Tuesday, June 7, 2011

Ara

Evet, uzun oldu ara. Olmuş.

Bu kez dönmeye yakın, önce biz kısa bir gezi yaptık. Sarper ve Serdar Amca'lara. Çok eskiye giderseniz, bizi Houston'da ziyarete geldiklerini hatırlarsınız. Nehir ile birlikte, Houston'daki sevgili restoranımız İstanbul'da yemek yemiştik, hep birlikte. Güzel günlerimizde.

Bu kez biz onları ziyarete gittik. Sarper'in (Andrea'nın) ve Serdar'ın evsahipliğinde, yedik içtik... Annelik-babalık, çocuk yetiştirme üzerine "derin"leştik. Kadın-erkek, anne baba farklılıklarımızı konuştuk.

Sonra da Washington DC'ye gittik. Bu kez, Leyla, küçük Leyla ile karşılaştı. Yine babişkonun eski bir dostunda, Ayşe'de, kaldık. Aaa, yazınca hatırladım, iki Leyla arasında bir dilek tutsaymışım. Gerçi, benim bir dileğim vardı hep. O da olmadı.

Washington'u çok sevdim. Tam bir başkent havası var. Biraz Paris'e benzetmişler. Müzelerini gezdik. Leyla, en çok havacılık müzesini sevdi. Bir de yeni bir müzesine gittik. "Newseum". Habercilik müzesi. Bu, ilginç oldu. Leyla'yı bunca yıl, kötü haberden saklayıp, pat diye önüne tüm yılların savaş, ve felaket fotoğraflarını çıkarmak, habercilik açısından ilginç ama annecilik açısından felaket oldu. Kendime sıfır puan verdim. Nasıl da düşünemedim. İçeri girince de, girmiş olunca, bilemedim. Katrina, 11 Eylül, depremler, savaşlar. En zoru Pulitzer ödüllü fotoğraflarıydı. Hani meşhur Vietnam'daki koşan çocuk fotoğrafı... Neyseki, diyebilirim, Bin Laddin öldürülünce, tüm 11 Eylül hikayesini öğrenmiş olmuştu, okulda, en azından bu olay yepyeni olmadı. Sanıyorum, yaralı bir asker görüntüsü ona en çok dokundu, bakalım kaç yıl zihninde yer etmiş olacak. Hani bir yerden, gerçek hayata başlamak lazım da, bu çok yoğun oldu.

En çarpıcısı ise, basında özgürlik haritasıydı. Türkiye, "yarı özgür" diye sarıya boyalıydı. Ama kırmızıya gelmesine sadece dört puan kalmış! Leyla'ya özgür habercilik konusunda, tarafsız habercilik konusunda bilgi oldu. Tüm dünyaya baktık, en özgür yerlere...İskandinavya tabi. Yazık ki ne yazık.

Eğlenceli bölümü ise, yaptığımız kısa haberdi. Leyla bir basket maçınının açılışını yaptı, "prompter"a bakarak. Ben ise yılların birikimiyle, "Beyaz Saray" önünden bildirdim!!! Ama görüntüyü izlediğimde gül gül yerlere yattık, zira prompter a bakarken, şaşı olmuşum! Muhabir deyip geçmemeyi öğrenmiş oldum. Gözler nasıl yerinde kalıyor bilmiyorum!! Bu da mı yaşla ilgili acep?

Habercilik müzesi, gittiğimiz ilk müzeydi ve sonraki havacılık müzesi ve "casus" müzesi Leyla'nın zihnini dağıtmış oldu. Casus müzesine ben önce itiraz ettiysem de, "suni" bulduğum için, tabi ki en çok onda eğlendik. Girişte kimlik değiştirdik, aralarda sorguya çekildik, bir misyon bitirmeye çalıştık. Casus numaraları öğrendik. En zevklisi, havalandırma borusunda yürüyüşümüzdü! Tüm çocukluk fantazileri gerçekleşmiş oldu. Şimdi ben fantazi yazınca, "yasaklı" olacak mıyım acaba??

