Monday, September 21, 2009

Gün 94: Babayı yolcu ettik!




Sabah 8'de güne başladık. Babayı uçağa bırakmadan önce, Accutane alıp, klinikteki randevuya gitmeliydik. Accutane dozu 1o ml arttı, Nehir'in kilosu arttığı için. 80 yerine 90 ml oldu günde. Bu da bir 40lık sabah, ve bir 10luk ile akşam bir 40lık demek. Sabah gittiğimizde "generic" accutane, yani marka olmayan accutanein 10luku olmadığını öğrendik, "olsun" dedik, ve akşamüzeri almak üzere çıktık.

Kliniğe biraz erken gittik. Bugün yapılması gereken idrar testini garantiye almak için ben sabahtan pamuk toplarını koymuştum bezinin içine, ama gittiğimizde yine torba yerleştirmenin gerekli olduğunu öğrendik. Malum hem sıkıcı, hem de kaçarsa problem...çaresiz yaptık. Kan alındıktan sonra, kafeteryada yemek yedik.

Klinikle ilgili bende tuhaf bir durum var. Otoparktan asansörle birinci kata çıkınca burnuma gelen koku çok hoşuma gidiyor. Temizlik malzemesi ve hepa filtre karışımı, çok "taze" bir koku, kendimi, "sağlık" yerinde hissediyorum. Sonra da böyle bir yeri sevmeye başlamanın anormalliğini düşünüyorum.

Her neyse, yemek yedikten sonra kan değerlerini aldık, ve şanslıyız ki, idrar testi torbaya tam isabet, bizi de havaalanına hiç geciktirmeden saat 13.00'te bitti.

Ve havaalanına gittik. Babayı güvenliğe kadar bıraktık. İyi olan bavullar sınırı geçmiş olsa da, biri 33 kg, biri 25 kilo olmuş, 20şer kilo idi hakkımız, Lufthansa uçuşu olmasına rağmen, kuyruksuz bir check inden anladığımız kadarıyla uçağın boş oluşundan fazla bagaj parası istemedi güleryüzlü görevli.

Veda faslı, Nehir'in "ben de gitmek istiyorum"uyla "ses"lendi. Zaten Leyla'ya da telefonda, "kendi kendime uçağa bineceğim" diyordu. Şimdiden abla kardeş sırdaş oldular, planları birbirlerine anlatıyorlar! Arabaya binip, biraz yola çıkıncaya kadar Nehir'in çoksesliliği sürdü.

Ben "babanın öğrencileri onu bekliyor" deyince de "beklemesinlerr" diyordu. Anne ve babaların işe gittiğini, bizim izin almış olduğumuzu, artık iyileştiğini basitçe anlatmaya çalıştım. Bir yandan da, işe gitmek, ve ayrılık ile "iyileşmesi"ni bağdaştırmasının pek de iyi olmayacağını düşünüyordum, ama aklıma başka bir açıklama gelmedi. Sonunda, otoyolda giderken, havadaki uçağı görünce, "Babanın uçağı" dediğinde artık kabullenmiş, çalan çocuk şarkılarıyla neşesi yerine gelmeye başlamıştı. Derken, güneşin arasından yağan sağnak yağmurla babanın arkasından su döktü Houston!

Biz CVS'e, ilaçları almaya gittik. İlaçlar hazırdı. Ben kredi kartını tam imzalandım ki, 700 doları duyunca afalladım. Baktım, jenerik ilaç 40lık olan 30 tane 250 dolar iken, 10luk olan 20lik kutu 400 dolar!!! Eczacıya, "Hay Allah bu ne kadar pahalı, ne yazıkki jeneriği yok "dediğimde, "Bizde yok başka yerde olabilir, yarına getirtebiliriz, isterseniz" demez mi. Nedense sabah ilgilenen eczacı bundan sözetmemişti. Ben, acaba sabah dozunu akşamla değiştirebilir miyiz bir gün diye doktoru aramışken, eczacı başka şubede buluverdi!. " Bir saat sonra gelir" dedi. Tüm bu iyi niyet bizim kanser hastası oluşumuzu bilmeleriyle ilgili biraz da. Telefon konuşmasından öyle anlaşıldı.

Nehir'le önce yakındaki Barnes and Nobles'a gittik. Çocuk yerinde oyalanırken, kimsecikler de yoktu, çocuk masasında, iki kitap gözüme çarptı, biri liderlik üzerineydi, ikincisi ise işyerlerinde sosyal ağlar başlıklı idi. Gülümsedim. İkisi de Harvard Business School Yayınlarından. Tam babanın ilgilenip, inceleyeceği türden. Karşıma çıkınca, "Ah" dedim, "Bizimle henüz". Kitapçıda bir saat oyalanıp, sonra Whole Foods'a gidip meyve ve sebze aldıktan sonra, ve Nehir'in isteğiyle balık!, CVS'e geri döndüğümüzde, saat altı olmuş, ilaçlar gelmişti. 400 dolar yerine 125 dolar verdik! Çıkışta aklıma acaba TR'de bu iş nasıl, Accutane kimbilir kaç lira diye takıldı?

