Monday, August 31, 2009

Gün 73: Bizim Yaz Tatilimiz Bitti






Bugün sabah parka gittikten sonra, burada yaz başı açılan RainForest Cafe'ye gittik. Leyla gitmeyi istiyordu geldiğinden beri, biz de alışveriş merkezi içerisinde bir yer diye gitmemiştik bir türlü. İstanbul'dan farklı olarak "clam chowder" çorbası içti kızlar.

Sonra da bavul topladık. Yani bizim nasıl döneceğimizin bir provası oldu: zor.

Bavul bittiğinde biraz hava alalım diye açık havada yemek yedik. Biraz da benim yemek yapma isteğim sıfırlandı bugünlerde. Yazma isteğim de.

Handecim moral vermiş bana. Bakalım, Leyla'yı neşeli görünce SKYPEde düzelirim herhalde. Okula başlayacağı için heyecanlı, Pelin ve Mercan'la yolculuk yapacağı için de. Benim için de tek iyi olan, özellikle de hastanedeyken Leyla ne yapacak, sıkılıyor mu, odada çok kaldı, dışarıya çıkarmak gerekli gibi düşüncelerle uğraşmayacak oluşum. Ve Leyla'nın "Nehir'e dikkat et"ten kurtulacak oluşu. Biraz daha kendi yaşına, yaşıtlarına dönecek olması.

Leyla'cım bu "blog"u çok merak ediyor. Sevgili kızım okuduğun zaman seni ne kadar sevdiğimi bir kez daha gülümseyerek okuyacağını umarım. Bu yıl senin için "değişik" ve "yoğun" geçti. Ben sana sahip olduğum için çok şanslı bir anneyim. Kardeşin de senin gibi bir ablası olduğu için.

Bugünlerde sevdiğimiz bir çocuk şarkıları CDsi var, arabada dinliyoruz. Ben arabada çocuk şarkısı dinlemeyi sevmezken, Nehir'in arabadaki neşeli halleri nedeniyle "give in" etmiş durumdayım. Şu şarkıyı dinler dinlemez, Leyla da, baba da , ben de gülümsedik ve Nehir'e baktık.

....

Tell my children quickly and clearly
Hands are made to work with, hands are made to work with
Hands are made to work wtih and not to fight...

Hearts are made to love with....not to hate....derken,

Eyes are made to see with eyes are made to see with
Eyes are made to see with and not to cry!!!

Biz de gülümsüyoruz. Nehir tabi tüç şarkıların sözlerini doğru tekrar ederken, bugün akşam yemeğinden sonra kend kendine bu şarkıyı tekrar edip duruyordu,

Ayz ar meyd tu kray wit, ayz ar meyd tu kray wit!!!

Kendine uyarlayıvermiş anlaşılan!

Ve Nehir'in uçak isteği geçmiyor, hep aklında. Ona İstanbul'a sırayla döneceğimizi anlattım yine, en sonunda döndüğümüzde Hande'nin (!) ona kutlama pastası yapacağını ve kutlayacağımızı da söyledim. Pasta da isteyip duruyor çünkü, "Handeninkinden"!

Bakalım yarın Leyla'yı nasıl yolcu edeceğiz.

Sunday, August 30, 2009

Gün 72:

Nehir'im sağlklı ve mutlu.

Annesi uykulu.

Saturday, August 29, 2009

Gün 71: Cumartesi

Sabah çok erken toparlanamadıysak da parka gittik. Nehir artık adını da söyler oldu, "Anne, memoriyıla gidelim mi" diye soruyor. Ilgın sıcakların daha bitmeyeceğini söylüyor ama bugünler bana oldukça serinlemiş geldi, yazın bitişini ilan ediverdim. Yine de bugün saat 11 gibi sıcak artınca, bir saatlik kısa parkımızı bitirdik.

Sonra hani şu börekçiyi bulma çabamız bu kez de bir saat araba kullanıp, börekçinin cumartesi günü 12'de açtığını bu vesileyle öğrenmiş olmamızla son buldu.

Ne börekmiş, bir türlü yiyemedik.

Dönüşte ben bu büyük moral bozuluğu üzerine sıcak arası araba yolculuğunun etkisiyle uyudum. Sonra biraz evde zaman geçirdikten sonra, kitapçı ziyaretimiz ve pizza ile günü bitirdik. Leyla'ya Küçük Kadınlar'ı aldık. "Little Women". Benden önce İngilizce okuyacak olması hoşuma gidiyor. Kaç yaşımda okumuştum hatırlamıyorum ama kızımın da benim okuduğum kitapları okuması çok güzel. Bugün dediki, "Anne ben kitap okurken sanki karakterlerden biri oluyorum, çok zevkli oluyor, bir yere gitmesem de aynı maceraları yaşıyorum"..."Hah, işte budur" dedim. Aklıma bu yıl gittiğim İtalya, Hindistan, Bali ve sonrasında Everest Dağı geldi.

Nehirciğimin ağzından "Uçağa binelim mi" eksik olmuyor, ya da eline aldığı bir şey, "bunu uçağa alalım mı" cümlesi ile bitiyor. Bugün pizzacıdan çıkınca ise, "Mina ile buraya gidelim mi" deyiverdi. Kuzen Mina!

Herkes bir uçak, uzaklık ve yakınlaşma derdinde.

Friday, August 28, 2009

Gün 70: One Long Hot Summer, Over.



Bu sabah Leyla'nın projesini taşıyabileceği birşeyler bakmaya Hande'nin ve benim de sevgili mağazamız the Container Store'a gittik. Ben kıvırmadan koyabileceğimiz bir şey istiyordum ama sonuçta rulo kutu oldu. Yazınca aklıma geldi, Şebnem gerçekten de NY'tan resimlerini nasıl getirmişti acaba...zor işmiş. (Yani tabi ki karşılaştırılamaz!!)...

Sonra dükkan dükkanı açtı, biz de babaya ayakkabı, sonra benim en sevdiğim mağaza Wholearth Provision'a girdik. Bu mağaza outdoors ve "whole" olduğu için, doğrudan seyahat malzemesi alıp Hindistan'a, pardon bence Nepal'e gidin uyarısı yapıyor bende.

Çıkışta Ilgın'larda yediğimiz Boşnak Börekçisini bulalım derken, az gidip uz gittikten sonra ve ufukta börekçi olmayınca, kendimizi ikinci Türk Restoranı Emperio Grill'de çocuklar iskender kebap, ben lahana sarma, baba Adana yerken bulduk. Valla, güzeldi.

Dönüşte Nehir artık uyur diyorduk ama uyumadı. Ben babayla kızları evde bırakıp kısa bir konsolosluk ve Target turu yapıp döndüğümde, Leyla ve Nehir'i oynar, babayı da uyur buldum! Anlaşılan baba Nehir'le kitap okurken, Nehir uyuyacağına, baba uyumuştu.

Akşam tavuk ve mısır yedik. Yaw bu Amerika'nın mısırları da bir alem. Üç dakikada pişiyor ve çok tatlı! Nehir bayıla bayıla yiyor. Akşam yemekten sonraki park planımız sağanak nefis yağmurla bozuldu. Nehir balkona çıkıp sandalyeye oturup, ellerini ıslattı. Leyla da biraz sonra çıktı, ikisi de ıslanıp, girdiler içeri.

Yağmur bereket. Tüm yağmurdan sıkıldığım günler için özür diliyorum. Yaş ilerledikçe insan her mevsimi sever oluyor. Hele yağmursuz kalınca, o güzel damlacıkları özlüyor. Hmmm, yine de hani kaldırımda yürürken yerinden oynamış bir taşa basar da ayaklarınız ıslanır ya İstanbul'umun her yıl değişen kaldırımlarında, işte bu zamanla size hangi taşların sağlam olduğunu bilme becerisi kazandırır. O ayrı.

Evde oturunca, bütün yaz radyoda dinlediğimde içimi açan şarkıyı önce Fizzy'de, sonra daily motion'da bulup dinledim, dinledik, söyledim de söyledim. Nasıl içimi açan bir ritm, melodi. Ne de güzel bir aşk şarkısı. Diyor ki tereddütsüz bırakıyorum kendimi sana! James Mraz...Bu yazın şarkısı.