İşte bu geziden sonra, döndük. Bu kez halalar bizi ziyarete geldiler. Sanıyorum, böyle hayal etmemiştik buluşmayı. Tuhaf oldu. Dört kuzen yerine, üç. Mina, Nehir'den bir ay küçük... Kalbim yanında Nehir'i aradı. Yine de iyi başaçıktık, hem Mahmut, hem ben. Zaten Zeynep'ler bize çok iyi zaman geçirttiler. Yine yedik, içtik. Sanıyorum Türk Türk'ü bulunca yemek yemek kaçınılmaz oluyor!! Ithaca'da bir haftasonu var, her yer kalabalık O da Cornell'in mezuniyet günü. Onu yakalamış olduk! Her yer ana baba günü, sanırsın ki koca şehir burası. Restoranlarda yer yok. Ama güzeldi. Hep birlikte Ney York'a gittik. Cengiz Amca'ları da gördük. Ben Yaprak'ı da gördüm. Bir de baktım Gözdem gelmiş. Yani genel bir "re-union"du!!

New York'u ne yapacağım bilmem. Her gittiğimde, Nehir'den bir parça oradaymış gibi hissediyorum. Bu kez, Central Park'ta koştum. Evet. Koşarken bir baktım, Nehir'i götürdüğümüz parkın yanındayım. Tuhaftı. Nasıl da yorgundum o zamanlar. Ama her seferinde illaki götürüyorduk. Sıcak havada, bacaklarım bedenimi taşımakta zorlanırken. Üstündeki çanta ile ağırlaşmış arabayı itmekte zorlanırken. Ama parka ulaştığımızda, Nehir'i temiz havaya, yeşile götürmüş olmanın huzuruyla rahatlıyordum. Rahatlıyorduk. Banka oturuyorduk. Leyla ve Nehir parkta oynuyordu. Nehir, hele güçlü zamanlarında, ayağa kalkıp, yürüyordu, kayıyordu, sallanıyordu... Yine güzel günlerimiz.

NY'ta iken, güzel bir tesadüfle, hayatını nöroblastomdan kaybetmiş Alex'in, ailesinin kurmuş olduğu vakfın, Toys R Us ile anlaşma yaptığı ve açılış günü haberi geldi, e-posta ile. İki ay boyunca vakfa destek olacaklarmış. Biz de açılışa gittik. Sandra da geldi Mark ile. Orada buluştuk. Alex'in Lemonade Stand'i temasını kurmuşlar. Times Squaredeki büyük mağazaya. Alex, dört yaşında iken, "Ben limonata satmak ve gelirini hastaneye bağıişlamak istiyorum "demiş. Ve annesi babası ile bu hareket büyümüş, ve vakfa dönüşmüş. Bu çok çok önemli bir destek. Dünyanın en kalabalık oyuncakçı mağazasından biridir herhalde.

Biz de sabah erkenden gittik. Alex'in annesi ile konuştuk biraz. "Bana en zoru ikinci yıl geldi, herkes birinci yılı söylüyor" dedi. "Daha iyi olacaksınız" deyiverdi.

En çok ama Sandra'nı anlattığı dokundu bana. Mark'a insan vücudu kitabı almışlar. Beyin bölümüne geldiğinde, "Nehir'in yarası neredeydi? Burada mıydı?" diye sormuş. Sonra da, "Ölmesi gerekli miydi?" demiş. Ham Mina, hem Mark büyüyorlar. Mina'yı fiziksel olarak çok değişmiş gördüm, Mark ise biliişsel olarak beni çok etkiledi. Nehir'in varlığını ve yokluğunu anlayıp, kafasında bir şekilde süzmüş olduğunu görmek beni çok duygulandırdı.

İşte ara böyle bir ara idi. Şimdi yazınca, yine yoruldum. Kimi zaman duygusal olarak, kimi zamanda fiziksel olarak çok yoğundu. Tüm bunlardan sonra Ithaca'ya döndüğümüzde, içimi bir huzur kapladı. Bir şekilde, hem ben hem babişko, asabi mişiz. Onu anladım. Bir yandan "normal" yaşarken, içimizde bir sürü duygu geliyor gidiyor. Etrafa rahat görünüyoruz diye kendimizi sıkıyoruz kimi zaman. Ithaca'daki sakinliğe dönünce, sanki ikimiz de gevşedik. Hatta Leyla da. Leyla'nın ilk söylediği, "Biraz sebze yiyelim" oldu!

