Thursday, July 16, 2009

Gün 27

Dün gece Nehir saat 1 itibariyle yine sıklığı konusunda bir şey söylemekte zorlanıyorum, acaba yarım saatte bir mi, bana o kadar çok gelecek şekilde uyandı, yatağında dikildi, "arabam nerde", "emziğim nerde", "anne bi gel", "anne uyandım", "anne uyuyorum" gibi birbirinden güzel seçme cümleler sarfedip, karşılığında benden "hadi kafanı koy yastığa bakim, uyku saati" cümlesini duyabildi sadece. Artık tahminen saat dört buçuğa falan yaklaştığında, "Aaa, hadi ama ben uyuyacağım" a dönüştü cümle. Sonunda uyudu, herhalde, ne zaman nasıl bilmiyorum, ben gözümü sabah hemşire vardiya tesliminde açtım. Odada birbirlerine anlatıyorlardı, "2 yaşında, Houston'dan geliyorlar, originally Türkiye'den gelmişler, oradaki doktorlar çok şans vermemiş"...detayında. Bizde olsa "dedikodu" denir bu kadar bilgi paylaşımına, buaead hasta bilgisi değişimi deniyor! Ayrıca TCH'de bunu kapının dışarısında yapıyorlardı, burada odada, pompa başında, çeşme başı muhabbetine dönüşmüş iş.

Tabi geldiğimizden beri dikkat çeken, TCH ile Cook'un önemli bir farkı, TCH bir tıp fakültesine (medical school) bağlı, Cook değil Yani biz sade bir doktor görüyoruz, ve her odanın dışındaki çalışma istasyonları da yok, hani hasta dosyalarının ve bilgisayarların durduğu. Grup halinde dolaşmalar da yok. Bence durum kritik değilken önemli değil, ama kritik olması durumunda ne kadar çok doktor o kadar iyi diye düşünüyorum. Sadece, Özlemcim saygıda kusur etmeyeyim eğitime ama, intern ziyaretlerini özlediğimi söyleyemeyeceğim, sabahın 7sinde, 8inde.

Neyse işte böyle bir gece ve sabahki müşahededen sonra bize yine sıradan bir gün düştü.

Bu kez Nehir'i iki kez oyun odasına götürdük. Ama esasen artık çıkıp koşması lazım. Kısıtlı hareket yetmiyor.

Ben ise dün gece "Tuesdays with Morrie" başlıklı bir kitaba başladım. Aslında Mahmut'a almıştım, bir profesör ve eski öğrencisinin yıllar sonra profesör ALS diye bir sinir sistemi hastalığına yakalanıp, yavaş yavaş ölürken, eski öğrencisi ile salı günleri, hayat, ölüm, ölmek, aile, öncelikler üzerine yaptıkları konuşmalar.

Bu yıl, aralık ayıydı sanırım Mahmut kanser üzerine araştırma yaparken, internette bir konuşma bulmuştu, 47 yaşında Carnegie Mellon'da profesör, pankreas kanserine yakalanmış bir adamın son "dersi", Last Lecture. Temmuz 2008'de ölmüş. Konuşma 2007'de. Internette dinleyebilirsiniz. Kitabı da var.

Mahmut bu konuşmayı dinlediği sırada ben dinleyememiştim. Kaldıramayacağım bir dönemdi. Sonra da kitabını aldı, ben elime alamamıştım.

Şimdi bu elimdeki kitabı okurken ama, ölümün benim için de farklılaştığını anladım. Bu yıl, özellikle çocuğunu kaybetmiş anne ve babaların yazdıkları blogları okurken, çok ağladım ama gerçekten bir yandan çok korkarken bir yandan da bu gerçeği kabul edebildiğimi anladım. Ve benim için hayatımın dersi sevginin zamandan ve yerden bağımsız olduğunu anlamak oldu. Yani bir insanı fiziken kaybetseniz bile sevgisini kaybetmiyorsunuz. Bir anne şöyle yazmış, iki çocuğum var, biri bizimle yaşıyor, diğeri cennette. Bu çok özgürleştirici bir fikir.

Ben hayatta hep sevdiklerimi kaybetme korkusu yaşadım, küçük yaşta babamı kaybettiğim için. Büyürken de "ölüm" kafamı kurcalayıp durdu. Yaşlanma. Leyla doğduğunda değil, ama Nehir doğduğunda bir başka korku başladı. Kendi ölümüm. Ben ölürsem çocuklara ne olacak endişesi. Kim bakacak. İkisinin ilişkisi nasıl olacak...Derken hayat bana "saçmalıyorsun" tokadını atıverdi. Hiç beklemediğim bir şekilde. Nasıl ki, 10 yaşımda babamın ölümünde şok yaşadıysam, bu kez kızımın kanser oluşunda yine şok yaşadım. Yani bunca yıldır kurduğum tüm ölüm olasıklıkları, hastalıklar dışında bir şey oldu hayatımda. Yine ezberim bozuldu. Halbuki kendimce her acıya hazırlıklıydım.

Neyse bu yıl ölüm-kalım yılı oldu. Bu kitaplar da karşımıza çıktı.

Şimdi bu yazdıklarımdan Nehir'le ilgili bir şüphe duyduğumu düşünmeyin. Ya da yine yeni yeniden "düştüğümü". Hayır. Ölüm hakkında konuşabilmek benim için önemli bir adım. Korkmadan. Bizde, en azından benim çevremde böyle idi, hep saklanır ya çocuklardan, ve acı doludur son yolculuklar.

