazım.

Saturday, October 17, 2009

Gün 122: Güneşe Uyanmak

Her gecenin bir sabahı vardır.

Bu sabah, yağmurlardan ve gri havalardan sonra güneş açtı.

Birinci haber, Nehir'in hemoglobini 7.6'dan 8'e çıkmıştı. Kendi kendine. İkinci iyi haber, geceki ateş yine olunca, ve bana düşmüş gibi gelince, hemşire baktı ki derece bozuk. Yani gece boyunca ateşi de yoktu. Sabah dörtte kan basıncı düşük olunca uyandırdılar, ve altıya kadar uyumadık. Ama iyi olan, mızmızlığının geçmiş olup kendini iyi hissediyor oluşu idi. Baba ile telefonda neşeli neşeli konuştu.

Sabah en sonunda GMCSF iğnelere başladık. Yani antibodi tedavisinin ön hazırlığına.

Bu arada nöbetçi doktor, Dr. Beam geldi. Ve üfürüğün hemoglobin düşükken olabileceğini söyledi. Yani çıkan ses üfürük gibi imiş.

En sonunda ise cerrah ekibinden bir doktor nasıl diye görmeye gelice, pardon ama bu nasıl dressing diye bir nacizane yorumda bulundum, o da çekmesinler diye özellikle yapıyoruz açıklaması yaptı. Aslında yeterli gelmedi ama, geçtik gittik.

Ve günün sürprizi. Sabah Dr. Beam'den bu güzel havada bahçeye çıkma izni aldık!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Doğrusu hem bana hem de Nehir'e çok iyi geldi, güneşli bir hava, 20 küsur, harikaydı. Bir buçuk saat kadar kaldıktan sonra geldik.

Seda'yı merak edenler.

Sedacım dünden beri arabayla ilgileniyordu. Malum durmuştu. Aküsünün değişmesiyle bugün hikaye son buldu. Yine yeni yeniden çalışan bir arabamız var. Seda alışveriş de yapınca, Nehir'cim akşamüzeri üzüm yedi, sonra Seda'nın yaptığı kuskus karışımını yedi. İştahı yerinde bir gündü.

Nehir bugün kan da aldı, hazırlık olsun diye. Canlandı.

Evet, bu karanlıktan çıkmış olduğumuzu umut ediyorum.

Friday, October 16, 2009

Gün 119: Lousy Day

Üçüncü kültür de pozitif gelince, borulara veda etmek gerekti.

Önce "peripheral" yapacaklardı, ama ben Özlem'in uyarısıyla, "Acaba o kadar uzun süre durur mu" dedim, bir şekilde Dr. Eames de emin olmak için, muhtemelen ben de zaten, uyutulsun da çıkarılsın deyince belki de, operasyon odasında uyutularak yapılmasına ve yeni geçici bir başka boru takılmasına karar verildi. Bu boru çıkarılması daha kolay, "chest"e giriyor.

Sonuçta, hem isteyip, hem de yine uyutulurken canı sıkkın ben oldum.

Şükretmeliyim. Bu tip bir enfeksiyonu daha önce yaşamamış olduğu için. Bu boruları takılır takılmaz çekip koparanlar, enfeksiyonla iki hafta içerisinde çıkarılanlar da okudum.

Bizimki iyi dayandı.

Operasyon odasından çıktığında, normalde "recovery room" a anne babaı alırken, bu kez, burada almadılar. Ancak odaya çıkacakken, koridorda buuştuğumuzda iki hemşireyle, Nehir'in ağlamaktan sesi kısılmıştı. Hemşireler de yatırmayı başaramamışlar, kucakta kalmak istemiş, kucakta çıktı, benim kucağıma geldi hemen.

Sabahki 9'da ettiği kahvaltıyla kalmış, saat dört buçuk gibi odaya döndüğümüzde mızmızdı.

Şimdi biraz daha iyi.

Yazmasam diyorum ama yeni taktıkları borunun üzerini en kötü her yeri yapışan bir şeffaf bantla kapatmışlar, yatar pozisyondayken, şimdi normal duruşta canı acıyor. Yani ne desem, "dressing"ten sınıfta bırakıyorum, topluca!!!!!!!!!!!!!!

Şimdiki durumda salıya kaldı antibodiler.

Yarın iyiyse GMCSFler başlayacak. Bilmiyorum. Ateşi 37.3...

Bu arada günün çorbaya sinek atanı, anestezi doktoru oldu. Tam uyutulmak için beklerken, kalbini dinleyip "üfürüyor" dedi. "Heart Murmur"...Ben önce adamı hemşire sandım, çıktıktan sonra, diğer hemşire adama, "Bu adam hemşire mi" diye sorup da, "Hayır doktor, çok iyidir"i duyunca bu kez beni aldı bir düşünce, acaba kemoterapinin geç bir etkisi mi falan diye düşüncelere gark ettim, Nehir'i beklerken. Odaya çıkar çıkmaz Dr. Eames'i buldurdum, telefonla. Anemikken olabileceğini, dün dinlediğinde iyi olduğunu, merak etmemem gerektiğini, ama yarınki nöbetçi doktora iyi bir dinlemesini tembihleyeceğini, ve haftasonu artık kan vereceklerini söyledi.

Ne bileyim.

Az kaldı.

Thursday, October 15, 2009

Gün 118: Devir Teslim

Gece yarısı bu kez kan alma yok, uyurum derken, hemşire kan alma hazırlığı içinde gelince, önce mavi borusu zor, sarı daha kolay diye yardım edeyim dedim, sonra düşününce, "Bu iş nerden çıktı şimdi" diye, ayaklandım, sabah dörtte oluyor bunlar. Anlaşılan Dr. Eames'in bana bu gece kan almayacağız demesine karşın, geceki nöbetçi doktor, düşük hemoglobini görünce, istemiş. Neyseki, hemşireye anlatınca (charge nurse 'e), iptal etti. Benim derdim, Nehir'in boşu boşuna uyandırılmamasıydı. Ama sonuçta bu kez ben uyanmış oldum, yine ancak altı gibi yattım.

Sabah ise gündüz hemşiresinin veya hastabakıcısının gereksiz bir yüksek sesiyle ikimiz de uyandık, 9'a çeyrek kala. Geç gibi gelse de, nk'de 9 buçukta uyanıyor olabilecek, ve dinlenmiş kalkabilecektik.

Vallahi küçük hesap sevmem, ama uykuma dokunmasınlar!

Derken Hande geldi..."Bir sorun var" diyerek...araba çalışmamış. Önce "hoppala" dedim, sonra, "Neyseki triple AAA var" dedim. Sonra ise "Geçen gün kullandığında, acaba bir şey açık kalmış ve aküsü bitmiş olabilir mi" sorusunu attım Hande'ye, nankör kedi edasıyla!