Well you done done me and you bet I felt it
I tried to be chill but you're so hot that I melted
I fell right through the cracks, now I'm trying to get back

Before the cool done run out I'll be giving it my bestest
And nothing's going to stop me but divine intervention
I reckon it's again my turn to win some or learn some

But I won't hesitate no more, no more
It cannot wait, I'm yours

Well open up your mind and see like me
Open up your plans and then you're free
Look into your heart and you'll find love love love love

Listen to the music of the moment people, dance and sing
We're just one big family
And it's our God-forsaken right to be loved loved loved loved loved

So I won't hesitate no more, no more
It cannot wait, I'm sure
There's no need to complicate, our time is short
This is our fate, I'm yours

http://www.dailymotion.com/video/x2z928_jason-mraz-im-yours-acoustic_music

FotoNot: Leyla ve baba yemekten yüz yapmak istediler. Sevgili Yeşim'im resimlerini göndermiş olduklarıyla bunun arasındaki fark, bu "artık"lardan oluşuyor!!
NehiriminTürkçesiNot: Bugün arabada, Nehir "hayvanat bahçesine gidelim i" diye sorunca, baba "Bugün değil yarın gideriz" deyince, Nehir "Yaaa" deyiverdi, vurgusu vurgusuna Leyla'yı taklit ederek. Akşam ise ben "Şu tişörtü giyelim mi?" deyince, "Giymeyelim, boşveer" dedi!! Tatlım, kıymetlim.

Thursday, August 27, 2009

Gün 69: Park-ing

Yavaş yavaş eski ritmimize döneceğiz sanırım. Ve bu çok iyi. Sabah uzun süredir gitmediğimiz Nehir'e göre olan parka gittik. Biraz da geç gittik. Ama 100lerden 90lara inmiş olmak çok rahatlattı. Nehir babasıyla parktayken, biz Leyla'ya okul alışverişi kot aldık. Böylece biz de "back to school" yapmış olduk biraz. Ben çok severdim forma, ayakkabı alışverişlerini. Etekler dikilir, kazaklar örülür...dü.

Oralara kadar gitmişken, öğlen yemeğini de "İstanbul"da yedik. Uzun süredir görmediğimiz Murat Abi'ye rastladık. Kızların ikisi de bu işe çok memnun oldu. Nehir'in "Sütlaç paylaşalım mı"sı üzerine sütlaçlarımızı da yedikten sonra, eve geldik. Nehir yolda uyumuştu. Babanın önermesiyle, ben önce isteksiz fakat havuzun yanına gidince heveslenip, Leyla ile havuza girdik. Havuz da daha iyi olmuş.

Ben havuzda yüzmektense, biraz ıslanıp, Özlem'le hasbıhal etmeyi tercih ettim. Evet, Özlem'cim döndü! Hoşgelmiş.

Akşam artık özümüze dönelim fasulye ve pilav yemeğini herkes gerçekten de afiyetle yedi. Fasulye biraz sert kaldı ama ilk sefer için iyiydi.

Akşam yemeği sonrası geç park sefamızdan sonra evimize geldik.

Kısaca, sıradan bir gündü.

Nehir'imin iğneleri bitti bugün, ah neyse. Bunu da atlattık.

Nehir sağlıklı ve mutlu!

Wednesday, August 26, 2009

Gün 68: Tidy Up Time

Pazardan beri bir türlü ele alamayınca dağınıklığımızı, artık evde eşyaların üzerinden zıplayarak geçer bir hale gelmiştik. Bugün, en sonunda kızları babaya teslim ederek, ben de evde kalarak bugünü büyük temizlik günü ilan ettim.

Çocuklar önce Children's Museum'a, sonra yemeğe, en son Whole Foods'a gidip geldiklerinde saat ikiye geliyordu. Benim temizliğim ancak bitmişti. Temizlik toplama, çamaşır yıkama da içerdiği için.

Sonuç: Nehir'in havlusu beyazken pembe daha güzel oldu. Renkliler hiç solmadı. Sağolasın Ayşe Teyze!

Vee ho ho ho hover, süpürür döver, her şeyi siler...hover hover hover.

Leyla eve geldiğinde, "Annee ne güzel olmuş" dedi, üzerinden atlayacak bir şey bulamayınca. Odalarına girince ise, "Aa bizim küçük halımız da varmış "diye sevincini belli etti. Anlayın "önce"yi. Doğrusu Hande burada olsaydı ve Leyla yerine Hande girmiş olsaydı içeri, "Hadi etrafı toplayalım" diyebilirdi. Yani hala yapacak iş var ama bugünkü ilerleme kayde değerdi.

Tüm yıkanmışlık içinde, Nehir'in dressing change'ini de yaptı baba. Öncesinde banyoda oynadı. Çıkmaya yakın, "tişörtümü verir misin anne" diyordu, dressing changeden kaçmak için.

Sıradan bir günün sıradan rahatlığını yaşadık. Akşam Leyla ile İngilizce posterini bitirdik. Dik derken, Leyla yaptı, ben düzgün yapıştırmasına yardım ettim. Rulo değil ama bir şekilde iki kalın karton arasına koyarsak daha iyi olacak. Üzerinde türlü şeyler yapışık. Leyla "En ilginci benimki" oldu diye çok heyecanlı, ve yaptığı posteri çok beğendi. Ben en çok sonradan eklediği Cook Children's in çizimini sevdim. Çok güzel yakalamış, çatılar ön planda bir bina çizmiş. Bugünden o giderken ağlamayacağıma söz verdirtti. "Böyle bye bye de o kadar" mış. Nehir'e de dün anlattı, "Önce ben gideceğim okula, sonra baba gidecek, sonra da seeen geleceksin, tamam mı", Nehir de "Tamam" dedi.

Nehircim sağlıklı ve mutlu -M A Ş A L L A H -, öğle uykusunu "pas" geçti, akşam erkenden yattı. Aklı fikri uçağa binmekte. "Bineceğiz" dedikçe seviniyor. Yeni kelimesi, "falan falan falan". Sanıyorum yaz boyunca Leyla ile olunca, Türkçesi yine bir ilerleme gösterdi. Yarın son GMCSF iğnesi. Accutane dondurma ile kolayken, ikidir önce istememeye başladı! Sevdiği başka bir şey bulsam iyi olacak.

Gün 67:


Akşam uyuyakalmışım.

Zaten bu durum benim genel "yorgun" halimi açıklıyor.

Düne dair hatırlamak isteyeceğim, uzun süreden sonra kızları iki kez parka götürdük. Sabah meşhur "fire ants" ten birkaçı Leyla'ya üşüştü, kaçtık hemen. Nehir salıncakta sallanırken, "çok keyifliyim" cümlesini kuruverdi, ben gülümseyiverdim.

Leyla son okul ödevi, İngilizce posterini yapıyor. Birlikte yapıyoruz. Aslında koca karton yolda bozulur diye İstanbul'da yapacaktı, ama burada yapmayı istedi. Bakalım nasıl taşıyacak.

Ve Nehir'in bugünlerde bizi güldüren ikinci cümlesi. "İyi misin" diye sorunca, "İyiyim değilim" diye cevap vermesi.

Akşam parka gittiğimizde ise yaz sıcaklarının azalmaya başlamış olduğunu anladım, burada da. Yani şu hep korktuğumuz Houston sıcağını atlatmış durumdayız. "Bu da geçer". Doğru. Her şey bir şekilde geçiyor.

Yeşim dün çok tatlı bir email atmış, Harley'in annesine göndereyim diye, ben de Yeşim'in e-mailiyle güç buldum, kendim de yazdım, ikisini birlikte gnöderdim. Teşekkürler Yeşim, teşekkürler Nazlı. Nazlı da beni itekledi dün yine. Müzik ve filmler hayalimde!

Bu ikişer satırlı sabah girişi matrak görünüyor. Kısa notlar halinde. Umarım bu akşam uyumam!

Monday, August 24, 2009

Gün 66: Accutane 1st Day

Ahh.

