Friday, December 31, 2010

Yeni Yıl

Sevgili 2010, sana diyecek lafım yok, kalmadı.

Bizim için zor bir yıl oldu. Başlangıcı neşeli ve umut doluydu halbuki.

2011 hepimize, hepinize huzur getirsin, sağlıkla...

Wednesday, December 29, 2010

Harikasınız!!

Evet, sessiz günler. Aslında biraz hareketli, bazen hüzünlü, ama neşeli.

Hande'cim geldi, döndü...konuştuk, yürüdük, Yaprak'ı gördük. Sandra ile buluştuk. Güldük. Bir hafta geçiverdi. Hande gittiğinde, anladım ki, buranın yavaş hayatına çok alışmışım, biraz dışına çıkınca, yoruluverdim.

Arada, Leyla ile buz pateni yaptık. Bilenler vardır, eskiler yani, bir Penguen vardı Harbiyeden aşağı. Ankara'da da Kuğulu Park. Eh, üç aşağı beş yukarı 25 yıl olmuş, bendeniz de sahalara çıktı. Tabi, pek de bir şey değişmemiş, kenardan kenardan, ama düşmedim, ayaktaydım.

Derken Cengiz Amca'lar geldi. Gelecekler mi, gelemeyecekler mi, Doğu Yakası'ndaki kar fırtınası, Emre'nin ateşi...neyse gelebildiler.

Emre bana Nehir'i anımsatıyor. Bilmiyorum neden. Gözleri, dedi Cengiz. Ne bileyim. Girer girmez kolundaki çıkartma dövmeleri gösterdi. Nehir, hastanede iken, ona verilen dövmelerden birini, "Emre'ye vereceğim" diye saklamıştı (Sonra aradım aradım bulamadım, Emre'ye vermek istemiştim, son telaşta bir şekilde kaybetmişiz). Nehir yoğun bakımdayken, Leyla'yı aradığımda, Emre telefonu istiyor ve Nehir'i soruyordu, hasta mı, diye soruyordu.

Belki de şimdi Nehir'in arkadaşı olan küçük çocuklar büyüdüğünde daha zor olacak. Bilmiyorum. Hiçbir zaman kolaylaşmayacak.

Ama şimdi Nehir'in ağacına baktım, Yeşim yazınca!! Benim tatlı kızımın güzel bir hediyesi olmuş. Ne kadar düşünceli, ne kadar sevgi dolu bir yılbaşı oldu bu. Teşekkür ederim. Teşekkür ederiz. Bu arada bizim istediğimiz yemek kitapları da geldi. Baskı kalitesi düşündüğümden düşük, ama amaç zaten bir şekilde araştırmaya katkıda bulunmak. Leyla ise çok sevdi. Çocukları okudu. "Angel", kelimesini öğrendi. Sanıyorum o da bir yandan böylece Nehir'le bağını sürdürüyor. İçinden tarifleri denemeliymişiz. Tamam, dedim.

Ve sevgili İlal Hanım!! Ne kadar iyi etmişsiniz!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!

Gerçekten de yavaş yavaş hepimiz daha duyarlı oluyoruz. Görmediğimiz hayatları görüp, elimizi uzatıyoruz. Elimizden geldiğince. Bence hepimiz doğru yöne gidiyoruz. Örgüyü unutmadım. O zaman, ben yapamam, ama örgüyü benden daha iyi beceren ve daha güzel örenler için iyi bir fikir olduğunu düşünmüştüm. Ama siz de, örgü fikriyle uğraşıp, yaptım yapamadım demektense, gidip, çocuklarla birebir zaman geçirmişsiniz. İşte bu harika!

2010 bitmek üzere. Bu gerçeği ne yapacağımı bilemiyorum. Her yıl, yeni bir başlangıç, bir umut demekti. Hayatımda ilk kez bir sonu işaret ediyor. Geride bırakmak. Hafızamın bana ne kadar izin vereceğini bilmiyorum. Nehir'i ne kadar süre zihnimde canlı tutabileceğimi bilmiyorum. İlk günlerde beni ağlatan fotoğraf ve videolar bugünlerde bana onunla olma şansı veriyor. Yine de zamana karşı ne kadar dayanabileceğim bilmiyorum. Güzel kızım benim.