Sonra da arabaya gittim. "Çıt" yok arabada. Ronnie'yi aradım, "Bir şey açık kalmış mı?" ödüllü soruyu sordu. Ben "Hayır" deyince ise "Aküsü bitik, anlaşılmaz" diye akıllı olmayan kadına verilen cevabı verdi, ben de "Düğmeler kapalı, ustaaa" kabilinden İngilizce bir cümle sarfettim. Yine de o "Akü dolup çalıştığında anlaşılır" dedi son cümle.

Triple AAAyi arasam mı derken, ya da Mark Dungan'ı (Fort Worth'teki tek "ahbap" olarak (!), bugün Hande gidecek, Seda gelecekken trafiğinde bu işi gerçekleştirmenin pek kolay olamayacağına kanaat getirip, Ronnie "Zaten ölmüş, sonsuza dek de orada durabilir, bir şey olmaz" deyince, hastaneye geri döndüm. O sırada Seda aradı, "Bende de triple AAA var, gelince bakarız merak etme" deyip beni rahatlattı.

Önce dişim, sonra Nehir'in enfeksiyonu, ve kateter sıkıntımız, ve araba...bana "Hadi artık balkabağına dönüşüyorsunuz, eve gidin" mesajı gibi geliyor. Buranın miyadı dolmuş.

Nehir'cim aynı durumu koruyor. Ateş 36.6lara iniyor, sonra ama gün içinde bir iki kez 37.2 oluyor.

Kültür beklemedeyiz.

Dr. Eames bugün, yarın bir değişiklik olmazsa durumunda Nehir'in, GMCSF'lere başlayacağımızı söyledi.

Böylece geçen bir sabahtan sonra, öğlen Hande'yi uğurladık. Doğrusu Nehir daha rahat, ben daha üzgündüm. Ayrılık mı, bizim geride kalmamız mı...

Öğlen biraz bu ağırlıkla geç de olsa Nehir de ben de uyuduk.

Uyandığımızda Seda gelmek üzereydi. RMH'den hastaneye yürüyerek gelme rekoru kırarak, kapıda belirdi. Seda Memorial Parkta Koşanlar ekibinden! Bir fark, o Seattle'da.

Seda techizatlı, Nehir'e arts and craft getirmiş. Hemen sticker'lar çıktı, derken br de aslan kukla yapıldı. Nehir artık, saat 10.00 olup da uyku saati geldiğinde, bana "Sen git, Seda kalsın" diyordu!

Sattı desek.

Bir an ilk planı düşündüm, yarın çıkıp Houston'a gitmekti esas plan...p l a n...Nehir yatmadan önce "Eve gitmek istiyorum" derken, yatağa vurup, göstererek, "Burada olmak istemiyorum"dedi..."Bu son" dedim, "Sonra gideceğiz".

Hande'cim çocuklarına tez kavuşsun, pasta hazırlıklarına başlasın! Seda-sı neşesi ve rahatlığıyla hoş gelmiş olsun!

Not: Nefis bir video çektim bugün. "Nefis". Kuzguna yavrusu güzel görünürmüş (gibi bir şeydi). Yükleyemedim. Teknik fikri olan bir Aydonat varsa söylesin bir yol...

Wednesday, October 14, 2009

Gün 117: Bugg-ing

Yarın Hande'yi yolcu edip, Seda'ya hoşgeldin diyeceğiz. Handecim ile bir güzel "lafladık"!!! arada Nehir uyanmasım diye yüzümüzü kapatıp gülerek. Gerçekten de ister büyüme deyin ister yaşlanma, birlikte yaşlanma kadar güzel bir duygu yok. Geçmişi anmak, geçmişe gülmek, paylaşılmışlıklar, paylaşılanlar...dostluk çok besleyici. Kadın olmayı da çok seviyorum doğrusu!!

Bugün Nehir'in hemoglobini 7.7 idi. Kan vermediler. Çünkü Nehir'in genel hali bugün daha da iyiydi. Cumayı bekleyecekler, bir daha bakmak için.

Durum şu: Nehir'in ikinci kültürü, ikinci gün yapılan da maaesef pozitif geldi, üç günün sonunda. Dr. Eames der ki, bu zayıf olduğunu gösteriri ama yine de üçüncü de pozitif çıkarsa boruları çıkartmak gerekecek.

Bu çok kötü sayılmaz, esasen bakteriden kurtulması önemi ve antibodileri alması. Kolundan IV ile almak zorunda kalacak demek ama artık sonuna gelince IV takılırkenki acısı dışında idare edebiliriz. Yani önemli bir bakteriden kurtulmak daha öncelikli.

Bekliyoruz.

Bu sabah Mark Dungan hastaneye geldi. Konuşmuştuk. Doğrusu pek kimsenin "fan"i olmadım ama Mark Dungan benim için çok önemli kişilerden biri. Bugün beni yine bilgisiyle şaşırttı. Şaşırtmadı da takip etmekte zorlandım. Yani bizden çok ileride.

Birkaç iyi "tip" verdi yine. Ve haber.

Sloan'un aşısının çıkmak üzere ve iyi sonuçlar verdiğini söyledi.
N-myc amplified, yani agresif hücresi olaların tedaviye cevap verdiğinde kemoterapiden daha iyi yararlandığını, bir şekilde bu faktörün bu kez olumlu bir sonuç doğurduğunu söyledi. Ya da baştan cevap vermediğini çocukların. Bu Nehir'i iyi bir yere koyuyor, moral oldu bana.

Supplement olarak ise bizim hiç okumadığımız bir ilaç söyledi: Singulair. Alerji ilacı. Bir çalışmada iyi sonuç vermiş. Dr. Eames de onayladı, ve alın dedi. Bu şaşırtıcı oldu. DHA verdiğini, buu en yüksek DHA içerikli "hap"la verdiğini söyledi. İKi "brand"den sözetti. Yazıp öğreneceğim.

Ben biraz Sydney'in teşhis zamanını, başlangıcını sordum. Oldukça ilerlemiş-miş. Teşhisi de çok geç olmuş. Bizim gibi "iki yaş göbeği sanmıştık" dedi. Yani teşhis ile igili atlama, hastalığın hızı ve sinsiliği ile ilgili. Bir kez daha anladım. Hatta Amerika'nın koşullarında kanser olduğundan şüphe ettiklerinde bile, iki hafta sonrasına CT randevusu vermişler. Bu, en azından bizim teşhiste değilse de sonrasındaki hızımızı anlattı. İyi hissettim. Oğuzcum sen çok yaşa!

Accutane ile ilgili yeni bir çalışma olduğunu, uzun dönemli "toxicity" si ile ilgili bulgu olabileceğini, Dr Reynolds ile konuşmamızı önerdi.

Güzel ve yine çok bilgilendirici bir sohbet oldu.