Şimdi dönüş toplanmasına başlayacağız. Başladık biraz biraz.

Bugün kütüphanedeyim. Buradaki işimi bitireceğim!



7 comments:

  1. Bu yazınızı okuyunca tüm duygu fırtınalarını bir kez daha yaşadım.Evlat özlemi , yaşanılan derin acı , Leyla için güçlü dik durmaya çalışırken içinizde kopan fırtınaların yarattığı duygu dalgalanmalarını , Leyla için en doğrusu hangisi diye düşünürken hayatın bazen sizin elinizde olmadan sertçe onun karşısına gelmesi ....Ve bu acıyı yaşayan diğer anneler ..Ve melek olmuş kuzucuklar

    Allah yardımcınız olsun ...

    Yazıyı okuyunca geçen gün okuduğum bir yazı aklıma geldi :

    EVLAT DEDİKLERİN GEÇİCİ MİSAFİRLERİN

    Hep başkasının söküğünü görüyoruz ilk önce.Kimimiz ayıplıyor ama söküğün var demiyoruz.Kimimiz yanına gidip sessizce söyleyip dikmesine yardım ediyoruz.Kimimiz görüyoruz ama görmemezlikten geliyoruz.Kimimiz herkesin içinde bağıra bağıra söylüyoruz.Sonra da yardıma koşuyoruz. Aslında kendimizi düzeltiyoruz bir başkasında. Bu bazen çocuğumuz olabiliyor.
    Kendi geçmişinden yola çıkıyoruz çoğu zaman Neye hasret kaldıysam çocuğumuza fazlasıyla verip ,bıkmasını istiyoruz. Neleri başaramadıysak ,o başarsın diye didinip duruyoruz. Nerde kısıtlandıysak orada özgürleştiriyoruz çocuklarımızı Ne kadar ağladıysak o kadar gülsün istiyoruz.Çünkü ağladığında bizi ağlatanları hatırlıyoruz.

    Başaramadığında başarısızlıklarımız geliyor aklımıza,üzülüyoruz. Galiba hepimiz ,kendimizi çocuklarımızda tamamlıyoruz. Bazen kızıp, küsüyoruz,o düşünüp akıllansın diye değil,biz dinlenip tekrar güç toplamak için zaman yaratıyoruz. Yesin istiyoruz yemediğimiz kadar,giysin istiyoruz giyemediğimiz kadar. Aslında o yedikçe biz doyuyoruz ,o giydikçe biz mutlu oluyoruz. Galiba hepimiz ,kendimizi çocuklarımızda tamamlıyoruz.
    Geçmişten geldiğimiz için biliyoruz neler yaşanacağını ,korkuyoruz.Onların başına gelmeden neler olacağını anlatıyoruz,ben zamanında önlem almadım ,onlar alsın istiyoruz. Saklıyoruz hatalarını ,eksiklerini ,bilenlere mahçup olmamak için. Arada bir çok kızıyoruz aldığı notlara 100 puanlık yetiştirirken 70 puanla karşılık vermesine dayanamıyoruz. Bir taraftan onları düzeltmeye çalışırken , bir taraftan biz aynı kalıyoruz. Çünkü bizler onları kendimiz zannediyoruz.Daha kolay geliyor insana ,çocuğunu yenilemek Kendimize hak görmüyoruz değişimi,çocuklar varken ne gerek var diyerek.

    Aslında her anne baba ,kendilerinden bir parça getirirler dünyaya,kendilerini tamamlamak için. Kendilerine adayamadıkları hayatı onlara adamak için. Çok verdikçe köle ,az verdikçe zalim oluyorlar çocuklarına Sonra yalvarıyoruz Allah’a Allah’ım çocuğumdan önce benim canımı al,onun acısını bana gösterme diye. Çünkü ben gidersem o zaten, ben olarak yaşayacak,ama o giderse ben diye bir şey olmayacak. Çünkü her evlat annenin ,babanın bir parçasıdır ,diyoruz. Evlendiriyoruz mutlu olsunlar diye yine de tam inanamıyoruz ,emanet ettiklerimize Çünkü kendimizi emanet ediyoruz ,ele Bakıyoruz ki kopmak istiyorlar bizden ,inanmıyoruz Başkasıyla bütünleşmek istiyorlar,hevestir diyoruz Sonra ısrar ediyorlar Bir gerçek gümbür gümbür geliyor ,düşüncelerimize