Bu iki kitap ölüme serinkanlılıkla yaklaşan insanları anlatıyor. Morrie diyorki, sabahları uyandığımda, bazen dehşet hissi yaşıyorum, ağlıyorum da, ama sonra o gün de yaşadığımı düşünüp, güne devam ediyorum. Kendime acımadan diyor. Bir yerde de ölüme hazırlanarak veda ederek gitmenin onu şanslı yaptığını söylüyor. Kendini "şans"lı bulması, öğrencisini şaşırtıyor, çünkü gitgide tüm kas hareket imkanının kaybeder bir şekilde ölüyor, yavaşça.

Bu "şans" da beni düşündürdü. Çünkü ben de bu süreçte çoğu kez "şanslı" olduğumuzu düşündüm. Ya da hani sık sık yazdım, kendimi mutlu yakaladığımı. "Learn how to die, learn how to live" diyor bir yerde. Evet, ölümle karşılaşınca, "gerekli"leri, "essentials" ı anlıyor oluyorsunuz, diyor. Bu da çok doğru, her gün çocuklarla bir şeyleri paylaşırken çok daha sindirerek yaşıyorum. Nehir'e bir şeyleri gösterirken, doğada, ben de daha başka görüyorum "çevre"mi artık. Ve gerekliler. Hele dostluğun önemi...şakayla karışık, facebook listemi yeniden düzenleyeceğim ben de! "Essential friendships".

Neyse henüz kitap bitmedi ama Mahmut'un da benim de farklı bir gözle okuduğumuz kesin.

Bu yıl yaşama daha yakın durduğumuz, aile olmanın gücünü hissettiğimiz, güçlendiğimiz de.

İşte yeni soru şu, tüm bunlar bttiğinde bu derslerimizi aklımızda tutmayı, davranışlarımızda sürdürmeyi başaracak mıyız, yoksa gitgide unutup, "normalleşme" sırasında, bizde "eski" davranış kalıplarına geri mi döneceğiz. Çünkü bu iki adam sonuçta kesin bir sona yaklaşırkenki dönemi anlatıyorlar. Bizim sonumuz inşallah, mürüvvetli!. İşte bunları yazıya dökmek belki arada geriye dönüp neler yaşadığımızı, hissettiğimizi hatırlamamıza yardımcı olabilir.

Nehir sağlıklı ve mutlu. Annesi onun sevgisine sahip olduğu için çok şanslı.

2 comments:

  1. siz çok güçlü ve özel bir annesiniz...nehir bence doğmadan önce yaşayacaklarını bilerek anne ve babası olarak sizi seçmiş.sizin inancınız, çabanız ve güçlü duruşunuz sayesinde nehir iyileşiyor ve çok daha iyi olacak ben buna eminim.
    Benim de tüm dualarım sizinle...
    istanbul'dan sevgilerle
    gizem

    ReplyDelete
  2. Sevgili Zeynep,

    Last Lecture'a ben de internette rastlamistim. Kolay yutulur lokma degil dogrusu. Ben olumden pek korkmazdim, özellikle de kendi olumumden... Ta ki 41 yasinda anne olana kadar. O zamandan beri ise bana/babasına bir sey olursa Bora nice olur diye endiselenmekten kendimi alamiyorum.

    Ama haklisin bunlar hep ezberlerimiz. Ve yine haklisin normale donerken unutabiliyoruz; biraz; bazen…

    Bora, Yasemin'den sadece 15 gün once dogdu. Uzun zaman Bora'yi emzirmek icin her kucagima alisimda Yasemin icin agladim. Yasemin icin, Hande icin, hic yardim edemedigim icin, elim kolum bagli oldugu icin... Hande'nin metanetine hayran kaldim. Sana da aynı hayranligi duyuyorum. O gunlerde bir aliskanlik edinmistim; her gece yatarken bir hayat arkadasi ve saglikli bir evlat sahibi oldugum icin sukreder, Yasemin'e saglik, Hande'ye guc dilerdim. Sorunlar geride kaldikca seyreklesti, arada bir yapar oldum... Nehir icin dua etmeye baslayinca bunu “unuttugum” icin kendime kizdim ve bu aliskanligimi da yeniden canlandirdim. Aksamları uyumadan önce sukredecek nelerim var diye soyle bir dusunmek ve ictenlike sukretmek, hergun, guzel bir aliskanlik, insan her gun biraz daha sansli oldugunu anliyor. Sanirim "tevekkul" denen sey, her durumda geleni/olani oldugu gibi kabul etmek, değiştiremeyeceğine isyan etmemek, sukretmeyi de degistirebileceklerin icin savasmayi da kolaylastiriyor. Insanin gucu de bu savasi verirken cikiyor ortaya. Bir de yasadiklarini nasil benimsedigi, onlarla ne yaptigi, ne yarattigiyla… Sen cok guclu bir annesin; cok guclu bir ailesiniz… Cok insana ornek olacaksiniz ilerde de…

    Nehir saglikli ve mutlu! Ailesi Ona, O da ailesine sahip oldugu icin cok sansli. Benim gibi bir çok kişi de size “rastladigimiz” icin sansliyiz. Ve sadece siz değil, bizler de biraz değiştik bu yolculukta, donusu olmayan bir sekilde…

    Umarim su ya da bu sekilde yazmayı hiç birakmazsın, hem kendin hem okurlarin icin :)
    Sevgilerimle,
    Yesim

    ReplyDelete