Pekiii, ben Dungan ile hastanenin Starbucks'ında kahve içerken Nehir'im ne yapıyordu??

Bir buşuk saat kadar...Hande ile oynamışlardı. Beni de hiç aramamışlardı. "Annemi bir arayalım mı?" dediklerinde ben kapıdan içeri giridim, Hande'ye getirmiş olduğum kahve, ve Nehir'in çukulatalı sütüyle.

Daha da iyisi beni görünce de ağlamadı kızım.

Günün kalanı güzel geçti. Yaşasın, izolasyondan çıktık. Ama bu kez biz biraz tereddütlü idik çıkmakta. Hadi saat beşte oyun odasına bakalım dediğimizde, Cook'ta ilk kez oyun odası kapalıydı. Gerçekten de işi biraz sıkılaştırmışlar anladığım kadarıyla.

Yarın yine deneyeceğiz. Boşken tabi.

Şimdi her şeyden önemlisi şu bakteriden kurtulalım, kurtulmuş olalım.

Tuesday, October 13, 2009

Gün 116: Plan





Sabah saat dokuzda, Özlem'i aradığımda, beni rahatlatan blog yorumunu yazmıştı arkadaşım. Doğrusu gerçekten de iyi geldi. Berbat hissediyordum, neden neden neden diye.

Geceyi iyi geçiriyorduk ki, sabah beşte, Nehir'in hemoglobininin 7.8'e indiğini ve kan verileceğini söylediler. Doğrusu inmesi değil de benim "on call" tanımadığım doktorun fikriyle hareket etme isteksizliğim yine başgösterdi, ve hemşirelere sabahı bekleyip Dr. Eames'den karar çıkmasını arzu ettiğimi söyledim. Çünkü eğer enfeksiyondansa, belki kendi kendine düzelir diye ummak istedim.

Sabah Dr. Eames geldi. Bu bakterinin zor bir bakteri olduğu, evet özellikle durumu zayıf çocuklarda tehlikeli olabileceğini, artık kararsız kalacak bir durum olmadığını, bir an önce kateterin çıkmasının iyi olacağını söyledi. Ve (çok şükür) Nehir'in baktrim bile vermeden düzelmeye başladığını, 14 günlük bir antibiyotik tedavisi gerektirdiğini, ama Nehir'in genel durumunun iyiye gittiğini söyledi.

Rahatladım, sayılır. Kaç gün sürecek bilmiyorum. Ateşi 36 lara düşsede, bu sabah yine 37 idi. 37.2 gibi bir ateşi aralıklarla sürüyor. Yani enfeksiyon sürüyor. Doktorlar için iyi bir gösterge, kültürlerin, ilk akşamki dışında, negatif sürmesi.

Allahım böyle kalsın, ve şu işten sıyrılalım.

Şimdilik düşünülen, cumaya kadar devam edip, cuma, cts, ve pazar GMCSFleri olup, pazartesi günü antibodilere başlamak.

Bu, şimdilik bizi hala dönüş seyrinde tutuyor.

Tabi bu, gidişata bağlı. Benim şu anda isteğim, öncelikle bu enfeksiyondan kurtulmak. Tüm bu süreçte hastanede kalma olasılığımız yüksek. Genel "flu" nedeniyle, ve esasen de Nehir'in aldığı üç antibiyotik nedeniyle. Dr. Eames, üç antibiyotikle eve çıkmanın, "insane", delice, olacağını söyledi. Haklı, üç antibiyotiği, IV, borulardan vermeye çalışmak, nerdeysek oraya hapsolmak demek. Ki bu da RMH demek.

RMH ise şu anda pek de güvenli gelmiyor. Hele, Hande sabah nasıl yan odadan aksırma ve öksürük sesi geldiğini anlatınca.

Yani bizde enfeksiyon alarmı "kırmızı". Ve bir anlamda odamız kurtarılmış bölge.

Bugün Kristy imdadımıza yetişti, önce Nehir'e boyaması için balkabağı ve boyalar, sonra da hamur verdi. Hamurlarla sanıyorum, bir buçuk saat falan eğlendi Nehir. Odadaki küçük masanın yanına, oyun odasından bir iskemle taşıyınca, alın size "oyun odası" oldu.

Yine de bu ne kadar sürer, ve Nehir ne kadar dayanır bilemiyorum. Ateşsiz bir 24 saat geçirebilirsek, Nehir'i hastanenin küçük parkına çıkartma girişimim olacak. Ama öncelikle bizim dışarı çıkma iznimiz olmalı. Bekleyeceğiz.

Bu arada bugün en sonunda "dressing change" i de yaptık. Hande Nehir'in başında, hemşiremiz de ayaklarının başında... bittiğinde beni ateş basmış, ama bir saat sonunda üzerimden bir yük kalktığı için rahatlamıştım. Bu ortam Nehir için zor oluyor. Neyseki inşallah, sadece bir tane kaldı.

Sıkacağız dişimizi. Gerçi Sandra der ki, sana sık dişlerini derken dişlerini kır dememiştik. Çok güldüm. Vallahi, o iş böyle bakınca çok normal göründü.

FotoNota hacet yok, odamızdaki oyun odası, Child Life Hande iş başında!

NurgünNot: Gülden Abla, ve Haluk Abi her şeyden önce en sevdiğim komşularım oldular, uzun yıllar, ve karı koca akademisyen hayatlarıyla da benim için model aile. Aile boyu çalışma odası da, onların evinde görüp çok sevdiğim, şimdi de kendi çalışma odamızda uygulamayı hayal ettiğim bir yaşam alanı örneği olmuştur. Ve sonsuz iyi niyet, hassasiyet ve güleryüzleri...

Gün 115: Oda halleri

Nehir'le uyumuşum.

Nehir'in ateşi bugün bir kez 37.2 olmak üzere, düştü. Yani normalde ateşi 36 gibi olduğu için, 37'yi de bir aktiviteden sayıyoruz.

Bugün esas bakteri adı da belli oldu: Stenotrophomonas.

Doğrusu bloga yazarken yazılışı nasıldı diye google'a baktım ve wikipedia'da okuduklarım tüylerimi ürpertti. Doktor da antibiyotiklere dirençli olduğunu söylemişti bugün.

Belli ki o yüzden Nehir üç antibiyotik birden alıyor, gencomycin, fortaz, ve IV baktrim. Baktrime duyarlıymış. Babanın canı sıkılacak okurken, ama baktrim almak acaba bu nedenle mi önemliymiş diye düşündüm ben de, arada kaçırdığımız dozları düşünerek.

Bilmiyorum. İyi olan, Nehir'in hızla yanıt vermiş olması, çok şükür. Doktor da şu açıdan rahatlattı beni, bakteriyi yokettiklerinde, bitmiş oluyor, yani virüs gibi vücutta kalıp, sonradan geri gelme diye bir şey yok. Once it is killled, it is gone.

