Sunday, November 15, 2009

Oksijen Temalı Gezilerimiz II

"Pecan" biraz daha karamsar yazmıştı uyum sürecini, Neşe biraz daha umut verdi.

Uyum, tabi, her alanda aynı şekilde olmayacaktır. Pecan'ın sözünü ettiği "iş"le ilgili uyum-uyuşamama-zorlanma durumu bana uzak. Hatta, ben de o masaya yapışanlardan mıyım dedim. Yok yok değilim. Ama üniversitelerde oda mühimdir. Her öğretim üyesi, hele ki devlet üniversitelerinde, bir gün kendine ait bir odası olacağı hayaliyle yaşar. Ben de "enn" sonunda, az da olsa, bir kademeyi aşıp, "büyüyünce", odam odam canım odam, bari odamı kaptırmasam haline girdim çoğunluk gibi.

Benim uyum sorunum "teknik çevre" ile ilgili. Şimdi elimde bir su arıtma tesisi şeması ve beklediğim "teklif" var. Hem mikrop, bakteriden, kurtuluyoruz, klorlayarak, sonra da kloru tutarak klordan. Bu klor üzeri kare, sonra da kloru tutma bende şüphe yarattı. Tutamazsak, vay halimize bir kimyasal. Bir de istersek kireçlenmeyeceğiz. Ben toplam maliyeti henüz görmeden tahminle, "Biz kireçle yaşamaya alışığız" dediğimde, arıtmacı bey güldü. Calgonit var. Ki ben de yok. Ama birden pufuduk pufuduk olamayan havlular, ve her türlü yumoş reklamı gözümün önünden geçiverince, bir an "acaba" mı dedim.

Okuduğunuz üzere "hal"im daha iyi. Bundaki en önemli neden, dilimi ısırdım (ger çek ten), Nehir'in "ilk" ateşinin muhtemelen basit bir viral enfeksiyon olup, geçmiş olması.

Başka bir neden pek de yok.

Bir yandan organik sebze, meyve bulabiliyor, "gezen" bir de tavuğumuz oluyor, iki cumartesidir.

Ama şansa diyeyim, ya da her zamanki hal mi bilmem, hava çok kirli. Özlem, geçen gün koyduğum vapur fotoğrafına, İstanbul fotoğrafı ne güzel diye yorum yapınca, ben vapurun "kıç"ı görünen fotoğraftaki, Kartal kıyıları üzerindeki hava kirliliğini de çekmiş olduğumu farkettim, üzüldüm.

İşte bugün bu meyanda, Belgrad Ormanında yürüyüşe gittik. Oksijen aldık. Keşke bir de depolayabilsek.

Su deposu yerine, hava deposu. Yaw, Japonların yok muydu "pure" oksijen kürleri, bak şimdi yazarken aklıma geldi.

Ne bileyim.

Bir öyle bir böyle. Şimdi esasen hala enfeksiyondan korunma, gelecek günleri az kaygıyla geçirme işlerimiz var.

Derken, Leyla'nın sabah başlayan öksürüğü, akşam sıklaştı. Ve biraz da ateşi çıktı. Zrytec, çinko, beta-glucan, balık yağı, pastil gibi bir karışım verip, ardından da yarın odasında kalması gerektiğini söyledim. Önce acımasız geldi, sonra bizim hep karantinada olduğumuz günler aklıma geldi, hastane odasında. Kendi odasında, oyunları, kitapları ile iyi vakit geçirebileceğini düşünüp rahatladım. Tabi okur sormaz mı, peki siz anne baba olarak bir maske bile takmazken, bu ne turşu diye. Mahçup gülümserim sadece. Umarım Leyla akıl edip de sormaz bu soruyu. Ne de olsa henüz "teenager" değil.

İşte istanbul'da yoğun grip altında geçen günlerimiz.

3 comments:

  1. Bana referans verilmis:) Bende o mesaji biraktiktan bi kac gun sonra kendi kendime hafiften utanmistim, kendi dunyevi sorunlarinla her yere dokuluyorsun diye.