Yazacak çok şey var, halim yok.

Hisler çok, söyleyesim yok.

Feridecim küçük bir paket gödermiş. Açtım. Gülümsedim. Sevgili arkadaşım konuşma, çalış demiş, çözüm önerisi kitabı göndermiş. "Tantrum"lar ve çocuklar diye, ağlamaya farklı bir bakış açısı. Kitap, geleneksel "çocuklar ağlamasın aman" bakış açısına karşı, bırakın ağlasınlar, stresle başaçıkma yoludur diyor. Benim de yakın olduğum bir düşünce, ama bugün, hele dünkü tanrtum silsilesi üzerine bir tokat oldu sabah. Okuyacağım. Teşekkürler arkadaşım.

Kartlar...ve sevgilisini kanserden kaybetmiş bir adamın yaşadıklarını anlattığı bir kitap. Zamanlama harika, her zamanki gibi, bugünlerde kitapsızdım.

Bu güzel başlangıç, bizim yeni bir yerde kahvaltı edip gelmemizden sonra oldu. İlk oturduğumuz evin, Kirk'ün evine yakın, hep önünden geçtiğimiz, bu "bohem", NY village kılıklı yere girmemiştik, babanın yönlendirmesiyle gittik. Çok beğendik. Nehir benim koymayın uyarısı yapmayı unutmuş olduğum için gelmiş olan, sosisi görünce, "sosis verir misin" diye, atladı hemen. Yapacak bir şey yok, kız et seviyor. Dedi baba içini çekerek. Kahvaltının sonunda ise, masalara deste halinde koymuş oldukarı, üzerinde genel kültür soruları olan kartlardan sorular seçip bilmeye çalıştık.

Şuna ne demeli: Dünyadaki en büyük ikinci kamyon filosuna sahip şirket hangisidir sorusuna, Leyla birkaç saniye, saniye (!) düşündükten sonra, "Coca-cola" demez mi. "Yolda giderken hep Coca Cola kamyonları görüyorum çünkü "dedi, Ben bunu kaydetmeliyim, "aferin kız" deyince, "Ama sekiz yaşımda olduğumu da yaz, 12 falan sanma" dedi. Alem kız.

Böyle keyifli, biraz yolculuk yorgunu, Nehir Tylenol'a rağmen biraz mızmız, kliniğe gittik. Testleri yaptırdık. Kan değerleri, beklendiği gibi, toparlamış.

Derken ben klinikteki hemşire Marcelle'e gittim. Harley'i sordum. Taramaları yapıldıktan sonra annesinden bir türlü haber alamamış, ben de cesaret edip de soramamıştım ama hep aklımdaydı. Hasta bilgisi diye söyleyemem dedi, önce. Ben biraz eveleyip geveleyince, sonunda "peki buralarda mı" deyince, "hayır" dedi.

Ağladım, camın kenarında.

Annesine ne yazayım. Yazacağım.

Nehirim sağlıklı ve mutlu. Tantrumlarını seviyorum. Güçlü. Hep böyle kal kızım. "All my children".

Sunday, August 23, 2009

Gün 65: Houston

Sabah planladığımız saatte çıkmayı başararak, bu kez geç olmadan, 10.30'ta yola çıktık. Pek keyifli başlamışken yolculuğumuz, bir saatin sonunda Nehir'in pili azalma sinyalleri vermeye başladı, mola yerimize 10, 15 dakika kala ise, tamamen bitti.

Sonrası...önce Nehir, peşi sıra tüm araba mevcudu tantruma girdik, kendimizi mola yerimize zor attık. Kısa bir sakinleşmeden sonra, bu kez yine sakin ve keyifli başlayan, kalan yolculuğumuzun yine son 10, 15 dakikası, benzer bir atmosferde, ama sadece Nehir'in tantrumuyla bu kez, kısaca atlatıldı.

Sonuç, baba iflas etmişti eve geldiğimizde, oysa Nehir, tabi tipik toddler davranışıyla, şirinlikler yapmaya başladı eve gelince.

Bu durumda baba inzivaya çekilirken evde, biz, kızlar, hepimiz elbiselerimizi giyerek, Ilgın'lara yemeğe gittik. Ilgın yine harika yemekler yapmıştı. Kızımın kalbini ve midesini tabi ki börekler çeldi. Üç yaşındaki Altay ile, Nehir'in yaşıtı Sarp'ın sık sık "time-out"larla kesilen, "hareketli" oyunları Nehir'i önce şaşırtsa da, ve bir ara, "arabaya gidelim" dese de, yine imdada Leyla yetişti, ve Nehir Leyla'nın eteğine yapışarak az az oyunlara katıldı. Bir ara Leyla'nın sırtında idi. Hatta bir ara küçük Sarp sırtına bir şaplak atsa da, Nehir arkasını dönüp bakmadı bile, o derece güvende hissediyordu kendini. Leyla ise "Kucakta taşımak çok zevkli" diye diye, kardeşini kollayıp, şikayet etmeden taşıdı.

Leyla'nın en çok bu gururlu abla hallerine bayılıyorum. Şikayet etmeden kardeşini sahiplenmesini izlemek beni çok mutlu ediyor. Zaman zaman, bugünkü gibi değil de, yaşıtları oldu mu, kendi oyunlarına dalsa da, bu kadar uzun süre küçük kardeşine gösterdiği yumuşak, sevgi dolu ilgi...için kızım "harika bir abla". Dönmesi en çok Nehir için zor olacak. Bir yandan okula gideceği, ve kendi yaşıtlarıyla olacağı için ben de seviniyorum. Kendi alanına kavuşmasını da istiyorum artık.

Ilgın'larda bu şekilde, bugünkü yolculuğun üzerine hiç beklemediğim kadar rahat, ve uzun oturduktan sonra, evimize geldik.

Eh, annenin de pili bitti artık.

HatıraNot:

Leyla bir akşam önce RMH'de etkinlik olarak, bir kart hazırlamıştı, kardeşi için bir not yazmaya karar verdi, ve içine şöyle yazdı:

"Nehir'e,

Leyla'dan

Bu yaz çok ilginçti. Sen 2 yaşındaydın. Ben'de 8. Belki sana da ilginç ve yoğun bir yaz gelmişti.

Sevgiler,

Ablan Leyla"

Yoğun (!)... you bet girl! Bu, Texas diliyle, "tam üstüne bastın kızım" demek oluyor.

Saturday, August 22, 2009

Gün 64: RMH


Geceyi rahat geçirdik. Sabah ilk işimiz GMCSF iğnesini de kolayca yaptık, sonra bu kez ilkinden antrenmanlı, bir de tylenol verdik, ağrılarına iyi gelsin diye. Yardımcı oldu. Yine sık sık kucak istiyor. Güçsüz bir hali var.

Sabah erkenden kaltık, saat 10.00'da hayvanat bahçesine gittik. Bu gelişimizde, ilk günden dilimizdeydi, bir türlü gerçekleştirememiştik. Evet, farklı olarak, acele acele Houston'a dönmedik. İki nedenle. Birincisi, Nehir'in bu akşam itibariyle artık ateşi çıkmaması gerektiğini söylemişti Dr. Eames ve bu süreyi Fort Worth'de geçirmek daha akıllıca geldi. Texas Children's iyi, çok iyi bir hastane, ama maddi olarak da burası daha avantajlı, ve şu anda Nehir'i birebir takip ettikleri için daha akıllıca geldi. İkincisi, hava Houston'a göre daha az nemli, açık hava için daha uygun dedik, ve çocukları hayvanat bahçesine götürmek iyi olur diye düşündük.

Bir buçuk saatlik hayvanat bahçesi gezintimiz, şahsen benim perişanlığım, ve "pil bitti" uyarımla, artık Nehir kiraladığımız iki çocukluk arabada da değil, kucağımda dolaşmakta ısrarlı hale gelince, sona erdi. Sonuç: Filler, zürafalar, rhino, hippo, orangutan ailesi, aslan ailesi, beyaz kaplan, zebra, mebra, geyik, meyik, dağ keçisi, mağ keçisi....kuşlar, muşlar....seri tamamlandı.