Şimdi sabahın dörtbuçuğunda etraf karanlıkken, ben zihnimin kararmasına izin vermeyeceğim.

Yarın sabah Dr. Eames de gelecekmiş, Dr Howrey ile birlikte bakacaklar antibodilere ne zaman başlayacağımıza. Ama şimdi bu bakteriyi okuyunca, önceliğimiz bu steno...yu öldürmek olmalı. Adım adım. sonra antibodiler. Ve wikipedia der ki, kateter bunların çabuk çoğaldıkları yerlerden biri. Tevekkeli değil, Dr Howrey de bugün antibodiler biter, hemen çıkarırız "line"ı dedi. Tevekkeli değil, Dr. Russell da çıkartma taraftarıdı. Ve neyseki biz de çıkartılsın istiyoruz.

Hadi artık.

Benim genel durumum Nehir'le parallellik gösterir oldu. Sı kıl dım. Yani sizi üzmek istemem ama zaman burada su gibi akıp gitmiyor. Ben de ilk iş buradan çıkmak, nefes almak istiyorum. Sonra da Nehir'i parka ve günlerdir diline takılan bu kez hayvanat bahçesine götürmek istiyorum. "Orda filleeer var, kaplanlaar vaar, aslanlaar, vaar, çocuklaaar var, ben varım" diyordu.

Nehir'im kendini uyarladı, ve uçak ve TR hayallerinin yerini, basitçe gidebileceğimiz, park ve hayvanat bahçesi hayalleri aldı. Yani Nehir'e katılıyorum, ilk iş, üç gündür kapalı kaldığımız odadan çıkmak olsun. Tabi sağlığımız yerinde olsun evvela.

Nehir'im sağlıklı, Hande-si ve anne-si onu odada "hoş" tutmaya çalşıyorlar.

Sunday, October 11, 2009

Gün 114: Bug Bugs

Dün akşam sekiz gibi uyumaya başlayıp, uzuun bir uykudan sora sabaha karşı beşte uyanıp, blog yazdım, malum.Her zaman olamayan bir şey oldu, ve sonrasında yeniden uyudum, altı gibi, sabah dokuz buçuktu Nehir ile gözümüzü açtık.

Dinlenmiş uyandım, uzun süreden sonra.

Hande, artık odanın "beofre-after" durumundan mı, RMH ile burası arasındaki ilk gün mekiğinden mi, bilinmez, sabaha tıkalı bir burun ile kalkınca, günü bizden ayrı RMH'de geçirdi. Valla, Hande'ye de mi nazar değdi bilmem. Normal şartlarda "klinik" olarak durumu kötü değil ama bizim şartlar için aynı odada olmak çok anlamlı gelmedi. Ama tabi sabah, biz uyurken, kapıdan kahve bırakmıştı bana arkadaşım!

Nehir de ben de keyifli uyandık. Antibiyotik Nehir'i oldukça toparladı. Plan basit: 72 saat temiz kültür olana kadar, en erken salı, bence çarşamba, buradayız. Hatta yeni enfeksiyon önlemleri nedeniyle de sanırım, odadayız. Sonrası belli değil henüz. Gidişat belirleyecek. Protokol aynı anda antibiyotik ve antibodiye izin verecek mi, doktorlar bakacak. Ama bugün, Özlem'le konuşurken - ki bilmiyorum kaç kez aradı arkadaşım iyi miyiz diye- iyice idrak ettim ki, bir an önce İstanbul'a dönelim diye, doktorlara baskı yapmayacağım. Genel tutumumuz, hep, Nehir'i öncelikli düşünmek oldu. Ne zaman onun için "güvenli" olacaksa o zaman başlarız. Ama zaten bir hafta ile kurtarırsak, hala yapabiliriz. Yalnızca biraz daha sıkışık bir toparlanma olur.

We will continue to "flow".

Böylece sanıyorum ilk kez ana-kız kaldık hastanede. Doğrusu Nehir de keyifli olunca çok rahat geçti. Sabah biraz DVD, derken benim oyun odasından getirdiğim oyuncaklar...

Nehir bugün ayağa kalktı, odada gezdik. Arada Hande öğlen bana sandviçle kapıya geldiğinde, Nehir'e görünmemek için dışarıda kaldı, ben aralıktan konuşurken bir baktım, Nehir almış koca "pole"u yatağın öteki tarafına, dar da bir yer, geçmiş gitmiş. Hem bir iç geçirdim, hem de onun en sonunda kendinden büyük çocuklarda görüp yapmayı istediği, "tek başına pole'u itme"yi başarmış olmasına sevindim. Gücüne hayran oldum.

Hande, Nehir görmeden gittiğini düşünürken, Nehir arkasından, "Hande nerde?" diye soruverdi tabi.

Ama keyfi yerinde olan kızım, bugün ateşi düşse de, tam iyileşinceye kadar odada kalmayı, Hande'nin de hasta olduğu için yanımıza gelmediğini kolaylıkla kabullendi. Dün akşam, Hande'den zor ayrılmıştı oysaki.

Şaşırttı beni yine. bazen iki buçuk yaşının o kadar üzerine çıkabiliyor ki, sonra gelen "tantrum"u anlamakta zorlanıyorum. Tabi tantruma bir kişilik ispatı, güç kazanma savaşı diye bakacak olursak, Nehir'in krizleri iyice anlamlanıyor.

Bugün bana, "Ben parka gidicem, yalnız" diyordu bir ara.

Büyüme sancıları.

Sabah SKYPEde hem Leyla ile hem de babayla konuştuk. Hatta baba ben oyuncak taşırken, ekrandan baby sitting bile yaptı. Akşamüzeri ise Hande'nin arabadan getirdiği CDlerle başalayan müzik dinleme, gelişti, dansa dönüştü. Hokey pokey yapmaya çalıştık. Gerçi en çok sevdiği, "dönmek" kısmı, borusu nedeniyle biraz zor oldu, olabildiğince oldu.

En hoşu, Nehir'in benim müzik listemden çaldığım, 2046 filminin ana teması, "In the Mood for Love" daki dansı oldu. Biraz hüzünlü ama çok sevdiğim bu müziği Nehir sevince çok hoşuma gitti. Onunla müzik paylaşmaya başlamak beni çok mutlu etti. Dinleyin lütfen, hiç aklınıza gelmez iki buçuk yaşında bi çocuğun bu müzikten zevk alacağı. Çocukları "küçük" görme alışkanlığımız bizimle hep.

Nehir açısından en hoşu ise tahminim bir türlü kan almayı başaramadıkları "mavi" borusundan kan almak için, Nehir'e "Hadi bağır" deyip, hemşirelerle birilikte Nehir'in çığlık atması oldu. Sanıyorum Nehir de arkadaşlarına, "Biliyor musunuz, kocaman çığlık atmamı istedi bugün büyükler" diye anlatırdı.