    Ne evlat ne de bir başkası sana ait değil,sen değil Senden bir tane var Bir tane doğdun Bir tane yaşıyorsun Evlat dediğin her çocuk Geçici misafirlerin- AŞKIM KAPIŞMAK

    ReplyDelete
  2. Zeynep hanim, New York kismina geldigim anda en zoru basliyor sanirim dedim. Oyleymis. O park kisimlarini okurken her gun icimden derdim ki bu yorgunluga ragmen nasil da atlamadan hergun parka gidiyorlar, nasil bir guctur ki bu Nehir'in alacagi iki temiz nefes icin yorgunluk hic geliyor onlara. Simdi yazmissiniz ya o huzuru inanin ben de yeniden o gunlere dondum.
    Sabir sizinle olsun. Ve etrafinzdaki dostlarinizin destegi hep boyle yaninizda olsun
    sevgiler ah bir de kolay gelsin toplanmak da hic kolay degil.

    ReplyDelete
  3. Ya yazıyı okumadan önce başka şeyler yazmak vardı aklımda hepsi gitti. ne güzel anlatmışlar anne olmayı yaşanan duyguları.
    Zeynep hanım dönmeyin Türkiyeye orada yeni bir hayatınız var. Türkiyedeyse emin olun herşey eskisinden daha kötü. Orada bisiklete biniyorsunuz İstanbuldaysa hayır. Orada ormanlar ağaçlar var buradaysa kendi ellerimizle balkonlara ektiğimiz çiçekler. Sizin yokluğunuzda hiçbirşey düzelip iyileşmedi. Belki arkadaşlarınız aileniz onlar burda ama onlarda istedikleri zaman gelmiyormu yanınıza. Leyla için onun yenilenen hayatı için bence kalmayı düşünün.

    ReplyDelete
  4. zeynep evet çok büyük acı yaşadın, yaşadınız ama şu an acaba sen sendeki bilgeliği,duruluğu, aşmışlığı, ermişliği hissedebiliyor musun? ben okurken hep bunu görüyorum sende. evet çok büyük acı ama şu an sen 1sen ben 0'ım mesela. yani demeye çalıştığım dünyevi acı çok ama nasıl anlatsam senin olaylara bakışın, duygularını kontrol edişin, "insan"lığın bambaşka, ben nehir sonrası her yazında bunu görüyorum.

    ve allah yardımcınız olsun aman ne zor diye yorum bırakanlara çok kızıyorum, bu tip yorumların derdi yaşayana iyi gelmediğini düşünüyorum. yani bana da çok sık söyleniyor tip 1 diyabetli oğlum için, oradan biliyorum.

    bir de çok samimi olarak söylemek istiyorum ki çok sık aklıma düşüyorsun, her zaman sana en iyi dileklerimi yolluyorum içimden, ne bilim bir rüzgar essin zeynebe şimdi diyorum, onun içini ferahlatıversin felan, neyse çok çok sevgiler

    ReplyDelete
  5. Çok tatlısınız!! Yetmedi !!!!! Sağolun, varolun.

    ReplyDelete
  6. Zeynep'cigim,
    Ne guzel yazmissin yine, ozledik cok hepinizi. Carsamba aksamindan beri Houston' daydik bir konferans icin, dun gece donduk. Istanbul' a gittik, sutlac yedik, sizi dusunduk, bilmiyorum kulaklariniz cinladi mi? Cok opuyorum, insallah yilbasinda Istanbul' da gorusmek dilegiyle.

    Gonca

    ReplyDelete
  7. Zeynep Hanım merhaba,

    Biraz havanızı değiştireyim, benim sormak istediğim bambaşka:) Koşu çalışmalarınızı daha ayrıntılı anlatabilir misiniz? İlk olarak 1 dk koşup 9 dk yürüdüğünüzü yazmıştınız, bunu toplam kaç dk yaptınız? Haftada kaç gün ve peryodu nasıl değiştirerek devam ettiniz? Ben de başlamak istiyorum, yol gösterirseniz sevinirim.

    Sinem

    ReplyDelete