Eve geldikten sonra, anne-kız ilk akşam yemeğimizi yedik. Balığı hazırlarken Nehir sandalyede beni izledi. Sonra tabağını ve çatalını sofraya götürdü. Balıktan biraz yiyip, "doydum" dediğinde, aklıma babanın yüzü geldi. Babanın benim Nehir'e yeterince yemek yediremeyeceğim endişesini hatırladım. "Hadi bakalım, sen istedin, biraz daha ye lütfen" dedim, "babası", biraz ekmek, sonra bir baş çiğ brokoli, biraz çam fıstığı, üzerine de bir avuç üzüm yedi!, bilginize. En sonunda ise bir kaşık dondurma eşliğinde accutane.

Saat sekizde uyumak üzere kitap okuduk. İkinci kitaptan sonra, "uyuyalım artık" diye kendi uyumak istedi.

Yemekte "anne kız parka gidelim mi" diyordu. Bugün ona İstanbul'da havanın soğuduğunu,anne-kız biraz keyif yapıp öyle döneceğimizi anlatmıştım. Sorular sorup duruyor, "Leyla ne yedi, baba geldi mi, babanın defterleri nerde, Leyla neden özlüyor kardeşini, biz de okula gidelim mi" ...

EnSadıkBlogOkurumaNot: Bu yıl "yoğun" ve "ilginç" geçti. Sen 37 yaşındaydın. Ben "o" yaşta. Biliyorumki çoğu baba meşru gerekçelerle, işini, kariyerini düşünerek, belki de haklı olarak, çoktan dönmüş olurdu. Nehir çok şanslı. Ben de. Leyla da. Giderayak arkada iş bırakmamak için, benim için, bizim için tüm işleri planlaman, CVS'te küçük kutu q-tips aramaya kadar detaylı "rahatımızı" düşünmen, bana verdiğin nasihatlar, olmadı, yalnız kalmayalım diye Zeynep'i araman, Mete'ye "Yemeğe çağırırsınız" demen...sen harika bir baba ve eşsin. İyiki sana rastlamışım, ve balık oltası almışım. O balık oltasını Galatasaray'dan Tophane'ye inip, sonra gerisin geriye çıkıp almıştım. "Sevgi emek istiyor", böyle bir şey sanırım : ) Ya da Leyla'nın deyişiyle, "ballı"ymışım.

YBFNot. Nehir adına ve kendi adıma, Mahmut'a verdiğiniz destek, gösterdiğiniz anlayış için başta Nakiye Hanım olmak üzere hepinize çok teşekkür ederim. Bu zorlu dönemi birlikte geçirmemiz sizin sayenizde oldu.

FotoNot: Baba-kız pazar günü parkta. İkincisi ise, bugün, kitapçının önünde parketmişken, çalan şarkıda dansediyor Nehir. Çalan şarkı ise güne uygun:

Hey hey skip to my Lou, Hey hey Skip to my Lou, Hey hey skip to my Lou, skip to my Lou my darling.
Lost my partner what'll I do, lost my partner what'll I do, lost my partner what'll I do, skip to my Lou my darling!

Veeee Babaya fotobulmaca: Blog takipçileri de yanıtlayabilir isterlerse.

Üçüncü fotoğraftaki -bu sabah CVS'te annenin "kızım evde iki balonun var, onlar sönünce alırız" demesine rağmen babanın almış olduğu- balon nerede durmaktadır?

a) Evde, salonda
b) CVS'te, çünkü almamışız
c) Havalanında, otoparkta
d) Whole Foods'un girişinde
e) Tam eve gelmişken, son 20 basamakta zorlanınca, Nehir'in balonu serbest bırakmasıyla uçmuş olduğu apartman boşluğunda! Ki bunu gören orta boylu bir komşumuz, bir süpürge sapına seloteyp koyup almaya çalışayım isterseniz dediyse de, anne, "En az iki metre var, o kadar uzun sap bulamayız, (siz çok uzun boylu değilsiniz, uzun babamız da gitti netekim) biz zaten burada oturuyoruz, dışarı çıktığı zamanlar görür artık" dedi.
f) Bildiniz
g) Gülümsediniz
h) Ben de

3 comments:

  1. Dedim ya sen eglenceli bir sekilde yazarsin bizde okuruz diye. Ne yalan soyleyeyim, bu kadarini ben bile beklemiyordum. Allah kavustursun, buda son olsun. Simdi kim geliyor ve ne zaman ben bile karistirdim ama, birileri gelene kadar sana cok kolay gelsin.

    Islerin rast gidiyor ve Nehircigim bile isleri kolaylastiriyor senin icin bak ne guzel, cok anlayisli bir kizin/kizlarin var. Buyuyunce cok rahat edeceksin , herbirseylerini kendileri halledecekler. Tunelin ucundaki isik gozlerimi kamastiriyor artik. Cok sukur, her sey icin, binlerce kez.

    ReplyDelete
  2. Allah kavuşturun. Tez zamanda sağlık içinde tekrar biraraya gelmeniz dileğiyle.

    Zeynep Çelik

    ReplyDelete
  3. Once agladik
    sonra gulumsedik .
    Iyiki almissin o oltayi ! :)

    ReplyDelete