Evet, yapıştırılmış bir diş, iyi bir uyku ve Nehir'i antibiyotiklere hızlı bir cevapla, yine kendinde görmek bana çok iyi geldi bugün.

Akşam ise tam yatmıştım ki, hemşirelerin kapıya yazdıkları tarihi gördüm. 11 Ekim.

Yani 10 Ekimde hepimizden gizli saklı bir arkadaşımız daha 40 olmuştu ve ben bunu kızılca kıyamet ilan etmeyi unutmuştum. Bilge'cim, Amerikan polisi yakalar (!), Yeni döneme güzel bir başlangıç yapmış olduğunu umuyorum ve doğumgününü kutluyorum... dur bakim becerebilecek miyim... Fröhliche Geburtstag....ya da bunun gibi bir şeydi.

Gün 113: Update

Sabaha az kaldı. Aslında saat altı oldu bile.

Nehir günü ateşi nedeniyle odada geçirdi. Ateşi 37.4 lerde kaldı. Ateş dışın da da, belki bir de halsizlik, bir belirtisi olmadı. Odada kalmak zor oldu. Bilmiyorum kaç kez "oyun odasına gidelim mi" dedi, ve biz ( Hande ve ben) kaç kez "oyun odası kapalı" dedik, "oyun odası kapalı", "oyn odası temizleniyor", "oyun odası açılınca bize haber verecekler" gibi.

Bu arada kızım büyük bir olgunlukla benim diş doktoruna gitmeme izin verdi. İzin verdi: çıkacakken Hande oyunlarla Nehir ağlamadan gitmemi sağladı. Ben de balonlarla döneceğimi söyledim.

Diş doktoruna gidip gelmem iki saatimi aldı. İyi haber: sadece 50 dolara İstanbul'a kadar idare etsin yeter diye yapıştırılmış bir dişim var. O dişten uzak duracakmışım, "İyi de tam karşısındaki diş de benzer durumda"!! Çözüm: Yumuşak yemeklerle idare etmek.

Dödüğümde Nehir uyumuştu. Bu da Hande'nin marifeti, biraz da Nehir'in geceden uykusuz olması sonucu direncinin az oluşu belki de. Uykuyu bensiz becerebilmesi hem dün için iyi oldu, hem de gelecek için bir umut.

Gelelim esas konuya. Nehir'in bu turu gecikecek. Neyseki "on call" doktor Dr. Howrey çıktı. Yani zaten bizi bilen, ve buradaki üç doktorumuzdan biri. Başka bir doktorla nasıl olurdu bilmem. En azından içim rahat. GMCSF "shot"ları kestik. Devam edip, tedaviye başlamak, yarım kalma olasılığı açısından daha riskli olacaktı. Zaten ben Nehir'i cuma 37'li görünce de, "bir enfeksiyon olacaksa şimdi olsun" diye düşünmüştüm.

Yalnız esas plan yarın belli olacak çünkü gün boyu, Nehir'in kültürleri negatif, "klinik" olarak da fena değilken, plan üç gün bekleyip, GMCSF'lere başlamak olacaktı. Oysa bu sabaha karşı, öğrendim ki, kültür pozitif çıkmış. Grams negatif, bu kez. Sarı, yani büyük "hat", "line"... İlk antibiyotiğini aldı. Öncesinde daha hafif antibiyotik, rocephin, vermişlerdi, şimdi gencomycin ve fortaz vermeye başladılar. Daha önceki iki enfeksiyonu da grams pozitifti, ve vencymiacin vermişlerdi. Bu ilaçları ve enfeksiyonları kendi adıma saklı kalsın diye yazdım. Bunlar ne demek, belki sabah, ya da iyice sabah, Dr. Howrey açıklar.

Bu arada Nehir'in ateşi 36.8'e düştü. Bu iyi. Yani antibiyotikler çabuk etkili oldu. Dün geceki ER (acilden) beri ateş düşürücü olmadan düşüyor ateşi. Bu da bana moral oldu.

Şimdi sırada antibodileri nasıl ve ne zaman alacağız sorusu var. Bakalım Dr. Howrey ne diyecek. Ama anlaşılan Fort Worth "gezi"miz uzadı.

Hande'cim, iyiki gelmişsin, bu bölüm çok zor olacakmış benim için. Hande dün gece ERdan beri, RMH ile hastane arasında mekik dokudu. Nehir bir saat içinde 36.5'tan 40 derece ateşe çıkınca, ve yarı uykulu, titreyerek, doğrusu üç dakikalık mesafe büyüdü de büyüdü. Ve ben çok telaşlandım. Doktor "ER'da hastaların arasına girmeyin, ambulans kapısından girin" dedi, ve bu kez "ER'dan bir şey kapmayalım" telaşı başladı. Bizi "reverse isolation" yani uzak tutmaya çalıştılar, "oncology kid" diyerek. Nehir bizi aldıkları odada kustu, hatta boru uçları da "battı", ve bir tanesinin içine girdi....canını yakan testler, idrar testi, röntgen derken, ben en son hemşire canını acıtmayacak dediğimde, "acıtıyor" dedi. Algısı da büyümüş belli ki.Aslında biraz "tipik" ER'ı yaşamayalı çok olmuştu. Bu testler, daracık yatak.

İyi olan TCH'e göre çok daha çabuk yukarı, odaya çıkmamız oldu. saat 10'da gittik, gece yarısı 1.15'te odaya çıkardılar. Kapıda "immediate family" dışında kimse giremez, ve "18 yaş altı kardeşler de giremez"i görünce, "o-oh" dedim, neyseki Hemşireye "Hande aileden sayılır" dedim, zaten onların da derdi kişi sayısını azaltmak olduğu için sorun kalmadı.

Hande, temkinli, acaba ondan birşey mi geldi diye, maske takmaya başladı. Aslında Hande de ben de tüm günü, "İyi miyiz değil miyiz, bizden birşey mi aldı" ile geçirdik. RMH'deki bir baba ise 35 domuz gribi vakası olduğunu duyduğunu söyledi. Biz de daha dikkatli olmaya karar verdik.

Ve yine gerçeğe döndüm. Nehir'im sağlıklı ve mutlu. Diğer şeyler ıvır zıvır. Hande'cim iyiki gelmiş. Yoksa kendimi tanıyorsam ağlar ağlar dururdum, olmadık yerlerde. Annenin de kafa sağlığı yerinde.

OdaNot: Dün dişim için giderken, odaya uğradım. "Burası bizim oda değil" diye çıkmam gerekti! Yani Hande ER'dan 12.00 gibi benim zorunla ayrıldı, sabah da geldi, çamaşırlar yıkanmış falan...ne zaman, nasıl, bilmiyorum. Ama RMH'de kaldık kalalı böyle bir oda görülmedi. Her şey yerleştirilmiş. Anlatmakla olmaz, yaşamak lazımdı. Hande'cim finans işine boşuna girmiş, otel müdürü falan olmalıymış, otel de yetmez tatil köyü!