Ve tam kapıya giderken, Nehir kucağımda, ağlayarak ensesini tuttu, acıdığını belli ederek, bu kez (iki yıl önce Leyla'ya olduğunda, Özgecan yetişmişti, ben ne olduğunu anlamadan), "arı" diyerek şapkasının altına baktım ki, arı ısırmıştı bile. Antiseptik nerde derken, bir güvenliğe sorduk, bisikletli bir başkası, alkol ve buz torbası ile geldi, üç, dört dakikada. İyi olan, Nehir'in alerjisi yokmuş, anladık, kan değerleri de fena değilken, az endişe ile gezimizi noktaladık.

Sonrası, yemek, kitapçı derken, yola yarın çıkmaya, sabah erkenden, tercih ettik. Annenin RMH'ye gelip, oda moda toplayıp, koştur koştur hali yok idi. Baba da tek başına yapacak gönülde değil idi.

...

Artık toplanma zamanı...

Friday, August 21, 2009

Gün 63: Out!

17 dakikalık pilim, odada "Ben bilgisayarıma pil alıp geleceğim" diye beni bekleyen Nehir, ve "Nerden pil alacaksın" diyen bir Leyla beni bekliyor.

Yani kıssaca: Dün geceyi "off "aldım. Saat dokuzdu yattık, Leyla ile, sabah yedide gökgürültüleriyle uyandık. Bu arada buradaki gökgürültüleri de bir ilginçti. Tibet manastırlarındaki tıngırtırlar gibiydi. Gittim ve gördüm mü hayır, ama bir türlü yazamadığım, haftasonu hani Mahmut'la paylaşamadığımız, "Into the Thin Air"i okudum, Everest'te geçiyor....sonra yazarım bu kitabı da...

Pil dakikaları azalıyor.

Hastaneye daha gidemeden, baba aradı...kültür yaptıklarını ve ateşi çıktığını biliyordum zaten. Ama esas "ilginci" (!!!!) gece hemşiremizin Nehir'in saat dokuzdan itibaren azaltarak kesmesi gereken morfinini kesmeyi unutmuş olması, bunu saat 3.30 da uyanan babanın tesadüf anlayıp, haber vermesi ile gerçekleştirdiği hikayesiydi.

Bir gece kalmadığımda olmasına mı içerleyeyim, gece hemşiresinin "bana söylemediler" deyip işin içinden çıkmasına mı kızayım bilemedim. Hastaneye gittiğimde, aslında burnumdan nefes alıyordum.

Birincisi, buradaki sistemde hemşireler birbirine anlatıyorlar "shift"lerde, o nedenle benim yanımda, "wean off" etmesi gerekitiğini anlatmıştı gündüz hemşiremiz. Bu bir. İkincisi, antibodilerin bittiğini bilen bir hemşire, morfinin de bitmesi gerektiğini bilmez mi??? Bunu akıl etmez mi?? Neden bir çocuk gece uyurken morfine ihtiyaç duysun ki!!!

Sabah gelen Dr. Eames dozun düşük olduğunu bir zarar gelmeyeceğini söyledi.

Geçtik gittik.

Bilmiyorlarki, annenin PMSleri tepesinde, gidecek olanların hasreti çökmüş üzerine.

Benim için önemli olan, gereksiz almasının yanında, aldıkça bağırsak hareketlerinin bozulup, zora gireceği idi. Nitekim, akşam ağlayarak yaptı.

Olsun. Bunlar o koca devede kulağın içine kaçmış minik bir sinek.

Biliyorum. Biliyorlar. Biliyor.

İyi haber: Dr. Eames, ateşe rağmen çıkardı bizi. Bir ara 38.3 oldu Nehir'in ateşi, ben Özlem'ciğimden öğrenmiş olduğum, "bekleyelim yarım saat, bakalım ne kadar çıkacak, belki de düşer" demeyi öğrenmiş olduğumdan, bunu da söyleyip, gerçekten de ateşinin düştüğünü görünce, öğlen içimiz rahat çıktık. Büyük olasılıkla antibodi etkisi. Yarın akşam ama geçmez ise, pazar günü Houston veya burası, hastaneye gidecek-mişiz.

Bu gece RMH'de kalalım dedik. Yarın akşamüzeri Houston'a döneceğiz. Biraz Nehir'in kendine gelmesini bekliyoruz bu kez. Hastane olacaksa aslında burası daha iyi olur bu durumda. Ama ateşi yok Nehir'in, çıkmaz diye umuyoruz.

Pil ömrüm bitmek üzere uyarısı geldi! Edit etmeden tüm yanlışlarla "publish" ediyorum.

Not: Sahi Handecim, dün şerefe yapsa imişiz! Cheers Mate!

Thursday, August 20, 2009

Gün 62: Antibodies, Third Round, Day 4



Akşamımız iyi geçti. Nehir saat 5'te uyandı, puzzle yaptık, başka ne yaptık, vallahi hatırlamıyorum, ama sonuçta yedide "Ben uyuyacağım" diye, Nehir'in hamlelerini savuşturmaya başladım. Sonrasında gözümü açtığımda, sabah hemşiresi gelmiş, saat 8'e geliyordu. Bu ancak shot için zamanımız kaldığını, dışarı çıkacak zaman kalmadığı anlamına geldi.

Nehir maalesef uyuşturma kremini için koydukları bandı çıkartırken uyandı, ve daha kendine gelemeden iğneyi de olmuştu. Sonuç: odayı dolduran bir ağlama.

Bir de ateşinin 38.4 olduğunu söyleyince hemşire günümüz tatsız başladı. Kültür yapmak için geri geldiğinde, ben yine yeniden ölçtürme hamlemi yaptım. Yine düşük çıktı. Ve bu sayede takım taklavat oyun odasına gittik. Bu arada baba ve Leyla da bugün erken gelmişlerdi, onlar da bize katıldılar.

Biraz oyun oynadıktan sonra odaya geldik, ve sonrasında, hala odadayız. Nehir'in hemoglobini 7.9'a düştü, yani 8 "cut off"unun altına. Geceki, yarın sabahki ölçüme göre, kan alıp almayacağı anlaşılacak. Bu seviye biraz halsiz yapıyor, yine uykuya direndi ama bugün daha erken, saat üç gibi uyumaya başladı, iki buçuk saatir uyuyor.

Gün boyu 38'in üzerine çıkmayan ateşi, bu seviyede kalırsa, veya düşerse, yarın bir şekilde çıkmayı umuyoruz.

Bu kez tam dozu almış oldu. Bu çok iyi. Bugün Dr. Eames ile genel ondan bundan, nöroblastom, ve Nehir özelinde, sohbet ettik. Sorularımız vardı, bir iki konuda fikrini merak ediyordum. Dr. Eames Nöroblastom konusunda, Dr. Russell'dan daha da eskiye gidiyor, toplam gördüğü hasta sayısını bilemiyorum ama tecrübeli ve Mahmut da ben de buradaki doktorlarla da ilişki içinde olmaktan çok memnunuz. Üstelik, buranın sistemi sayesinde, yani özel, küçük bir hastane, doktorlar birebir ilgileniyorlar. Russell'ı sadece klinikte görüyorduk.

Bugün Dr. Eames TR'ye gelsek de arada, prensip olarak kateteri üç, ya da altı ay bıraktıklarını söyledi. Hem taramalarda kolaylık olsun diye, hem de "ağzınızdan yel alsın diyemedim o ara" geri gelme olasılığı için. Bu doğrusu benim de bu "scan"ler nasıl olur soruma yanıt oldu. Uyutulması gerektiğinde, MIBG için radyoaktif maddeyi şırınga etmek gerektiğinde...geçici IVler takılması çok daha acılı olur. Ama öte yandan ev bakımımızı daha bir süre sürdürmek gerektiği, suya hala giremiyor olacağı (en çok bu), bu bakımı TR'de yapma konusunda ne kadar rahat hissedeceğimizi, sürecek olana enfeksiyon riski, ve TR'de hiç deneyimimiz yok, ama buradaki gibi bir "sistem" olduğundan şüphe ederken, nasıl olacağı. "Hadi" desek Nehir'i geri getiremeyeceğimizi bilmek canımı sıktı doğrusu. Leyla'yı yine bırakıyor olmasak, ben kalabildiğim kadar burada kalmayı tercih ederdim. En iyisi çok uzun olmayacak şekilde ayarlamak olacak.

