Bugün, Gülnur, yazmış, Zeynep herkes wordpress’e taşınıyor demiş. Ben de deneyeyim dedim. Bir yandan da biraz daha bana ait bir yer peşindeyim. "Kendime ait bir yere taşınmak istiyorum".
Ama bu hafta iki kez yazmaya yeltendiysem de, okursuz blog blog değil, canım Nehir’imin Teyzeleri olmazsa, TR dışındaki sevgili blogseverleri unutmayarak tabi, arada kaldım.
Şimdilik ikinci adresim: http://nehirimle.wordpress.com/
Bu wordpress teki, “Hello World!” başlangıcı çok hoşuma gitti. Gerçekten de varolmak ile ilişkili düşündürtüyor insanı. Yani, bir sosyal paylaşım ortamında sesimizi, -kimliğimizi duyurmazsak yok mu oluyoruz. Tuhaf geldi, blogspot yasaklanınca. Nehir-im bir varmış bir yokmuş, kayboldu. Acı çok acı… Ama işte ne yaparsın Nehir-im, bizim ülkemiz de böyle bir yer, sap ile samanı karıştırmak da tam da böyle bir şey. Beğenmediğin bir iş mi var, uzatmayalım, yasaklayalım. Hiiiiç yok. Biz ne yapıyoruz. Bu yaptığımızın sonunda birileri etkilenecek ama. Ama önemli değil ki, zaten “blogger” dediğin de kimdir. Yazmasınlar. Gerçi düşünüyorum da, böyle bir düşünce silsilesi olduğunu düşünmek bile iyimserlik olacak.
Nehir-im, bizim memleketimizin gelişmesi lazım. Eğitimin yaygınlaşıp, zihniyetlerin çözülmesi lazım.
Hadi bizden haberler:
Burada kış bitmedi. Son kardan sonra yeni bir kar yağmadı ama bir soğuk, bir soğuk, “şapkasız çıkmıyorum”.
Özlem, merakla sormuştu, “Ne oldu, sabah 7′de gittin mi spora?”… Ha ha, ilk gün biraz geç gittim. Ama, evet gittim. Ve bir iki hafta önce hissettiğim o yorgunluk da yerini yeni bir enerjiye bıraktı. Bırakıyor. Bu ara zaten düzenli sporun faydaları üzerine, tesadüf, yazılar çıkıyor. Biri, bir şekilde spor sonrası bazı kimyasalların ortaya çıkmasıyla oluşan “runner’s high” durumu. Yani kendimizi fiziksel olarak iyi hissetmemizin kimyasal açaıklaması var imiş. Hep bilinirdi de, serotonin değilmiş de başka bir şey, mi. Nasıl, güzel anlattım sanırım. Benim için sonuç önemli, iyi geliyor. Ve de yeni bir fare çalışmasında koşmanın genç kalmada etkili olduğu yazıldı.
Bu sabah ise, İpek ile tenis oynadık. Düzelteyim hemen, o beni oynattı. Yalnız, altta kalmayayım, elimden gelenin en iyisini yapayım, koşayım derken, nasıl bir hareket, yüzüm kırmızı bir lambaya dönmüştü bitirdiğimizde ve ben hiç terlemediğim kadar terledim. Sabah, ben teniste yorulmam, sonrasında kardiyo yaparım diye düşünmüşken, sonrasında, sadece ve sadece duşa gidebildim.
Derler ya, “Yarasın”. Tam öyle bir durum. Haftada bir yapacağız. Ve cumaları. Ha, saati söyleyeyim, sabah 8 ile 9 arası.
Çook seviyorum erken saatleri, erken kalkmayı, günü etkin geçirmeyi.
Kütüphane nasıl gidiyor derseniz, o da iyi.