Friday, October 9, 2009

Gun 112: Soquk bir Gun, Ingilizce bir Klavye

Ingikizce bir klavye, kisaca:

Sabah 53 F a uyandik. Sabah erkenden ilk "shot"umuzu olmaya gittik. Nehir "shot" sonrasi bir krize girdi. Dogrusu yalniz olmadigima cok sevindim. Hande yanimda daha kolay oldu...olabildigince...bir ara bir kadin durumun zorlugunu gorup, yardim ister misiniz diye sordu...

Sonra RMH'ye donup, kahvalti ettik. Havanin soguklugu karsisinda Istanbul'lular, Houston'lulara gore daha hazirlikliydi!!! Nehir'e ve bana kalinca bir seyler bulduktan sonra yemege gittik.

Ve gunun tuzu biberi: Yedigim bir cips 90 derece aciyla dis dolgusu ve dis arasina saplanip, disimi kirdi...

Sigortasiz, dis sorunu yasayanlar, veya Amerika'da dis sorunu yasayanlar hislerimi anlamislardir.

Yapacak bir sey yok, batti balik yan gider gibi bir mantikla, disci gerekliligini kabullendikten sonra, asil is hic kimseyi tanimadigimiz Fort Worth'de dis doktoru bulmakti . Birkac dakikalik "frustration" dan sonra aklima sevgili Mark Dungan geldi, local tek tanidigimiz... Neyseki telefonla ulasip bir yer ogrendim. Sonraki gucluk ise cuma ogleden sonra saat iki bucuk olmusken, randevu almak oldu. Uzuuuun konusmalar sonucu, yarin oglen 2'ye randevu alindi.

Ayni esnada, Nehir biraz sicak geldi bana, o saatten beri derece olcumune basladik. Simdilik normal. Belki hava degisimi, belki hirka...bakalim.

Handesi, bende de hafif kiriklik var mi ki deyince, C vitaminlerine basladik, buyukler.

Aksam yemeginden sonra keyifliyiz, ben yan tarafla yedim, yarina kadar agrisiz atlatabilmeyi umuyorum.

Hay bin Kunduz, yillar once de ilk kanal tedavim Amerika'da olmustu. Yine parasiz, ogrenci hali, bir Turk dis doktoruna gidebilmek icin, 7 saat araba yolculugu yapmistik, uc kez falan.

Iste gunumuz.

Yarina daha iyi olacagiz.

GeceNot: Nehir'in ateşi yükseldi, Cook's a, hastaneye geldik...Bakalım.

Thursday, October 8, 2009

Gün 111: Hande-si

Kızım annesi, babası, ablası, halası-ndan sonra bugün Hande-si'yi kattı lugatına.

Sabah IHOP, sonra kitapçı, derken klinik öncesi, arabada (ancak) uyku...klinik.

Yarın sabah GMCSF'ler başlayacak.

Bugünkü gözlemim: Nehir'cim hiç söz dinlemiyor. Bu yılın bir sonucu mu, genetik mi, ikinci çocuk durumu mu, annesinin suçu mu, hayır babasının aldığı balon sonucu mu bilinmez!

İkinci önemli gözlemim: Arabadaki "akordiyon" güneşlik bugün ilk kez katlandı ve hiç kullanılmamış bantı etrafına sarılarak, "düzgün" bir şekilde bırakıldı. Gerçekleştiren: Hande-si. Dede gülümsemiştir, "E tabi nasıl olacak yani" diye.

İç-ses: Hmmm, Handesinin kocası ne yapıyor, evdeki düzen konusunda veya eve yardıma gelenler nasıl beğendiriyorlar??

Dış ses: Bizim RMH'deki odayı, hastane öncesi, (before), ve hastane sırasında (yani after, biz yokken) görmek isterim. Belki fotoğraflamakta yarar vardır.

Günün haberi ise: Seda Teyzemiz 40 yaş kervanına katıldı. "Biz" olaya şöyle bakıyoruz: İkinci kırkın (aslında benim kişisel hedefim 100 ama) başlangıcı olsun, sevdikleriyle, sağlıkla!!

Günün haberi not: Seda tebrik telefonumuzu açmak istemedi, ama "olan oldu şeker" dedik.

Bilgecim, tantrum konusunda en şanslı sensin! Zira eve dönüş seninle, günlerdir dilindeki, "Uçağa gidelim"e kavuşacak, yani sen onu babasına, ablasına kavuşturacaksın. Tabi, öte yandan uçakta bir tantrum, e yakışır bizimkine!

Nehiri'm sağlıklı ve mutlu! M A Ş A L L A H!

Wednesday, October 7, 2009

Gün 110: Vardık!!!

Doğrusu tüm endişeler yersiz, kızımla harika bir yolculuk yaptık!

Kızımla, derken kızım DVD izledi, hatta kulağında kulaklık...Anne de kendi müziklerini dinledi. Yoldaki bir kazanın yarattığı yarım saatlik gecikme dışında, zamanında geldik. Son bir saatte uyudu.

"Sonra da bendeniz (Hande) vardım DFW havaalanına, kolay bir yolculuktan sonra. Çabuk biten customs and immigration işlemlerinden sonra.."

Ha ha bu da ben...neden bir ben bir Hande, çünkü Nehir'cim Hande'nin önce "Araba ıslak binme istersen"ine, sonra da, "Masa kirli krakeri koymayalım istersen" gibi uyarıları karşısında, ağlama krizlerine girdi. Tantrum sayılmaz, kucağımda söylendi durdu, "Hande gitsin" gibi kibar kibar!!!

Hala aklıma geldi. Nehir'in tantrumları karşısında, uyarıları "es" geçmeye çalışıyordu.

Sanıyorum Hande bugün öğreniyor. Don't mess with Texas!

Tabi şimdi her şey sakin. Hande'nin oyun odasından getirdiği kitaplar okunuyor, RMH'deki akşam yemeği sonrası.

Sırada tüm yolcuların uyku ile buluşmaları var. Kayde değer son not ise hava durumu ile ilgili, Houston'daki 90 kusür dereceden, buranın 68'i "ilginç" oldu. Sivrisinek yok! Bahçede rahat zaman geçirdik.

Handecim hoş gelmiş...Biz de.

HandeilebuluşmaNot: Handecim Nehir'i görünce bir güzel sarılıp, arkasını döndüki, aklına ben cağız geldi! Hellloooo, nice to meet you my name is Zeynep "oldum".