Bakalım, Dr. Eames bize tarihleri getirecek, göreceğiz.

Nurgüncüm acaba yola çıktınız mı?? E hadi tabi ki aramanızı bekleriz. Gerçi blog üzerinden haberleşe haberleşe, sesini duyunca, bir tuhaf oluyor, "text" formatına dönmek ihtiyaç duyuyorum!

FotoNot: Kızlar yatakta, Nehir'in su tutmuş hali. Leyla'nın bugünkü etkinliği, "doktorculuk".

Wednesday, August 19, 2009

Gün 61: Antibodies Third Round, Third Day



Dünümüz düşük kan basıncı dengelemesiyle ve Nehir'in mızmızlığı ile geçti. Saat altı gibi Nehir'in mızmızlığına bir çare olsun diye, tası tarağı, yani monitörü, pompaları, toplayıp, bir çocuk vagonuna koyup, oyun odasına yollandık. Nehir kalkacak durumda değildi, zaten oyun odası bile mızmızlığını geçirmedi, ve çok kalmadan döndük.

Baba ve Leyla RMH'ye terapi köpeği-nedir anlamış değilim, iyi huylu köpekler, kendilerini sevdiriyorlar esasen- Mocha'yı sevmeye gittikleri sırada akşam hemşiresi geldi ve zaten mızmız olan Nehir'i hızlıca muayene etmek istedi. Nehir iyice ağlamaya başladı, hemşire dışarı çıkarken, ben Nehir'i kucağıma alayım istedim, yatıştırmak için, dudakları da moraran Nehir bir anda kendini arkaya attı, ben öyle sandım, meğer kendinden geçmiş. Ben Nehir'i kaskatı görünce, hemşireyi çağrırayım diye kapıya yöneldim, hemşire de hemen hemen aynı anda içeriye girdi...Nehir'i o mu uyandırdı, kendi mi uyandı, ben mi emin değilim.

Nehir bebekliğinden beri ilk birkaç saniye nefesini tutarak ağlar. Ağlıyor mu hemen anlaşılmaz. Kimiz zaman dudakları morarır hafiften. Anlaşılan, bu kez zaten kan basıncı düşükken, yani oksijen gidişi azken, birkaç saniye bile kendinden geçmesine yol açtı. İlk kez bunu yaşayınca, afalladım. Bir kere hemşirenin kapıdan, oksijen seviyesi alarmını duyup, geri dönmesi şanstı. Nehir dört tane "lead" -led- ile kalp atışı, oksijen seviyesi, nefes alışı sürekli kontrol altında ama bu minik aletler çok hassas, değişik şekillerde yanlış alarm oluyor çoğu kez. Hele oksijen seviyesini ölçen, ayak parmağına takılı, çıkıp duruyor, ve biz gün boyu yanlış alarm verip duruyoruz. Akşam hemşiresinin hemen dikkate alıp gelmesi dikkate değerdi.

Tehlikeli bir şey değil imiş, vücudun refleksiymiş. Ama beni birkaç açıdan kendime getirdi. En önemlisi, gerçekten acil bir şey olduğunda ne yapmama gerektiğini gözden geçirdim, sordum. Doğrudan bir alarm yok, yani "acil" gelin diyen. O tip alarm, hemşireler için var imiş, tüm kata alarm veren, kodlu. Benim yapabileceğim, kapıya çıkıp bağırmak. Sabahki hemşire, kapınızın önünde "charge nurse" var, o masada hep biri olur dedi, ama ben hiçkimsenin olmadığı birden çok zaman biliyorum.

Yani aciliyet olmaması daha kolaylaştıracak gibi durumu. Bir de aslında bizim Mahmut'la çoğu kez iki kişi oluşumuz odada, iyi bir şey. Dün akşam, Nehir'e birşeyler mi yapayım, hemşireyi mi çağırayım bilemedim, özellikle de ne yapacağımı kestiremediğimden.

Bu da beni ilk yardım meselesine getirdi, bir kez daha. Hatırladığım gibi ilk yardım kursları ABD'de zorunlu, ve belli aralıklarla da yineleniyor. Ben ise, depremden sonra çok arzu etmeme rağmen, bir ara İTÜde düzenleneceği söylenmesine de rağmen, henüz "debelenmeden" katılacağım program bulamadım. İlgili makama saygılarımla arz ederim. Tabi şans bu ya, biz buradayken düzenlenmiş, bitmiştir! Yani Murphy varsa.

İşin komiği ama, bu bayılıp ayılmadan sonra Nehir'in mızmızlığı geçti! Nassı yani. Ne bileyim, belki "sıkıntı" hafızası silindi. Ve dün verdikleri albumin ile, saat 8 itibariyle antibodilerin bitmesiyle, toparlanmaya başladı. Önceki gecenin aksine kan basıncı normalleşti. Saat geceyarısı ikibuçukta, tatlı bir şekilde uyandı, hemşireye, hastabakıcıya şirinlikler yapmaya başladı. Vücudu su tutmayı da bıraktı, ve ben bol bol bez değiştirdim. Sabah beş, beşbuçuğa geliyordu, yine uyuduk.

Sabah keyifli uyandı-k, bu kez biraz geciktiğimiz için yarım saatimiz 20 dakika oldu, ama olsun biz yürüye yürüye oyun odasına gittik. "Ona da hay demicem" diyen sevimli kızım, hemşireleri "es" geçtikten sonra, dönüşte "hi" demeye karar verdi, birine. Ama sesi pek yetmedi bu kez.

Bugünü önceki iki güne göre sular seller gibi geçirdik. Ne demek şimdi bu. Aktık. Gerçekten de gün boyu kan basıncı normal kaldı, keyfi oldukça yerindeydi. Uykuya direnç sürüyor! Oturduğu yerde uyuklasa bile, kafasını yastığa koymak istemiyor. En sonunda ama, benim de yatakta çakılı kalma pasif direnişimle, saat dört itibariyle uyudu.

Leyla yine etkinlikler içinde. Haftaya bir açık arttırma için kovboy çizmesi boyadı, ve bakalım şimdi de çok hevesli olduğu "kardeşler" etkinliğine gitti.

İyiyiz. Moraller kıvamında.

Hatta size bir de yeni foto, odamızın en meşgul anları.

TeknikArızaNot: Internet beni susturmak istiyor. Geçen sefer başgösteren hastaneden Mac ile bağlanamama durumu sürüyor. Geçen sefer hiç ulaşamadığım, junior teknik "yetkili" Tony, bu kez geldi gelmesine ama, bir şey yapamadı, büyüklerime sorayım deyip gitti, ve ertesi gün beni tesadüf gördüğünde, "ilerleme var mı" diye sorunca, bir iş çıkmayacağına, Mahmut'un bilgisayarıyla idare etmeye karar verdim. Verdirildim. O nedenle, hiç de "günlük" yani gün sonu değerlendirmesine uymayan bir biçimde, gün ortası, öğleden sonrası, bir boş anda yazıyor oldum. Mac'imi önce iki kez yere düşürdüler, ev halkı, şimdi de bu...Özgecancım kırk yılın başı bir projeden gelmiş olan tasarım harikası bilgisayarıma "nazar değdi". Acaba ona da bir nazar boncuğu yapıştırsam, hafif Tofaş durumu olur mu? Hani bir de koltuğun naylonlarını çıkaramama durumu vardır. Bir de olur da eskir diye sinyal vermeme, sol dikiz aynası "aksesuar"...gördüğünüz gibi keyfim ve çenem yerinde.

Tuesday, August 18, 2009

Gün 60: Antibodies, Round 3, day 2

Hmmmm.

Dün sabah fena değilken, saat 11.00 gibi ağrısı başlayınca ekstra doz morfini verdi hemşireler, ve günün sonrası uykuyla geçti. Hiç kendine gelmedi, gece de uyudu. Uyumasında sakınca yok, zaten arada uyandığında çok "ajite" ve ağlıyordu.