Peki şuna ne demeli. Çarşamba günü, dört kişilik bir masada otururken, yanıma pat diye, genç bir delikanlı oturdu. Pek de bir Türk’e benziyor. Bir iki dakika bekledikten sonra, acaba İngilizce mi sormalı, sormamalı mı diye düşündükten sonra, “Türk müsünüz?”, dedim. Pat. Ha ha. Koca kütüphanede, doktora öğrencisi bir Türk’ü yakalamışım. Ya da o beni. Hemen, serde hocalık, artık biraz dışarı vurur olmuş, “Hangi okul, aaa matematik doktorası mı? Uygulama, danışman seçimi doktoranın en önemli noktası, çok yaşlı mı, üretken de olmalı”…kütüphanenin dışında sohbet ettik. Tenis oyuyorum deyince, aaa, hadi seni İpek’le tanıştırayım, tenis oynarsınız deyiverdim. Çünkü hem İpek, hem de Barış, bizim güzel Ithaca’mızı sıkıcı buluyorlar. Tesadüf, İpek de beni arayınca, Collegetown da hep beraber kahve içtik. Böylece İpek benim eskide kalmış, köhne tenisimden sıkıldığında bir partner daha bulmuş oldu.
Yani hocalık mı, annelik mi, ablalık mı… Doktora öğrencilerini bir kenara koyuyorum hep ben. Yol aynı. Kaygılar.
Güzel bir Ithaca dedikodusu yaptık. Geçen gün bir sabah, Leyla ile Collegetown’da kahvaltı ettik. Bir baktık, yine genç bir kız, siyahlar içinde, elinde topuklu ayakkabı, yürüyor. Leyla tabi, hemen, soruyor, huaaa, bu ne diye. Daha önce de bir kez elinde topuklu ayakkabısıyla, sabah çıplak ayak yürüyüen bir başka genç kız görmüştük. Ve geçtiğimiz haftasonu iki ayrı yerde iki ayrı genç öğrenci, alkolden, ölü bulundu.
Yani bunları görünce…Ivy lig, mig, o yaşta evde olması daha iyi gibi, Leyla’yı göndermeye bile çalışmayalım bir yerlere gibi, nerden geldiğini bilmediğim, bir yasakçı ve kontrolcü zihin beni hapis aldı!!!!
Nehir’in doğum günü geliyor. Ne yapacağız derken, dün Leyla, “Anne, kardeşimin doğumgününde okula kek götürebilir miyim?” dedi. Önce, çok anlamlı gelmedi, sonra da tam aksine ne kadar güzel bir fikir diye düşündüm. Nehir’ciğimin doğumgününü, ablası ve arkadaşları kadar kim güzel kutlayabilir. Çocukca bir kek heyecanı, ne de güzel yakışır miniğime. Leyla’nın en çok Nehir, değil, “kardeşim” demesi hoşuma gidiyor.
Şimdi Hande’den cupcake tarifi alacağım. Üzerlerini de, Leyla “pembe” süsleyelim, dedi, tabi ki pembe süsleyeceğiz. Haftaya cuma günü, sabah okulda kutlayacağız. Akşamı da, tesadüf, yemek ve tiyatro gösterileri var, yine Leyla’ların. “Festive” olacak yani.
Hadi artık durayım. Bir şeyler daha vardı, anlatmak istediğim ama…
Evet bloglar kapatıldı, dns numaralarını değiştirip giriyoruz arada bir ama eski tadı yok, sonuçta susturulduk, önemsenmedik, büyük bir hayal kırıklığı ama burası için çok şaırtıcı değil. Tabi bu duruma alışmamak lazım, sesimizi duyurmak için uğraşıyoruz, bir yandan imza kampanyası bir yandan dava açma süreci başladı (toplu veya tek tek imkanlar ne ise) avukat arkadaşımızın aracığıyla, davamıza o bakacak.
ReplyDeleteNot: Spora başlayabilsem sonunda yaşayacağım mutluluğu biliyorum ama şu sıralar bende her şeye karşı bir isteksizlik var ama geçecek. Yeni yazılarınızı merakla bekliyorum.
takiptesiniz :) ama hala blogspottan çünkü sevemedim ben wordpresi
ReplyDeleteBen de burada pembe balonlar uçurup kutlasam Nehir'in doğum gününü, balonlar yanına ulaştığında görüp mutlu olur mu ki?
ReplyDelete