Tuesday, October 6, 2009

Gün 109: Yol Öncesi

Bugün Akşamüzeri Lale Teyze'ye gittik. Yarın hem Lale Teyze, hem de biz yola çıkacağımız için kısa bir ziyaretti. İstanbul'da buluşmak üzere ayrıldık. Mina kuzene bale "slippers" aldık. Derken, otoparkta arabanın altında biraz su gördüm. Hmmm, dedim, acaba bizimkinden mi, yoksa başka bir araba mı dedim. Saat akşam altı olmuştu bile.

Central Market'a gittik. Ve, evet, maalesef, arabanın önünden, su damlıyor. Engin araba bilgim der ki, sabah ilk iş "Ronnie the Mechanic" e git. Motor "su"yu, AC "su"yu ve tabi en güzeli silecek "su"yu aklıma gelenler. Yoksa motorda sadece "yağ" mı olur?

Birlaç zamandır araba durunca duyduğumuz AC bağlantılı, Tekin'in bir boru genleşme sesi dediği, sesin kaynağı boru, hangisiyse delinmiş midir?

Sorun çıkartmamış arabamız sorun çıkartacak zamanı mı bulmuştur?

Yarın sabah 9.00 da Hande'ye verilmek üzere iki "koca" bavul, ve Fort Worth için hazırladığım irili ufaklı sanıyorum toplamda 7 parça eşyayı arabaya taşımak üzere yardıma umuyorum ki sitedeki "maintanance" adamlar gelecek. Peki, ne yapsam, kocacım yetiiişşş, bir "kadın-araba-bavul" üçgeni belirdi!!! Üçgeni dörtgen yapacak kadının fendi erkeği yenmedi cinsinden bir "adam" lazım. Hani "ben evde bekleyeyim, çocukla sen de gidiver tamirciye" cinsinden!

Ya da sexist olmayan bir yaklaşım adına, doğrudan Gözdem'cim de yetişebilir bu duruma! Hay benim lastik de değiştiriveren becerikli, arabadan anlayan arkadaşım. Acaba Yeşim, fotoğraf makinesinde olduğu gibi bunda da sıralar mı olasıkları ve tahmini çözümleri.

Plan: Yola çıkacakmışız gibi, yüklenip, tamirciye gidip, "Bişey yok, su ekleriz seni idare eder" veda cümlesi duymak istiyorum. Yöntem: Ommmmm, rahatla, ommmmmm, rahatla.

Triple A, yani AAA aldım bugün yol için, ama bu yola çıkmadan oldu, güler misin ağlar mısın. Hande'cim de Fort Worth yolunda. Bakalım buluşmak hayal olmadan nasıl gerçekleşecek. Nassı??? Dizilerden daha heyacanlı.

Zeynep Erden Bayazıt, Houston, TX. Nehir'im sağlıklı ve mutlu!

TEKZİP: Yatmadan önce, Mahmut'u bir arayıp sorayım dedim, İstanbul'da sabahın erken işe gitme saati diye...Ne dese beğenirsiniz, "O AC suyu, normal"!!! Telefonda gülmeye başladım, kendi kurmaca dünyamdaki "halloween" etkili araba kabusum nedeniyle. Yani bayağı bi güldüm. Suni gündem yaratmak böyle bişi sanırım!! Yaw bazen kendimi acaip karikatür kadınlara benzetiyorum. Bu o anlardan biri oldu. "Ve Zeynep uyumaya gitti".

Monday, October 5, 2009

Gün 108: Hala Hoş Gitmiş

Hala evine, evi halaya kavuşmuş.

Biz sabah toparlanmaya çalştık, ama SKYPE derken, bana da çökmüş yorgunlukla, "pesto" soslu -Nehir "sos" kelimseini öğrendi bugün- makarna ile öğle yemeği üzerine ben uyumaya, Nehir de yanımda oynamaya başladı. Benim uyuma çabam Nehir'in değişik baltalama faaliyetleriyle son bulunca, biz de zaten uyanınca gideceğimiz Nursen Teyze ziyaretimize gitmek üzere yola koyulduk.

Biraz oturduktan sonra, Nursen Teyze kurufasulyenin yanına bulgur pilavı pişirirken, biz de Nehir'le parka gittik.

Açıklıyorum: Güvenilir kaynaklara göre Houston'da sivrisinek zamanı. Biz de bugün şahit olduk. Peşimizdeydiler. Nehir'e de bana da sürmüştüm, "repellent", lakin bana mısın demiyorlar idi. Zorlu bir yarım saatten sonra, hava 90 derece, ve fakat Nehir'im "ladybug"larıyla kendimizi yemeğin başına attık.

Houston, nemli, yağdı yağacak br hava ile birlikte sineklere teslim olmuş bir halde.

Anne bu gece erken yatma peşinde...Nehir'im uyudu bile.

"Anne, sohbet edelim mi?"
"Benim bir arkadaşım var, adı Mahmut Zeynep"

cümleleri kayda değer.

Kendince konuşmaya dahil olmak için yarı hayal, düzeltiyorum çoğu hayal hikayeleri karşısında, bugün Leyla, "Nehir'cim senin bu hikayen bir yıla bitmez, ben gitmeliyim" diyordu muzipçe.

Nehir sağlıklı ve mutlu, tantrumsuz bir gün geçirdik.

DipNot: Sahi sabah Nehir'in "Annee pideee, böreeek" diye uyandığını yazmayı unutmuşum!

Sunday, October 4, 2009

Gün 107: Halayı Yolcu Ettik


Sabah yağmurlu bir havaya uyandık. Zaten programımız, kahvaltı, aile boyu banyo ve dressing change idi. Ilgın'a bir "favour" yaparak, ikinci bir dressing change vakası yaşatmayayım, halaya da bir tecrübe olsun istedim.

Artık Nehir banyo bile yapmak istemediği gibi, banyoda rahatlayıp oyun da oynamıyor pek, sonraki işlem gerginliği nedeniyle. Babaya, "Acaba, banyoda biraz ıslatıp, bandajın çıkmasını kolaylaştırsak mı"" diye sorduysam da, o sakin, ve mantıklı bir şekilde sonuna geldiğimizi, enfeksiyon riski almaya gerek olmadığını söyledi.

Ve aslında çok da fena olmayan bir şekilde yaptık bugün. Ben biraz zorlandım, eldiveni yanlış takıp, yeni steril eldiven aramak, ufak tefek hiç yapmadığım hatalarla, bu kez işi kendim zorlaştırdım ama bitti. Bittiğinde Nehir'i öptüm.