Tüm bu derin uyku sırasında kan basıncı düşük süre gitti. Biz de, hemşireler de yakın takip ettik.

Akşamüzeri bir ara uyanıp da ağlar olunca, ağrı mı, değil mi anlamakta zorluk çektik. Ama baba da ben de, kan basıncını daha da düşürecek diye, Nehir ağrıdan söz etmiyor olunca, ekstra morfine direndik. Sonuçta, akşamki aldığı benandrille de oldukça derin uykusuna devam etti. Kan basıncı iyice düştü, gece hemşire arada uyandırıp ölçüm yaparak idare etti. Daha önce de bir akşam birlikte olduğumuz, 60 yaşındaki hemşiremize, "altını siz değiştirin" diyemediğimden, iki saat aralarda, sonra daha uzun bir arada bezi de değiştirir olunca, gece benim için klasik bir hastane gecesi gibi kevgir oldu.

Sabah yedi buçukta, ben pek değil, Nehir daha bir kendine gelmiş uyandık. Sabah hemşiremiz, Nehir gibi kısa siyah saçları olan dünkü hemşiremiz Amber -Teksas'ta bunu yakalamak zor-, elinde uyuşturma kremi geldi. Nehir henüz ayılmamışken kremi sürüp bandı yapıştırmak kolay oldu. Ben yarım saat bile olsa, diğer ilaçlar başlamadan oyun odasına gitmeyi aklıma koyduğumdan, hemen giyindim ve iğneyi olur olmaz, Nehir'e bir de çukulata vererek, yarım saatlik gezmemize çıktık. Nehir bu işe bayıldı. Keyifle oyun odasına gittik, biraz oynadık, yarım saatimiz dolunca, "omlet" geldi diye geri döndük ve ilaçlar başladı yine.

Leyla ve baba geldikten sonra, ben RMH'ye bir iki saat uyumaya gittim, saat 12.00 gibi, telefonum çaldı. Arayan babaydı, arkadan Nehir'in "annee" sesleri geliyordu. Hastaneye geldiğimde, hem hastabakıcı (care partner), hem de hemşiremiz, "you've come" dediler, ben de çığlıkları duyunca geldim dediğimde, "evet, biz de içerideydik" dediler.

Nehir uyumamıştı. Saat dörde kadar uyumadı. Nasıl bir direnç ama. Uyanır uyanmaz, kitap istiyor, oturduğu yerde gözleri kapanıyor ama kendini bırakmıyor uykuya. Ben geldiğim sırada gelmiş olan Dr. Eames, morfinden çok da çekinmemiz gerekitiğini, ağrısı olduğunu hissedersek vermemiz gerektiğini söyledi.

Bu kez saat dört gibi, ekstra morfini verdik, ve Nehir sonunda uyudu. Kan basıncı düştü. Albumin vererek, arttırmayı istiyorlar...

...

Bugün, bu tedaviyi yarım bırakmış aileleri anladım. ortada sonuç da yokken devam etmek zor. Ama ben esasesn tüm tedavi bitip, Nehir bu "meret"le tek başına kaldığında endişe duyacağım. Bir şekilde bir tedavi içinde olmak, doktor ve hemşirelerin yakın denetiminde insanı rahatlatıyor. The Anatomy of Hope'da bir hasta, "ben sürekli kemoterapi alamaz mıyım" diyordu. İnsan böyle bir "safety net" -güvenlik ağı -işte çeviri nasıl olmamalıdıra bir örnek, siz siz olun bunun gibi birebir çevirilerden kaçının- içinde kalmak istiyor doğal olarak... Önceki cümlenin içinden çıkanlara "dix points"...Öte yandan ise Nehir'i kateterden, iğnelerden, dressing changelerden kurtulmuş görmek.

Zor.

Leyla dün akşam RMH'de yo-yo şampiyonundan yo-yo yapmayı öğrenmiş. Dün ve bugün "child life specialist" (TRde ne bilmiyorum, çocuk gelişimi okumuşlar), sevgili Kristy Leyla'yı değişik etkinliklerle odadan alıp oyaladı. Bu konuda Cook'un küçüklüğü çok avant ajlı, birebir ilgileniyorlar, ve Leyla için çok iyi oluyor. Hem odadan çıkmış oluyor, hem de sosyalleşiyor. Yarın kardeşler için etkinlik
varmış, ona da katılacak. Akşam ise RMH'ye terapi köpeği geliyor. Yani Leyla farkında değil belki de ama, çok farklı bir yaz geçiriyor, ve bence ufku genişliyor.

Leyla büyüyor. Nehir sağlıklı ve..."anne parka gidelim mi" diye soruyor.

Anne ve baba bu turu da atlatmanın derdinde, bazen endişeli, bazen yorgun, bazen stresli...

Monday, August 17, 2009

Gün 59: Internetimizi kaybettik, sahipsizdir.

Ah, evet. Geldiğimizden beri ilk kez gerçekten de internetsiz kaldik. Aman ne güzel oldu. Hani her şeyde bir hayır vardır şeklinde yaşıyoruz ya tüm aksaklıkları, bunu da ben gerçek bir "off" olma zamanı diye değerlendirdim.

Oteldeki ilk gecemizde odaya çıktığımızda biraz sigara kokuyordu, halı da pek temiz durmuyordu ama odaya varışımız saat dokuzu bulmuştu, ve hepimiz yorgun uyuduk. Gece üzerimde bir karınca belirdi, sabah ise halıda bir karafatma cesedi!

Bu tuz ile biber ikilisinin yanyana gelişiyle, aşağıya inip, "noluyoruz" konuşması sonucunda, bize vermiş oldukları odanın sigara içilen katta bir oda olduğunu ben artık Amerika'da sigara içilen bir oda mı kaldı şaşkınlığı ile dinledim. Sonuçta saat 11.00 itibari ile para ödemeden ayrılmış olduk.

Neyseki, RMH'de oda açıldığı söylenmişti, ve vardığımızda, doğrusu eve gelmiş gibi rahatladım. Ve fakat girişte, "WIFI not working, waiting for routing" uyarısı asılı. Yine de Cook'tan bağlanır mıyız (malum yolun karşısı), diye denedim, ama her zamankinin aksine bu kez o da olmadı. Ben bazen "hmph" olurum ama bu kez olmadım.

Sonrası internetsiz ama rahat bir haftasonu şeklinde geçti. Sıcaklık yine bizi engelledi. Ama bu kez Houston'a göre biraz daha rahat bir hava hissettik. Sıcaklık gece azalıyor, ve nem yok. Biraz sıcaktan biraz Nehir'in uyku direnişleri, ve sonrasında yorgun mızmızlığından, daha çok RMH'de kaldık.

Dün gece, pazar gecesi, Nehir'le döndük dolaştık, Seattle'lara gittik, uçaklara bindik indik, Houstom Mouston derken, yine geldik, Cook'taki eski odamıza. Her zamanki gibi ilk girişe kadar biraz sıkıntılı olan halim, içeri girince değişti, ve "başlamış olmak, bitirmektir" diyen sevgili arkadaşlarımı hatırlayarak, gerçekten de rahatladım.

Bugün ilk günümüz, geceyi beklemeden yazayım dedim.

Nehir "normal". Dr. Eames de, böyle gitmesini, "amanın" enfeksiyon olmamasını ummuduğunu söyledi. "Amanın" yok tabi İngilizcede, ama olsaydı söylerdi.

Hah, geçen sefer asmayı unutmuş olduğum nazar boncuğumuz asılı!

Tatlım benim, Seattle'dan döndüğümüzden beri, "Uçağa binelim mi?" diye soruyor. Ben de "Bineceğiz" diye anlatıyorum, nasıl bineceğimizi, kemerlerimizi bağlayacağımızı, sonra uçağın havalanacağını, bulutların üzerine çıkacağımızı, oyunlar oynayıp, biraz uyuyup, yemekler yiyip, ineceğimizi....ve Maksiye gideceğimizi.