    Sizi kesinlikle kastetmedim, koltuklardan bahsederken. Kendi hayalkirikligimi yazarken aklimdan gecenler sizin koltuklar degildi yani:)

    Bi kac ozel universite, bir tane de devlet universitesi ile gorustum. Ben nedense universite calisanlarina ozgu bir "academic dignity" beklentisi icindeydim. Uzun zaman gecmis aradan. Ben yanlis mi hatirliyorum acaba? Bu akademisyen insanlari daha durust, daha ahlakli hatirliyordum oysaki! Devlet universitesinde bir kadro kara borsasi var. Herkes kendi adamina kadro kolluyor. Ozel universiteler ise bambaska bir hikaye. Herkes acaip kurt olmus. Bu Amerika beni salak yapti galiba. Ya da "fake courtesy" ye cok alismisim bu ulkede. Turkiyede herkes ekmek derdinde, kimse "fake" bile olsa "courteous" olamiyor. Herkes gemisini yuruten kaptan olmus.

    Aslinda Turkiye'de o koltuklara yapisan insanlara, ya bu yapis yapis yapistiginiz koltuklar sizin olsun, diyebilmeyi isterdim. Ama diyemiyorum, ekonomi kotu ve ben de o hic begenmedigim kosullara ve koltuklara mecburum bu sefer.

    Doktora yapmak manyaklik, buna karar verdim. Bosu bosuna dirsek curutuyorsun. Simdi Turkiye'ye gelince benim de taze beyinleri yoldan cikarip kole olarak kullanmak adina doktora veya master yapmayi cok matah bi seymis gibi sunmam gerekicek. Kendim cok pismanim, doktora yapmis olmaktan dolayi, bu sonu akademisyenlikten baska bi seye iraksamayan yolu secmis olmaktan dolayi. Kendim bile inanmiyorum ki yuksek ogrenime, nasil kanina gireyim genc beyinlerin.

    Neyse daha fazla Nehir'den rol calmayayim. Burasi Nehir'in kosesi. Kendinize iyi bakin.

    ReplyDelete
  2. Merhabalar,
    Oncelikle hos gitmissiniz. Burada uzun sure kalinca alisma surecide zor oluyor sanirim. Cok kolayliklar oncelikle.

    Nehir'in daha iyi olmasina ne kadar sevindigimi anlatamam. Cok cok tebrikler, hem ona hem de ailecek size. Umarim hep boyle direncli ve guclu olur.

    PS. Sanirim universitede ogretim gorevlisisiniz. Hangi bolum acaba? Aritma falan diye yazinca acaba cevre muhendisligi gibi birsey mi dedim de, cunku benim asil bransim cevre muhendisligi, sonradan hep gonlumde yatan tip alaninda okula basladim:)

    ReplyDelete
  3. Merhaba,

    Taa aylar önce bir kafamı uzatmıştım, o zamandan beri gene sessiz sessiz izliyorum sizi. Dönüşünüz beni hüngür hüngür ağlattı. İnşallah daha çok güzel günler göreceksiniz, göreceğiz. Yalnız şunu sormak isiyorum: siz maske takmıyor musunuz yani? Hiç toplu taşıma aracı kullanmıyorsanız anlayabilirim de aksi taktirde anlamıyorum kusura bakmayın. Ben hiçbir risk grubunda değilim, vücut direncime de güvenirim, ama canım ülkemin ağzı açık öksüren, tıksıranlarına zerre güvenim yok. Onun için her otobüse, metroya, metrobüse binişimde tek kullanımlık maske takıyorum ve de takmayanları an-la-mı-yo-rum. Evet biraz bakıyor insanlar ama vız gelir tırıs gider.Hele sizin durumunuzda, bilmi bilmiş olacak ama nolur Nehir'e olan sevgime verin, maske takmalısınız diye düşünüyorum. Leyla'ya çok geçmiş olsun.

    ReplyDelete