Bu fasıl bittiğinde, saat 12 olmuştu, bavulları arabaya koyup, halaya veda pizzasi yedikten sonra, havaalanına yola koyulduk. Nehir "Başka emzik" derken uyumuştu bile. Halayı check-in'in önünde bıraktıktan sonra, "boş" eve dönmeyelim diye, kendimizi Ilgın'lara attık. Attık derken, dere tepe düz kaybolup, ennn sonunda anlamında. Yarım saatlik yol, bir saat oldu çünkü anne otoyol çıkışını muhtemelen kaçırıp, GPS'in bağlantı yol tarifiyle "acaip" yollardan götürdü arabayı, Nehir'i ve kendini. Ilgın'a varmak üzereyken, hala "Ben içeri girdim" diye telefon etmiş, "Aaa hala yolda mısınız" diye sormuştu.

Nehir "ladybug" çizmelerini çıkarmak istemedi önce, Altay alır mı acaba diye. Onu, "Bunlar kız çizmesi", "Hem de ona küçük" diyerek rahatlattıktan sonra çıkardı ancak. Bir ara Altay'ın üç yaş hareketliliği karşısında, "Korktum" dese de, yarım saat sonra bir de baktım Nehir evde koşuyor! Hem de kollarını ve ayaklarını bükerek!

Bu neden mi önemli. Çünkü Nehir ilk kez koşar gibi koştu. Hep bacaklar sopa gibi, eller yanda koşan Nehir'cim meğer bir "rol model" eksikliği içindeymiş. Halbuki Memorial Park koşanlarla dolu ama birebir kendi boyutlarında bir başka çocuk imiş aradığı.

Derken, Altay Nehir'e "kızgın" bakmaya başladı... hoppala derken...Ben Nehir'e "Aaa sen de kızgın bakmayı seviyorsun, hadi sen de bak" deyip de, Nehir kızgın bakınca, Altay güldü. Benim aklıma "deli deliyi görünce..." lafı geldi. Çocukların etkileşimlerinin güzelliği karşısında gülümsedim.

Ilgın'lara gitmiş olmak hem bana hem Nehir'e çok iyi geldi. Hmmm Nehir'in yediği un kurabiyesi, kol böreği, hurmalı kurabiyeyi söylesem mi söylemesem mi... söylemeyeyim, mercimek çorbasını reddedip bunları yemiş olduğunu en iyisi.

Uyku saatimize yakın, eve geldiğimizde, Nehir kendi kendine arabadaki şarkıyı söylüyordu, "Dediz ar pipıl, pipıl (with) çildrın"... Sonra da konuşuyordu, "Oğlum..." Bu da Ilgın'dan.

Halayı da yağmurla yolcu ettik. Su gibi gitsin! İyiki gelmiş, Nehir, Ilgın "Halan mı buradaydı" diye sorduğunda, yüzünde kocaman bir gülümseme, "Halam geldi" dedi. "Halası" teşekkür ederiz arkadaşlığın, güleryüzün için.

Saturday, October 3, 2009

Gün 106:

Nurgüncüm, Palin'in tantrumu ile söyleceğim..gülümsedim. Leyla NY'ta sizinle buluştuğunda, heyecanla, "Anne biliyor musun, Pelin de tantruma giriyor" demişti, "Yani aslında ağlayacak bir şey değilken ağlıyor" diye yeni öğrenmiş olduğu bu duruma kardeşi dışında, ve yaşça daha büyük bir çocukta rastlamış olmak onu heyecanlandırmıştı.

Bu sabah ise Sandra nasıl Nehir'le yaşıt oğlunun hala tantrumlarıyla uğraştığını anlattı bana.

Evet.

Zeynep Hala, "Çözücez" diyor. Ben çözmek mümkün olur mu bilmem, bu "dalga" da geçsin diye bekliyorum.

Bugün sabah kısa bir parktan sonra Canan Hanım'lara gittik. Nehir uyumamıştı. Yine de üç saate yakın bizimle, büyüklerle oturduktan sonra, ennn sonunda, hafif bir krizle veda ettik. Doğrusu hala da ben de memnunduk ama. Bugün en kısa tantrumunu geçirdi. Bunda Canan Hanım'ın poğaçalarının ve günlerdir sayıkladığı blueberrylerin de rolü var tabi!

Velhasıl, gün boyu kapalı bir hava, sonrasındaki yağmur ile "sonbahar" günü geçirdik bugün. Yarın halayı yolcu edeceğiz. Nehir'in dilinden "havuza girmek" ve "uçağa binmek" düşmüyor. Ablaların izin vermesini bekliyoruz. "Neden?" "Ne zaman?" "Babanın İstanbul'ua gidelim mi"... aklı başka yerde derler ya. Neyseki, arada "Parka gidelim mi?"ler var hala. Ya da "Ben acıktım, şuralara bakalım, bir şeyler yiyelim" diye restoran aramalar...

Nehir'im sağlıklı ve mutlu!

Friday, October 2, 2009

Gün 105: Yine, Yeni, Yeniden

the "Hala" uyuyor. Nehir uyuyor. Karar verdim, benim bir eksiğim yok.

Nehir tantrum kıyısında tüm gün. Accutane'e bağlıyorum, dozajı arttı, ve ikinci hafta. Yine de.. Sonuç: Tüm gün "Aman ya tantruma girerse, ne yaparız" korkusu ile dolaşıyoruz.

Cik cik cik, bu da "twitter"ın Türkçesi olsun.

Anne de uyusun, büyümese de dinlenir en azından.

Thursday, October 1, 2009

Gün 104: Anne-Baba Zamanı

Sıradaki parça, uzak bir diyardan, teni beyaz bir sanatçının sevgilisine "değişme" deyişini anlatıyor. Evet, Houston'da balkabakları dışında bir işaret belirmemişken, İstanbul'a ise sonbahar tam anlamıyla gelmişken, yolda kulağında ipod, üzerinde ceketiyle yürüyen genç-cene adama sevgilisinden bir armağan bu. Onlar güzel bir sonbahar günü, 2 Ekimde, bereketin simgesi yağmurlu bir havada, boğazın bir yakasından diğer yakasına değen güzel bir gökkuşağı altında evlenmişlerdi. Sözü daha fazla uzatmadan, Billy Joel'i dinliyoruz, "Don't go Changing"... fizy.com hala açık ise, dinleyebilirsiniz.

Don't go changing, to try and please me,
You never let me down before,
Don't imagine, you're too familiar,
And I don't see you anymore.

I would not leave you, in times of trouble,
We never could have come this far,
I took the good times, I'll take the bad times,
I'll take you just the way you are.

Don't go trying, some new fashion,
Don't change the colour of your hair,
You always have my, unspoken passion,
Although I might not seem to care.

I don't want clever, conversation,
I never want to work that hard,
I just want someone, that I can talk to,
I want you just the way you are.

I need to know that you will always be
The same old someone that I knew,
What will it take till you believe in me,
The way that I believe in you?

I said I love you, and that's forever,
And this I promise from the heart,
I couldn't love you, any better,
I love you just the way you are.

...

Nehir'im sağlıklı ve mutlu.