Evet, Dr. Eames arada gidebileceğimizi söyledi, "scan"lerden önce! Ama takvim henüz belli değil, yakında belli olacak.

Kim neresini kaşıyacaksa, ne yapacaksa yapsın, dilinizi de ısırmak dahil, bu iş olsun, bakim. Leyla ve Mahmut dönünce biz pek bir hasretlik olacağız keza. Ve bunları düşünürken, bu işlerin de hayırlısıyla sonuna gelelim, Nehir'im zoru başarmış olsun, bitirsin şu faslı!!! Lütfen.

Nehir sağlıklı ve mutlu!

Thursday, August 13, 2009

Gun 55: Fort Worth

Sayilari sasirdim. Once 52 yazdim ama valla 55 olmusuz. Bravo Nehir'e!

Sabah ucuucuna ciktik -bavul, banyo, anne haliyi da supurdu- neyseki sadece 20 dakika rotarla randevumuza geldik. Simdi Fort Worth'deyiz.

RMH'da yer yokmus, bu aksam oteldeyiz ama yarina bir oda ayarlayacaklarmis. Simdi klinikteyiz. Nehir'cim kaybettigi 500 gr'mini almis! M A S A L L A H . Seattle yaramis. Tesekkurler Seda Teyzesi yemekler icin! Barbekular, sabah krepler de Soner'dendi!

Otelde baglanti pesinde kosmayayim diye klinikteki bilgisayardan yazayim dedim.

GMCSF leri alip, uc gunden sonra pazar aksamina kadar serbestiz.

Same old same old.

Wednesday, August 12, 2009

Gün 54: On the Roads Again


...
On the road again
Just can't wait to get on the road again
The life I love is makin' music with my friends
And I can't wait to get on the road again
On the road again

...

Bu şarkının dilime dolanması bizim yollarda durumunda çok doğal ama nerede ve nasıl işittim hiç hatırlamıyorum ki bu, hmmmm, 40 yaş??

Bu sabah sevgili zevcem doğal bir şekilde, telefonunda bir sesli mesaj dinlediğini, ve bizim cuma günkü randevunun yarın sabah 9.30'a alındığını söylediğinde, önce "hoppala", sonra ise "eyvah nassı yani bugün mü gitmeliyiz" dedim, ama hiç değilse randevuyu öğleden sonraya atarak, yola yarın çıkmayı başardık.

Bugün Nehir erken ve fakat yorgun, büyük kız ile baba ise geç kalktı. Dışarıda yemeyelim, önümüzdeki günler evde olamayacağız nasıl olsa diye, bu kez ben kısa bir tur yapıp geldim. Basitçe bir balık alayım dedim ama yakındaki markettekiler pek bir soluk benizli olunca, yine Whole Foods'a gitmek zorunda kaldım. Ama onca çaba, akşam Nehir'in yemek istemeyişiyle son buldu. We need variety- çeşit lazım. Dede söylemişti netekim.

Ev halimiz sürdü. Nehir ve Leyla çok güzel oynuyorlar. Bugün, tabiki Leyla'nın önerisiyle, Leyla'nın farklı renk aynı model şortlarını giydiler, "ikiz" oldular. Benim de onları izlemek çok hoşuma gidiyor. Akşam çocukları yanımızdaki parka götürdük. Bir kez daha bu evi iyi bulmuşuz dedim, hemen yanımızdaki parkın çok hoşuma giden sakin bir yeşilliği var. Leyla bisiklete bindi, Nehir ise pedal çevirmemekte ısrarlı. Dönüşte ise kucak istediği için ağlaya ağlaya, tüm yolu yürüdü. Enerjisi yerinde.
M A Ş A L L A H. Dönüşte yattığında ise, uykudan önce, "uçağa binelim" diyordu bana. "Bİneceğiz" dedim, "Baba ve Leyla da gelecek mi" dedi, "Evet" dedim, ellerini çırptı. "Ama şimdi değil, sonra" dedim, "Biraz daha işimiz var" dedim.

Aklım yarında.

Leyla'nın dönüş biletlerini aldık bugün, Houston-New York. Offf, canım kızıma güle güle demek zor olacak. Şimdiden aldı beni hüzün.

Neyse yarın, sabah en geç 11.00'de çıkmalıyız. Hala sabaha kalan işler var. Ve sabahları geç ve zor uyanıyoruz. Ama derler ya, yolcu yolunda gerek.

Dedim de genel yorgun halime çok uygun başka bir şarkı geldi aklıma,

Gurbetten gelmişim yorgunum hancı
Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş
Aman karanlığı görmesin gözüm
Perdeleri ger yavaş yavaş

... inşallah.

Tuesday, August 11, 2009

Gün 53: Sarı

Sabah saat 10.00'da uyandık! Bu çok iyi geldi, tersine jet lag yaradı. Ama sabahı kaçırmış olduk dışarı çıkmak için. ve günü evde geçirdik.

Baba bir ara çıktı, AC'yi yolculuk için hazır hale getirdi. Saçını kestirmiş döndü.

Kızlar sakin, birlikte oynadılar. Kovalamaca, closet içinde piknik, derken battaniye üzerinde piknik...ben arada uyumuşum, Nehir öğlen uyumazken.

Fort Worth öncesi dinleniyoruz. Nehir hastane işlerinden çok güzel uzak kaldı bu ara, çok memnunum, keyfi oldukça yerinde.

Soruyordu bugün, "Saçlarım uzayacak mı" diye. Banyodan sonra saçlarının hemen kuruduğunu gören Leyla da yine "Çok ballı" dedi, bayılıyorum bu yorumlarına, "Ben de kestireyim", neyse ensesini biraz geçecek bir boyda karar kıldık. Nehir bugünlerde İngilizce kelimeleri araya koyuyor, "Bu çikın mı?" gibi.

İşte yine yavaş tempolu bir gün daha.

Ben seviyorum böyle günleri, acelesiz, koşturmacasız, dertsiz. Yani dressing change dışında. O da fena değildi.

Monday, August 10, 2009

Gün 52: Houston

Houston bizi Seattle ile aynı sıcaklık ve fakat çok farklı bir nemlilik ile karşıladı. Gece yolculuğumuz Nehir'in ekrandaki filmi izlemekte ısrar etmesi nedeniyle, benim kucağım ve koltuğu arasında gidip gelmesiyle geçince, sabah vardığımızda ben ve Nehir nakavt (knocked out) olmuş idik.

Eve vardığımızda sabah sekizdi, ve ailecek öğlene kadar uyuduk, uyanınca, IHOP'u ziyaret ettik...günün kalanı sürünmekle geçti.

Bu gece fotoğrafları eklemeyi başardım, notları sonra ekleyeceğim, yarın daha dinlenmiş olmayı umuyorum. Perşembe günü Fort Worth'e yola çıkacağımız için, yine toparlanma ve toplama için iki günümüz var. Seattle sayesinde iki kür arası göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş oldu.

Hey! Seattle, you've got mail! In these modern days, this translates into a twitter (bkz, sağ üst köşe)! Thank you.

Sunday, August 9, 2009

Gun 51: Dunden Sonra Yarindan Once








Houston'a geri donmek uzere yola cikiyoruz, geceyarisi 12.55,te ucagimiz.

Bugun harika bir sicaklikta, tabiri caizse surup gibi bir havada Seattle'i gezdik. Cok guzel bir gundu. Seattle bize guzel veda etti.

Back to life, back to reality...

Nehir saglikli ve mutlu!!!

FotoNot: Nehir, Seattle Science Fiction Museum'da, Jim Henson'un anısına düzenlenmiş sergide kukla gösterisi yapıyor...manah manah düt dürü dü düt, manah manah...hesapta onu görmüyoruz. Üçüncü fotoda Nehir küsmüş, bizimle gelmek istemiyor, "negotiation", sonrası Seattle downtown manzaraları, büyük bir alan swing müzik ve dansedenlerle doluydu, hulahup yapan genç kız "yıkılıyordu", ve teyzem formundaydı. Ve dönüşte kızları o güzel havada parksız bırakmadık. Nehir ise kova olmadan kuma girince, hemen çözümünü üretti, ve ayakkabısına kum doldurdu.