Friday, December 17, 2010

Nehir'imin Hande'si

Bugün hala yazmış, sesiniz soluğunuz çıkmıyor demiş.

Baktım. Haklıymış, 10 gün olmuş yazalı.

İyi bir şey yaptım, arada. Çalıştım. Yani, biraz data topladım. Bilgisayar başında. Yani on günü çalışarak geçirdim. Hatta çoğu kez de evin dışarısında çalıştım. Starbucks'ta. Kafamı çok vermem gerekmeyen, ama başından kalkmadan hızlı yapabilmem için çok iyi bir ortam oldu. Sorunca, kahve için adımı, "Leyla" deyiverdim, herkesin hayatını kolaylaştırmak adına. İlginç oldu. "Leyla" diye seslenince bayağı bakar oldum yani. Aslında bazen hepimiz Leyla olmalıyız.

Bir de PMS civarı, bir yas dalgası çarptı beni. Televizyonda rastgeldiğim bir reklam başlattı, üç gündür, Mahmut zor yatıştırdı. Neyseki o yatıştırabiliyor. Biraz hassas günlerden geçtim, geçiyorum.

Carole'a fotoğraf götürdüm. Bilmiyorum o da eklendi sanıyorum.

Hah, ama bu komik. Carole'in kızı Jo, "Annem sanatçı" diyordu ara ara..."artist"...Sokaktaki postakutularını boyamış olduğunu biliyorduk. Ama malum, Leyla da benim için son zamanda, "Annem harika bir aşçı" der oldu. Ben de bunu yine çocukların annelerine hayran olmaları yönünde algılamıştım. Zaten, üniversitede de "beslenme" okuduğunu öğrenmiş olduğumdan...

Uzatmayayım, meğer üzerine de güzel sanatlar bitirmiş, ve evet diplomalı sanatçıymış. Sanatçı olmak için diploma gerekir mi sorusunu, sanatçılara bırakıp geçiyorum. Bence gerekir. Bu da fikrim olsun. Hobi ile ayırmak adına.

Ve dün kaçıncı kez evine girdiğim halde, bir de baktım duvarda resimler! Yani birini görmüştüm ama onu yapmış olabileceğini düşünmemiştim.

Hay güleyim mi şaşayım mı aklıma. Çevremle ilgili algım hala tam yerine gelmemiş, anlaşılan.

Niye mi anlattım. Nehir'in yaptıkları elişleri ve birkaç eşyasını fotoğraflamıştık ya, daha önce. Dün fotoğrafları verdi bana. Çok güzeller. Nurgün'cüm, Bilge'cim yazmışlar ya, biz de yapmayı isterdik diye. Evet. Ama sanıyorum Carole bana büyük bir iyilikte bulunuyor. Hem sanatçı gözü girmiş oluyor. Hem de duygusal olarak biraz uzaktan bakan birinin elinden çıkıyor. Yani, birlikte ağlıyoruz, o başka. O, hassasiyet. Ve bir şekilde Nehir'i, burada bulduğum çok sıcak ve yakın bir arkadaşla da paylaşabilmek benim için anlamlı. Oluşmakta olan arkadaşlığımız için.

Arkadaşlık demişken. Ve işte bugün Hande'cim geliyor. Gelecek mi, gelemeyecek mi derken uçağa binmiş! Doğrusu uçağa bininceye kadar sevinmedim. Yani tutmaya çalıştım. Şimdi uçakta ya, arkasından konuşayım. Sevgili arkadaşım, Nehir'in teşhis edildiği ilk günden beri yanımda. Sadece benim değil, Leyla'nın ve Nehir'in de yanında oldu. Leyla için yol arkadaşı, Nehir için pastacı. Nehir ile doğumgünü arkadaşı.

Uçaktan inip, otobüse binecek, ve geldiğinde, "Yok be canım, o kadar yorucu değildi, kafamı dinledim" diyecek...

Şimdi bakayım Nehir'imin ağacı ne durumda!

Sonra da İpek ile buluşacağız, öğle yemeği için. O da tüm kampüs öğrencileri gibi, yılbaşı için evine, Türkiye'ye gidiyor. Bu akşam itibariyle kampüs bize kalıyor. İn, cin ve biz. Ha bir de, geçen gün evin bahçesinden koşarak geçen tilki!



