Thursday, August 22, 2013

Ne zamandir...

İçim bu kadar daralmamıştı... Gözlerim dolmamıştı.

Leyla'mı, rutin, basketbol takımına lisansı çıksın diye bir çocuk kardiyologuna götürdüm. Uzanır uzanmaz, "Boyu nasıl, hangi pörsentil'de" diye sorunca, zaten farkındayız, "Evet, biraz küçük ama ergenliğe girmedi, benim boyumu bulmasını bekliyoruz" dedim. Bu konu artık Leyla'yı da rahatsız edecek bir noktada diye zaten sıkılıyorum, geçiştirmek istedim.

Derken muayene bitince, Leyla'ya dönüp, "Ellerini yana açar mısın" dedi, uzaktan vücuduna baktı, sırtına, ensesine... Ve hop, bilmemne sendromu olabilir mi acaba, emin olalım dedi, ve büyüme geriliği ile ilgili, el, bilek röntgeni ve pelvis ultrasonu istedi.

Kadın bilmiyor tabi....Viral hastalık peşindeyken, ultrason derken, nöroblastoma çarpmış olduğumuzu. Ama benim yüzüm döndü..."sendrom" lafı ile...Tam anlamıyla sinirim bozuldu. Leyla'ya da bir güzel belli ettim. Çıkışta, ödeme için beklerken Leyla'ya "Endişelenme" dedim, "Anne, sen endişeleniyorsun, bana niye söylüyorsun" gibi tersledi beni, haklı olarak. Biraz anlattım, bu durumdan çok, eski anıların beni üzdüğünü.

Bari battı balık yan gider, hemen aşağıya inip, el röntgenini çektirelim dedim. Beklerken, ben  hala bakalım, emin olalım falan diyorum ama artık inandırıcılığım yok. Leyla, "Ağlamayacaksın, değil mi?" diyor. Hoppala. Neyse ben ağlama numaraları yaparak, onu güldürmeyi, kendim de rahatlamayı başardım. Hatta röntgeni çektirdikten sonra elime röntgeni alıp, boşlukları gösterip, "Bak boşluk var, iyi, büyümen sürecek, dert etme" bilgiçliği de yaptım.

Bugün de pelvis ultrasonu randevusu aldım, sonuçları önce Barbaros Bey'e göstereceğim, Leyla'yı bir kez götürmüş olduğum çocuk gelişimcisinden de randevu aldım. Atlamayalım.

Derken, şu sendroma baktım. Haydaa dedim. Esasen Leyla'da olacak bir görüntü yok. Ama belki seviyeleri vardır, internetteki fotograflar ileri dereceleri olabilir. Bir kromozom eksikliğine bağlı, kızlarda görülen, bir büyüme geriliği. Neyse, benim ergenliğe geç girmiş olmam, Leyla nı vücudunun babaannesine ve babasına benziyor oluşu, onların üremiş olduklarına dayanarak, hala daha Leyla'nın kendi genetik mirası çerçevesindeki büyümesini tamamlayacağına inanıyorum. Bunu da üç doktordan işittim zaten. İki çocuk doktoru ve bir çocuk gelişimcisi...

Ah ama, şu doktor travmaları, ne olur eksik kalsın hayatımda.

Çocuk gelişimcisinin telefonunu ararken, karşıma küt diye Nehir'i teşhis etmemiş olan doktorun adı da çıkmaz mı.

Doktorluğu geçen yıl, ya da bir buçuk yıl önce bıraktığını duymuştum zaten. Tuhaf biçimde, iki kez de karşılaştık biz Amerika'dan döndükten sonra ve ikisinde de bizi görmedi. Her seferinde acaba konuşsam mı desem de, yapamadım. O da bir şekilde etrafıyla ilgisizdi. Leyla ile dün, doktorlar, süpheler, eski günler derken, Leyla yine sormuştu o doktoru. Leyla'nın bebeklikten itibaren doktoru olmuştu, zaten Nehir'i de o nedenle, sorgulamadan ona götürmüştüm. Leyla, "Sizinle odasında, uzun uzun konuşurdu, sonra şöyle şöyle yapar (göğsünü dinleme hareketi), bırakırdı" diye özetledi.