Gün 50: Dönüşe hazırlık

Anne ve baba bugün ikinci kez sinemaya gittiler. Gündüz Seda'ların arkadaşları Tülay ve Tuna'ya gittik. Nehir bahçede üç, dört saat geçirince, dönüşte arabada uyuya kaldı ve çıkmamız kolay oldu.

Yazarken farkettim ne kadar uzun süredir bugünkü kadar açık havada kalmamıştık.

Teşekkürler Seattle. İlk günlerde biraz ayıp ettiyse de, son günlerde durum toparlandı, ve biz hiç güneş kremsiz çok rahat ettik.

"Julia ve Julie"ye gittik. Beni en çok etkileyen sahne, Julia Child ve kocasının yumuşak bir yorgan ve yastıklar içinde uyudukları bir sahne oldu. Hiiç uyandırılmadan, uyanmadan, bir yorgan altında, biraz soğuk bir havada, uyumak istiyorum.

Leyla yarın döneceğimizi söyleyince, "ne kadar çabuk" dedi. Evet. Seda ve Soner bize çok iyi baktılar bu hafta!

İlk kez dönmek biraz daha zor. "Back to business". Dr. Russell'a "madem risk çok neden daha sık tarama yapmıyorsunuz" diye sorduğumuzda, "İnanın, bu bile çok gelecek" demişti. Şimdi anladım. "Normal"den yeniden koşturmacaya dönmek biraz zor.

Ama 49 hiç fena değil. Nehir sağlıklı ve mutlu! Bugün müzikte dansetti, birlikte göl kenarında şarkı söyledik. Leyla ve Selin ile çimlerde koştu, hatta bir de Bora (7 buçuk yaşında) elinden tuttu Nehir'in ve onu gezdirdi.

Friday, August 7, 2009

Gün 49: Aqua Blue




Akvaryuma gittik, rengimiz aqua mavi değildi ama sesi benzedi.

Güzel bir akvaryum gezisi, meşhur Pike Market'ta yemek, akşam bowling!...

Tatil.

FotoNot: Akvaryum, balina yüzgecine tutunmuş Leyla ve Nehir. Ve ilk Starbucks - tarihsiz Amerika'nın dönüm noktalarından biri, bir girişimcilik dersi- önündeki müzisyenler.

Thursday, August 6, 2009

Gün 48: Caramel

Saçımın rengi. Bugün Seda beni, kasım sonundaki Houston ziyaretinden sonra ikinci kez, aldı bakıma götürdü! Make over day.

Olmalı mı olmamalı mı, yoksa hiç değişmemeli mi, ama ben değişmezsem ben olamam ki

...

Nehir sağlıklı ve mutlu, tatilde, hava sıcaklığı 70lere düştü brrrrr, harika!

Gün 47: Mavi






Deniz. Burada göl.

Tatildeyiz. Sohbetteyiz.

FotoNot: En eğlenceli turistik atraksiyon, aksiyon. "Ride the Ducks". Bu eğlenceli hem otobüs, hem "boat", önce yola çıkıyor, sonra da denize iniyor! Şöförler türlü müzik...vayyy em si eyyy...ve kendi komiklikleriyle, gelen geçene mutlaka laf atarak, gerçekten eğlenceli bir şehir turu yaptırıyorlar. Ve Nehir ve Leyla'daki ördek sesi borazanı yol boyunca ötüyor. Meşhur "float house" lar, kendileri küçük, değerleri büyük...Veeee Sleepless in Seattle'daki ev! Bir şey değil, gezdim gördüm.

Wednesday, August 5, 2009

Gün 46: Pembe






Anne ve baba si ne ma ya gittiler.

No emergencies. Çocuklar teyzede kaldı, Leyla ve Nehir dün geceki gibi aynı yatakta uyudular. Nehir dün gece ağlamadan, sessizce gecenin bir yarısı yanımıza gelmişti. Bu gece o yola çıkmadan döndük!

"Funny People"...en başında adama (Adam Sandler) AML lösemi teşhisi konuluyor. Ben, iyi de bu film komedi olmalı, bizimle dalga geçiyor olmalılar gibi bir tepkiden sonra, güldüm...rating, 6, ama yine de çok güldüğüm yerler oldu.

Aaa, bugün dördü, yani tam 9 ay sonra baba ile bu kadar uzun süre dışarıda kaldık, başbaşa.

Nehir sağlıklı ve mutlu!

Pembe...

Not: Aydacım sana Bay Rakunu bile çektim, hem de ben bu rakunu çekmeliyim diye bir National Geographic belgeselcisi, hatta Crocodile Hunter edasıyla, korkusuzca, camın arkasından, ama hiçbirini yükleyemiyorum, Houston'a dönünce artık.

FotoNot: Tekne gezimiz...Seda ve Nehir...balkonunda özgürlik anıtı olan, "kitch" duruşlu ev...ve bay Rakun -hay bin kunduzzzz!

Monday, August 3, 2009

Gün 45: Kırmızı


Peki, hala endişelenmiş, babanın doğumgününü atladık mı diye. Blog yazarı tatilde demek kocasını evde bırakmış demek değil ki! Sadece ayın burada da üçü olmasını bekliyordu.

Sabah Nehir'in tantrumuyla başlayan, biraz uykuyla devam eden günün sonuna geldiğimizde, babayı Cheesecake Factory'e gidiyoruz diye kandırmaya çalışıp, onun "yaw olur mu, artık, beni yolda bırakın"larına aldırmayıp, çok sevdiği, ama biz kızların pek yüz vermediği için hiç gitmediğimiz, sushi yemeğe gittik. Gittiğimizde, zaten pek kanmamış olan baba, yine de gülümsedi, rahatladı ve keyifle yedi suşileri, sıcak sake ile.

Sonrasında, ona çaktırmadan almayı başardığım hediyesini açtı (ha ha söylemeyeceğim nasıl aldığımı), ah neyse beğendi, eve gelince Nehir'in zıp zıp sevinçle masaya koşarak mumlarını üflemeye yardım ettiği pastayı hep birlikte yedikten sonra, Seda ve Soner'in tam isabet hediyeleri bir masaj seansının muhtemel hayaliyle uyumaya gitti.

İyi ki doğmuşsun!

Kırmızı.

Sunday, August 2, 2009

Gun 44: Gulpembe



Nehir bugunu gulumseyerek, hep neseli gecirdi. Uzuuun suredir ilk kez.

M A S A L L A H.

Blog yazari yillik izninin bir bolumunu kullaniyor, bir sahil kasabasinda tatilde.

FotoNot: "Blue Angels" yıllık gösterisi, bizim seyrettiğimiz küçük çim alan ve park. Toplam altı uçak her türlü kombinasyonda uçtular...fotodaki, iki ters, iki düz, ve sanıyorum 100 mt ötemizdeler. Ben acaba neden bu kadar benzin parası ve risk, aşağıda birkaç bin insan eğlensin diye düşünürken...meğer Navy imiş...eh being attractive helps newcomers.

Saturday, August 1, 2009

Gün 43: Tatil

Güzel bir gün geçirdik. Sabah altıda bizim küçükler, ve evin jet lag hane nüfusu, herkes ayaktaydı. Masaya zor sığılan, kalabalık bir aile kahvaltısı ettik. Çok özlemişim. Sadece ben değil, Nehir'in de çok hoşuna gitti. Krep krep üstüne yedik afiyetle.

Nehir sabah altıda uyanmış olunca, öğlen erkenden uyuya kaldı, dinlenmiş uyandı. Sıcak, ve güneş azalana kadar evde zaman geçirip, sonrasında yakındaki parka gittik. Nehir ayakları çıplak kumda oynadıktan sonra, akşam yemeğe gittik. Bu kez Seda'ların arkadaşları da eklenince, kalabalık daha da arttı. Nehir'in keyfine diyecek yoktu. Bugünün komik repliği, benim Türk arkadaş grubuna, "haaay" diye başlangıç yapmamdı. Nassı yani!

İşte hiç de uzun olmayan bir blog girişi...tatildeyiz.