Tuesday, December 7, 2010

Yas ve Kitaplar

Önce Nehir'in ağacını renklendiren herkese teşekkür ediyorum. Ben ağaçtan gelen gelir, Amerika'da kullanılacağı için tereddüt etmiştim, katılım açısından. Sonra hem başlatanlar, ve Yeşim'in notuyla, ve benim bu yılbaşında ne yapacağım sorununa bir çözüm olunca duyurmak anlamlı gelmişti.

Kime yardım edeceğiz sorusu benim de aklımı kurcalıyor. Çünkü gönlümde yatan esasen nöroblastom araştırmasına destek olmak. Ama bu, TR'deki sorunları hiç çözmüyor. Öte yandan, "şifa" olmadan, hiçbir çocuk yaşamayacak. Hangi sınırlar içerisinde olurlarsa olsunlar. Ve araştırma bu açıdan çok değerli. Bir anne baba için en acısı tedavisi olmayan bir hastalıkla mücadele etmek. İkinci sırada mevcut tedavilerin kaliteli bir biçimde verilmesi geliyor.

İşte bu nedenle duyarlılık gösteren hepinize teşekkür ediyorum. Bizim durumumuzda değerli gördüğümüz bir amaca destek verdiğiniz için. Nehir'in seveceği, renkli ve süslü bir biçimde.

...

Kütüphaneyi yeniden keşfettim bugün.

Dün Leyla'yı almak ile market alşıverişi arasında boşluk olunca eve gitmek yerine, Barnes and Nobles'a gittim. Aslında içeri girmekte zorlandığım iki yerden biri burası. Hangi şehirde olursak olalım, Nehir'in güzel zaman geçirdiği yer oldu, kitapçılar. Barnes and Nobles'taki çocuklar için ayrılmış bölümdeki trenlerle oynayışı geliyor aklıma. Ya da bir kitap alıp, çoğu kez birden çok, birlikte okuyuşumuz. Ya da Leyla ile. Şimdi büyük kitapçılara girmek, bana zor geliyor. Neyseki, burada daha önce hiç yapmadığımız biçimde kütüphaneye gider olunca, benim için iş kolaylaştı. Bir de Target. Orası belki daha da zor geliyor. Houston'da evimizin tam karşısında olunca, ve ev eşyamız az olunca her türlü gereksinim için gittiğimiz bir yer olmuştu. Hafızamda, Nehir'in alışveriş arabasından inip, elbiseler arasına dalıp, kendine giysi seçmesi geliyor, her gittiğimde.

Ah evet, işte dün girdim kitapçıya. Aklımda yemek kitabı bakmak vardı. Bu ara yemek konusunda bir dönemeç döndüm. Biliyorsunuz benim için ızdırap olan bir mesele. Ama en sonunda, yapar oldum. Ve en önemlisi tarifleri anlayıp, uyarlayıp, hızlandım...Yani göreceli... Ama kendimle gurur duyduğumu söylemeliyim. Ve hal böyle olunca yemek kitapları ve yeni tarifler denemeye hevesli oldum. Burada bu konuda kendimi geliştireceğim. Bunda, ikidir Leyla'nın eve gelen arkadaşlarına, "Annem çok iyi yemek yapıyor" deyişi etkili. Biliyorum aranızda gülenleriniz var. Ben de duyduğumda gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Ama hiç bozuntuya vermemeye karar verdim. Üstelik yapmış olduğum "apple crisp" güzel de olmuşken!
Mahmut bile, "Eline sağlık, çok güzel olmuş" demişken...

Her neyse, işte bu iç halle, gidip, yemek kitabı baktım. Fiyatı çok geldi, internetten bakayım dedim. Ve internetteki birinin, "Ben bizim kütüphaneden aldım, güzeldi" demesiyle, bütün Christmas süsleri yandı zihnimde!! Nasıl düşünememiştim.

Bugün kütüphaneye gidip, bir yerine dört yemek kitabı aldım ki, daha çok var bakabileceğim!!