Hülya Hanım'ın adını yazmamıştım buraya, bir şekilde bizim vaka ile kadını yargılamak bana iyi gelmedi. Ama tıbbı bırakmış olduğu için, artık dert etmiyorum. Kendisi ile ilgili Mahmut'un söylemiş olduğu, maalesef benim katıldığım ama ah ama ah daha önce anlamadığım, teşhis de şu. Yıllar içinde, internette okumuş olduğum "röportaj" yapanın deyimiyle hakkında efsaneler var imiş, sağlıklı çocuk görmekten, ve ona giden aileleri "wholistic" yaşama adapte etme arzusu, doğal hayata döndürmeyi amaçlaması nedeniyle, bir yandan anti-corporist" diyeceğim, bizce esas doktorluğunda gerileme olmuş, "agility" (Mahmut'un deyimi) i yitirmiş, diye düşündük. Ama TR'de, okumuş, orta-üst gelir seviyesi, ve "ilaç" istemeyen kesiminde elindeki tek tük doktordan biri olunca, şanı yürümüş biri bence. Sayesinde ertlemiş olduğumuz suçiçeği aşısı ise bizi Houston'da bulmuş ve beni korku tüneline atmıştı. Aşı karşıtlığı da malumdu. Ama bilemeyeceğimiz bir konu, Nehir'i daha iyi dinleseydi, klinik bulguları, "diyet"le geçiştirmeseydi, telefonla değil, yüzyüze görseydi, biraz daha eğilseydi üzerine, belki stage 4 değil, stage 3 olacaktık. Öte yandan bir doktorun tüm kariyerinde karşısına kaç kez çıkıyordur bu vaka.

Ben hep, NYtaki doktorlara kızdım, uzun süre...Oğuz Amca ile KAÇUV'un odasını yaptığımızda, oracıkta, nasıl Hülya Hanım'a kızdığını, tekrarlamıştı, Oğuz, gözlerini açarak. Sadece teşhis edememiş olduğu için değil, teşhisten sonra Nehir'i bir kez bile görmeye gelmemiş olduğu için, demişti.

Offf.

Geçen baharda, sözde Leyla için terapiste gidip, bir saat Nehir'i anlattığımda, bir ara psikiyatr, "Yasınızı tutmayı bitirdiniz mi?" diye sorunca, ben de sormuştum, "Yası nasıl tanımlıyorsunuz?" diye. O da, "Alacak verecek kalmaması, hesaplaşmaların bitmesi" demişti. "Nerseyse bitti" demiştim. Çünkü tam da o günlerde, Amerika'daki doktorları affetmiştim. Bilmem belki Hülya Hanım'ı da affederim. Ona hiç kafa yormadım ben. Ucu bana da dokunduğu için. Kendi tercihimle bu doktorda kalmış olduğum için, Nehir için yeni bir doktor aramamış olduğum için belki de. Kolayca ona gitmiş olduğum için. Leyla'nın gözlemini yapmamış olduğum için. Bizden sonra, bizi bilmelerine rağmen arkadaşlarım ona çocuklarını götürdüler. Ben buna şaşırmıştım. Halbuki, Leyla henüz bebekken, benim bir arkadaşımın oğlunun cilt hastalığını yanlış tedavi etmiş, ve arkadaşım ona gitmeyi bırakmıştı. Ben ders almış mıydım, hayır.

Bu anıları unutmak yaşlanmanın iyi bir yan etkisi olacak sanırım, eninde sonunda.

Nehir'im keşke bunları yaşamasaydık. Hayatın acılarla bir bütün olduğunu bu şekilde öğrenmemiş olsaydım. Derken depremin yıldönümünde okuduğum başkasına ait bir kayıp anısı, beni çok derinden etkiledi. Depremi, savaşları, dünyanın bin musibetini düşününce afallıyorum. Ama Nehir'im benim çocuğumdu. Ben de kendi kaybımın yasındayım. Hani beterin beteri var biliyorum ama herkes bir şekilde kendi yükünü taşıyor. Arda'ya bakınca ise hayata şükrediyorum, iyi de diyorum bir başka an, kafam karışıyor, nasıl bir şükretme bu...Üç çoçuğum olduğunu hayal etmeye çalışıyorum...

Karmaşıklık bitmiyor. Bu sayfaya yazmıyorum, burası kafamın tüm karmaşasını yansıtıyor, ister istemez. Günlük hayatta devam etmek daha iyi. Sizleri seviyorum.

29 Eylül'de Nehir'in Koşusu var, yine İTÜ Maslak Kampüste. Saat 10:00-12:00. Yakında tüm bilgiyi yazacağım. Yine KAÇUV yararına. Bir sabahımızı çocukluk dönemi kanserinden etkilenen çocuklarımıza ayıralım.