Saturday, September 26, 2009

Gün 99: Ha Gayret Az Kaldı


Halanın gelişine.

Yaw ben kendimi ifade edemiyorum, ülkemin eksiklikleri var. Hele bu yıl acı içinde, tıpta, kanser gibi karmaşık hastalıklarda bu eksikliklerin derecesini ve vahametini gördük.

Nehir'in de hala bağışıklık sistemi eksiklik durumu. Kan değerleri yerine gelmeye başlamış da olsa, genel olarak, "immuno suppressed" diyorlar. Yani, hani allah korusun, bir "flu" da alsa, durumu nedeniyle baka çocuklara göre ağır geçirebilir.

Ve fakat.

Birincisi, yurdum. Benim derdim, nasıl olsa, ne yapılsa, ben ne yapsam da birazcık iyiye gitse bu işler.

İkincisi, Nehir insana, arkadaşa hasret. Çok seviyor birileriyle olmayı, ve Türkçe ortamları. Bu biraz, yeni doğmuş bebek hali. Nasıl ki, öpülmez, uzak durulur, dikkat edilir. Aynen öyle.

Buraya gelmek üzere havaalanına giderken, Feride ile konuşuyordum telefonda. Demiştimki, "Sanki Nehir'i bir kez daha doğurmaya gidiyormuşum gibi, öyle hissediyorum". Evet, doğdu, tam da "yenidoğan" gibi hassas.

Bu ara, son bir iki haftadır, başucumda duran, 40 yaş hediyem fotoğraf albümüne takık. Alıp alıp bakıyor. Kıbrıs'taki halime, "Kocamansın" diyor, "Sen karnımdaydın" diyorum, yeni doğmuş haline bakıyor. Bilge'lerdeki hamileliğimin son zamanına. Hoşuna gidiyor, "Karnımda" olmak.

Tabi bir de 80 li yıllar, meşhur mezuniyet fotoğrafları var ki, "Anne saçların nasıl" diye kıkırdıyor, o kabarık saçlara! Ben ise vatkalara bakıp, iç geçiriyorum. O vatkalar ayrı satılır, kazaklara da konurdu!!!

Bu iki satırlık paragraf hali ne kadar sürecek bilemiyorum. Bu sabah parka gittik. 12 gibi, güneş kendini iyice gösterdi, hava ısındı. Bugün parkta, yine "halk"tan bir grup, toprak taşıyarak, yürüyüş parkuru etrafında düzenleme yapıyordu. Genç çocuklar, anne-babalar. Ağır ağır el arabalarına yükledikleri killi toprağı, uzunca bir mesafe taşıyıp, eksilen yerlere ekleyip, eziyorlardı. Aklıma geldi, hiç birimiz o kadar yıldır, herhangi bir iş yaptık mı diye. Sivil harekette o kadar geriden geliyoruz ki...

Şebnemcim, beni uyarmadan, "başka blog konularına saptın yine" diye, ben döneyim Nehir'ime.

Nehir ile parka gitmeden baba ve ablayla konuştuk. Abla hiç yüz vermedi, Wii oynamakta idi. Bir anda, kuzenler, hala, enişte, dede, babaanne, abla, baba karşı tarafta birarada olunca, hatta sanıyorum yaşıt kuzen babaya biraz yakınlaşınca, "ip koptu", ve ağlayarak, "kucağıma" diyerek kendini yere attı Nehir.

Zor geldi.

Ama tabi çocuk hali, geçti hemen, bilgisayarı kapattıktan birkaç dakika sonra. Biraz ağlamasına izin verdim. O da çok uzatmadı neyseki.

Park dönüşü uzun süredir gitmediğimiz, Uptown'da, yemek yedik. Yine mac and cheese yedi, ve tabağını bitirdi.Sonra güzel bir uykudan sonra, bu kez akşam yemeği için, Ilgın'larla, yeni bir Türk Restoranına gittik. Ha ha, baba bilmiyor burayı. Yeni bir çiftle daha tanıştım, Gürcan ve Rachel. Aslında Gürcan'ı bir akşam görmüştüm ama ayaküstü. Bugün sohbet de ettik. Üstelik Nehir arada katılma çabası gösterse de genel olarak, sandalyesinde oturdu, benim de konuşmama izin verdi.

Çünkü,

Nehir Altay ile oyuncak paylaşma paylaşmama arasında önden pide, üzerine sigara böreği, ardından İnegöl köfte ve pilavını yedi. Köfteler bitmedi, ama pilavın hepsi bitti. Hatta bir ara bırakmışken yemeği, garson almak üzere hamle yapınca, "Doymadım" dedi, ve kalan pilavın hepsini yedi, köftelerin etrafından dolaşarak.

Ben de yüzyüze sohbet ettiğim ortamları çok özlemişim. Tipik hareketle Amerikalı eşe rağmen bol bol Türkçe konuştuk. Bu ayıptan bir türlü vazgeçemiyorum. Nehir de yemeğin sonunda ayrılmak istemedi, ama Tekin'in elinden tutup, arabaya kadar yürüdü.

Annenin falında güzel bir ay çıktı.

FotoNot: Babası kızını özlemiştir. Kızı da onu özledi. Sormaya devam ediyor, "nerde?" diye. Ben de anlatıyorum, o yine soruyor. Fotoğraf, Ilgın'larla buluşmadan önce, kendi aldığı elbise ile halinden çok memnun idi.

1 comment:

  1. Zeynepcim,

    Ben vücuda bulaşan mikroplardan pek korkmam. Yıllardır neredeyse nezle bile olmadım belki bundandır bilemem ama sizlerin de burada maddi ve manevi olarak daha güçleneceğinize, Nehir’in daha da sağlıklı olacağına adım gibi eminim.

    Burada hiçbir mikrop yok ki oralarda da olmasın. Bir teki hariç. Yok olmaya odaklı, yok etmeye niyetli “başarısızlık” mikrobu. “Toplu olarak dipte yaşayalım da kimse rahatsız olmasın” isteği.

    O mikrop burada milyonlarcasına doğuştan bulaşmış. “İyi son” bu insanların tahammül edemediği bir durum. Daha önce yazmaya çalıştığım uyarılar bu duruma yönelikti aslında. Maddi gerçeklerden değil manevi baskılardan bahsetmeye çalışıyordum.

    Gönlün rahat dön evine. Biz İstanbulluyuz. Dünyanın binbir farklı durumu bizim günlük çerezimiz. Bağışıklık sistemine iyi gelecek tek şey biliyorum. O da İstanbul’da büyümek.

    Ben konuları saptırma demedim şekerim sana. Bilakis saptır hem de sonuna kadar saptır. Seni ve yuvanı saran zihinleri olumlu hedeflerde ışıklarda gezdir. Sen zaten bunu harika yapmaktasın. Gitgide çok başarılı bir yazar oldun. Hem akıcı, hem duygulu, hem de bilgi verici muhteşem yazılar koydun burada ortaya. Senden dilediğim şeyi zaten yapıyorsun. Olumlu enerjin bütün web kanallarını sardı çoktan.

    Bunlar benim önyargılarım. Ben artık diğer insanlara şakadan da olsa fal bile baktırmıyorum. Bana nazar değerse karşıdakini değil bu nazarı kabul ettiğim için kendimi suçluyorum. Bir de tabii palavra bedava; e ben de sallayıp durmaktayım.

    Ayrıca senin o güzel yüzünü, harika kahkahanı, rengarenk ışığını özledim be şekerim “gelin artık yahu!”.

    ReplyDelete