Ve işte başlık. Bir yandan da "Stumbling on Happiness" i sonunda bitirdim. Uzun sürdü. Çünkü yazan bir akademisyen olunca, kavramlar tanıdık da olsa, roman gibi hızlı okuyamadım. Bir yandan da ama benim için çok önemli terapik etkisi oldu. Çünkü zamana yayarak okuyunca, mutluluk üzerine, yas üzerine, akıl ve duygularımız üzerine düşünme fırsatım oldu. Yani yaşadıklarım ve hissettiklerimi inceleyerek okudum. İç dünyama aklımla baktım.

Bugün kütüphaneye girince, bir de "çocuğunu kaybetmek" diye bir başlıkla tarama yaptım. Tabi, karşıma güzel kitaplar çıktı. Böyle durumlarda benzer deneyimlerden geçmiş kişileri okumak, ya da bu kişilerle çalışmış kişileri okumak iyi geliyor.

Elimdeki yeni kitap. "Üzüntünün Öteki Yüzü"..."The Other Side of Sadness". Hoş bir tesadüf, kapağında, "Stumbling on Happiness" yazarı, Daniel Gilbert'ın kitap hakkındaki olumlu eleştirisi var. Evet, elime geliverdi. Rafta başka bir kitap ararken gözüme ilişti.

Hayatı seviyorum. Carole ile geçen hafta yürümek için buluştuğumuzda, "Biliyor musun, çok şanslısın" deyiverdi, aklımdan geçenleri okumuşcasına. Sonraki gün "mutluyum" demek istedim, hatta. Tam ağzımdan çıkacakken, "Ama mutlu olabilir miyim" diye sordum kendi kendime. Nehir'e ihanet ediyormuşum hissiyle. Şimdi elimdeki kitaplarla bu suçluluk, üzüntü ile aynı anda mutlu olmak gibi halleri, hallerimi anlamaya çalışacağım.

Sizleri çok seviyorum! Nehir'i, bizi sarıp sarmalayıp, bizi en şanssız piyangomuzda, şanslı hale getirdiğiniz için. Bir kez daha.

BilgeNot: Bilgecim, bana göndermiş olduğun smileboxlar sayesinde çekmiş olduğun fotoğraflar bu bilgisayarımda. Hatta, ilk doğum sonrası fotoğrafları tesadüf buldum. İyiki çekmişsin! Bir de güzel çekmişsin.

Thursday, December 2, 2010

The Giving Tree

Blogun arka planından da anlayacağınız gibi, dün ilk kar yağdı! Sabah 50 derece gibi sıcakken, önce şakır şakır ve şakır yağmur yağdı, derken, sıcaklık "küt" diye düştü. Ve kar başladı. Ben de İstanbul'lu halimle, "Yağmur üzerine bu kar tutmaz" diye düşünürken, bir saat içerisinde her yer bembeyaz olmuştu bile!

Fark: Kaldırımlar için minikten başlamak üzere her boy araç, yolları açıverdiler, bol da tuzlayarak. Ben de araba temizlemek için buz kırıcı, ve süpürge, camlar için buz sökücü, ve evin önüne gerekirse diye tuz aldım.

Hazırız.

Şimdi ise Mark Dungan'ın sitesindeki ağaç süsleme işini yaptık Leyla ile. Leyla da harçlığından bir tane süs aldı Nehir için. Bu fikri de çok sevdi. Adımızı görünce ve artan süs sayısını ikimiz de çok mutlu olduk.

Bugün ev için birkaç yılbaşı süsü aldım. Ağaç da tamam. Evimiz yeni yıla hazır.

Zorluk çekenler için nasıl yaptığımızı yazayım. Ben de zorlandım, çünkü "giving tree" başlığı altında ödeme yapmak istiyor insan, halbuki, "give up a lunch" diye yapıyorsunuz işlemi.

yani

http://www.lunchforacure.org/givingtree_children.aspx

Sayfasına gidip, soldaki "donate now" ı tıklayıp, birinci adımda, yapacağınız yardım miktarını, dolar olarak yazıp; Nehir'in adını listeden bulup, seçip, diğer iki adımda da ödemeyi tamamlıyorsunuz.

Hemen adınız çıkıyor ve ağaçtaki süslerin sayısı yenileniyor. 70'teyiz! Nehir'in en çok bu yıl süsleri olacak.